Bağımsızlıktan dem vurulduğu zaman canı sıkılanları, başını çevirip mırıldananları ve hatta sırtını dönüp uzaklaşanları çok görmüşüzdür. Bu konunun bazılarını niçin bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyor değiliz. Ne var ki kendilerine yazık ediyorlar. Devekuşu gibi, başını kuma gömerek tehlikelerden korunmak mümkün değildir. Acı da olsa gerçeklerden kaçmayıp başımızda dolaşan musibetlerin üzerine yürümek daha akıllıca bir iştir.
Emperyalist ülkelerin beyin yıkama rüzgârlarına yelken açarak selamete ulaşan bir toplum şimdiye kadar görülmemiştir. “Şartlı refleks” uygulamalarının yeni keşfedildiği sanılmasın. Tarih boyunca görülmüştür bu… Tarihi saptırarak kirli emellerine alet eden medeni dünyanın ajanları da bilir bunu… Saflıkları yüzünden sömürgecilerin adi propagandalarına inananlar her zaman olacaktır. Ancak bile bile onların çirkin politikalarına çomaklık yapmak aynı derecede çirkinleştirir insanları. En azından, utanç verir. “Onlar gibi olalım” mugalatası (yanıltmacılığı) bir de bakarsınız “onlar kadar bile olamadık, yazık” gerçeğine dönüşüvermiş.
Biz burada bağımsızlık konusunu bir kenara bırakıp biraz da bağımlılıktan söz etmek istiyoruz.
Bağımlılık deyince bunun en kötü örneği olan uyuşturucuya kendini kaptıran gençlerin dramı aklımıza gelir. Batı sosyetesinin kurtulabilmek için yollar, çareler aradığı bir hayat tarzını çağdaşlık sanıp “havaya girenler” başkalarını hafife alarak kendi eksikliklerini örtme çabasındadırlar. Bilmezler ki böylece daha da boşlukta kalmaktadırlar.
Bağımlılık hangi konuda olursa olsun çok kötü bir hastalıktır. Öyle bir iki psikiyatri seansı ile giderilebileceğini sanmak saflık olur.
Bağımlı olduğu maddeyi elde edebilmek için her türlü zillete razı olan, her türlü gayrimeşru aracı kullanan insanlar görülmüştür. Bir de bu uyuşturucuların ticaretini yaparak servet elde eden kişiler, örgütler ve bazı kurumlar vardır. Mafya denilen cinayet örgütlerinin ararlarındaki savaş –her ne kadar kendine has kuralları varsa da- bu ticaretin korkunç bir örneğidir.
Süper güç diye takdim edilen devletlerin petrole olan bağımlılıkları da aynı derecede öldürücü bir hastalıktır. Üstelik bunlar, -öyle göstermelik de olsa- hiçbir kural tanımazlar. Zaten onların bildiği tek kural işlerine geldiği gibi uyguladıkları davranış biçimidir. İstedikleri kararı çıkartabildikleri zaman, milletler arası kurumlar onlar için saygıdeğer olur. Yok, oralarda alınan kararlar işlerine gelmezse onu tanımazlar; mızıkçılık yaparlar. Bırakın petrolsüz yaşamayı, böyle bir ihtimal bile uykularını kaçırır; çılgına dönerler. Uyuşturucu bulamayıp krize giren bağımlı hastalar gibi olurlar. Kendi hayatını devam ettirebilmek için diğer bütün insanların hayatını hiçe sayarlar. Analarıyla beraber çocukların öldürülmesi, bir ailenin yok edilmesi onlar için önemli değildir. Onların kirli emellerine engel teşkil eden her varlık teröristtir; o halde ortadan kaldırılması meşrudur.
Asıl çirkin olan da maddi bir çıkar sağlamak için ya da korku yüzünden bunların her yaptığına –aynen kendileri gibi- bir kılıf aramak ve bir bahane bulmaktır. Başlıca görevleri bu olan dolar bağımlısı yardakçıların da tedavisi zordur. Bu tip uyuşturucu maddeler ağızdan mı alınır, buruna mı çekilir; bilmiyoruz. İlacı var mıdır; onu da bilmiyoruz ya…
Bu fasileden olanlar, kendilerine kaynak akıtan odakların her dediğini olduğu gibi kabul ederler. Onların hastalıklı zihniyetini onlardan çok savunurlar. Kraldan ziyade kralcıdırlar.
Bir de otorite bağımlısı tembel zihinliler vardır. Bunlar, önce hayal dünyalarında büyük adamlar yaratırlar. Sonra da bu liderlere mürid olmakla övünerek o kâzıp şöhretlerin yolunda yürürler. Daha doğrusu, o yolda görünerek kendilerine de bir pay çıkarırlar. Böylece sahte bir kimlikle dolaşmayı marifet sanırlar. Böyle bir mensubiyet duygusu ile kalıplaşmış, köhne düşünceleri savunanlar, kendilerini her bakımdan sömürmekte olan kişileri ilahlaştırarak kula kul olma yolunu seçerler. Bu insanlar da bağımlıdır. Bağımlı olmayı kendileri istemişler, bu yolu kendileri seçmişlerdir. Hiçbir fikir üretmedikleri, hiçbir sorumluluk taşımadıkları için kendilerini rahat hissederler. Aslında bu bir paniktir, acıklı bir kaçıştır.
Bu son iki grupta yer alanlar bir takım tertipleri, o düzenin düzenbazlarından daha çok savunurlar.
Dış politikada veya ekonomi politikalarındaki bir milli duruşu tasfiye etmek maksadıyla yaptırılan müdahaleyi tertipçilerinden daha çok benimserler. “Ucube” kelimesinin manasını anlamadıklarından, ne manaya geldiğini kendilerinin de bilmediği “postmodern” deyimiyle vasıflandırmaya çalıştıkları darbeleri öve öve bitiremezler. Bu darbelerin aslında kimin işine yaradığını dolayısıyla iplerin kimin elinde olduğunu ne öğrenmek isterler ne de ilgilenirler. IMF’yi ülkenin finans politikalarında hâkim kılarak hem iç hem de dış borçların doruğa çıkmasına sebep olanları bilerek bilmeyerek savunurlar.
Bu grupların içinde, sayıları az da olsa saflığından bu yoldaki kervana katılanlar kimlere hizmet ettiklerini bilseler tövbe istiğfar edecekler. Ama onlara kimse gerçeği göstermez, kendileri de görmek istemezler. Beyinlerin bazı saplantılara bağımlı hale getirilmesi o beyinleri dumura uğratır. Onulmaz bir hastalığa sebep olur. Bu psikiyatristlerin değil sosyal psikoloji uzmanlarının tedavi edeceği bir bağımlılıktır.
Bu konularda objektif bir yargıya varabilmenin ilk şartı ön yargıları ortadan kaldırmaktır. Sabit fikirlerle hakkın yolu bulunamaz. Gerçekten doğruyu bulmak istiyorsak dürüst davrandığımıza önce kendimiz inanmalıyız.