Kimilerinin çıkıp, süper güç, büyük devlet diye maval okumalarına kulak asmayın. Küçümsediğiniz bu millet, yedi düvel karşısında kazma kürekle zafer kazanmış, toprağa düşmüş fakat toprağını çiğnetmemiş bir millettir. Yutkunanlar, ezilip büzülenler elbette olacaktır. Onlar bizim kayıp nesillerimiz arasında fazla bir yekûn tutmaz. Kişisel zaaflarının altında ezilenleri, sonradan görmeleri, evlad-ı iyal telaşına düşenleri gözünüzde büyütmeyin...
Gelin bu kez bir değişiklik yapalım. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocukları makamlara oturtmaktan vazgeçelim. Artık çok demode, çok karikatürize bir hal aldı bu durum. Hem zaten günün birinde, o çocuklardan biri bir laf edecek, topumuz birden altında kalacağız. Madara olacağız dünya âleme. Komik duruma düşeceğiz. Şimdi saygılarından mı, anlayışlarından mı nedir, ayıbımızı yüzümüze vurmuyorlar. Fakat günün birinde bu olacak. Ben öyle inanıyorum.
Onlara bu tatsız hali yaşatmadan, biz efendi efendi yeni bir yöntem bulalım. Biraz kafayı çalıştırıp, çocuklara rezil olmaktan kurtulalım. Misal, ben diyorum ki, makam devretme töreni yerine, başka bir özveride bulunalım. Örneğin şu ellerimizdeki, dillerimizdeki balonları bir günlüğüne bir kenara koyalım. Medeniyetler ittifakı, AB üyeliği, küreselleşme vs. vs... Adına başka ne denir bilmiyorum, herkes istisnasız herkes elindeki balonu bir kenara bıraksın. Boş nutuklar, ‘koftiden’ kafa tutmaları, ipimizi pazara çıkaran marazi efelenmeleri 23 Nisanda bir kenara bırakalım.
Şapkalarımızı önümüze koyup, şöyle bir düşünelim... Sahi biz kıçı kırk iki peşmergeye bile bir şey yapamazken, onlar için Irak’a verdiğimiz notanın bir örneğini de Washington’a postalarken, hangi ‘ulusal egemenlik’ten dem vuruyoruz. Koca koca kelli felli adamlar, maroken koltukların arkasında dikilip, yüzleri kızarmadan ‘Söyle çocuğum bugün koltuk senin, ne eksiğimiz var, neler yapmalıyız’ diye sormuyor mu? Kan beynime sıçrıyor.
Kendimizden geçtik, geleceğini çaldığımız o çocuklardan utanalım bir parça. Edep diye bir şey kaldıysa, azıcık yüzümüz kızarsın o seramonilerde. Hadi utanç duymuyoruz, mahcup olmayı deneyelim...
Patlatalım elimizdeki balonları beyler. Yiğitliğimizi bir test edelim. Yalansız, dolansız, riyasız bir tek gün ayakta kalabiliyor muyuz, bir deneyelim.
Ulusal egemenliği ‘cola bayiliği’ gibi algılamanın en acı bedelini burnumuzun dibindeki Irak yaşıyor işte. Bir milyonu aşkın ölü, bir o kadar yaralı. Tecavüzler, yakılıp yıkılan ocaklar... Coni postallarının çiğnediği kutsal mekânlar. Bir yalanın, bir balonun insanları, milletleri getirebileceği son nokta budur. Acı ve fakat gerçek.
Elbette hiçbir zulüm sonsuza dek payidar kalmaz. Bir kaç satılmışın dışında, içine düştükleri iğrenç oyunu gören Iraklılar bugün direnişlerini daha anlamlı hale getirmeye başlamıştır. Bağdat’taki son gösterilerde inanç farkına takılmadan gerçekleştirilen gösteri bunun kanıtıdır. Yakın dönemde değilse de, bir süre sonra Amerikan askerlerini topraklarından söküp atmaları kaçınılmazdır.
Bush, kimilerine inandırıcı gelmese de, çöküşten önceki son dönemece girmiştir.
Kimilerinin çıkıp, süper güç, büyük devlet diye maval okumalarına kulak asmayın. Küçümsediğiniz bu millet, yedi düvel karşısında kazma kürekle zafer kazanmış, toprağa düşmüş fakat toprağını çiğnetmemiş bir millettir. Yutkunanlar, ezilip büzülenler elbette olacaktır. Onlar bizim kayıp nesillerimiz arasında fazla bir yekûn tutmaz. Kişisel zaaflarının altında ezilenleri, sonradan görmeleri, evlad-ı iyal telaşına düşenleri gözünüzde büyütmeyin...
Önümüz 23 Nisan... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bir masal değil, dünyanın bugün bile hazmademediği büyük zaferlerin ardından elde edilmiş bir kazanımın bayramı... Ellerindeki imkânlarla size, bize hep tersini gösterenlere kulak asmayın. Dün yaptık, bugün de yaparız... Büyük Türk Milleti’ne sinsi oyunlarla vurulmak istenen prangayı gerekirse dişlerimizle parçalarız...
Biz bu oyunu yutmayız... Yeter ki, bir günlüğüne de olsa, şu elimizdeki balonları bırakıp, kendimize dönelim.
Çöküşe beş kala, başkalarının eteğine yapışarak tarihin çöplüğüne yuvarlanmayalım.