Göcek iskelesinde bekleyen teknelerle ister dolmuş olarak, isterseniz tekne kiralayarak günü birlik adaları ve koyları keşfetmek için turumuza kaldığımız yerden devam diyoruz.
Limandan ayrıldıktan sonra sağ tarafınızda kalan kara parçasına ait koylar dönüş yolunda yerini adaların koylarına bırakacak. İlk durağımız Günlüklü ve Akbükü.
Günlüklü koyu adını dünyada sadece burada yetişen yabani sığla yani günlük ağaçlarından alıyor. Bu ağaçların gövdesinden elde edilen sıvı, parfüm sanayinde kullanıldığı gibi sağlık sahasında da kullanılıyor. Hem yurt içinden hem yurtdışından çok fazla sığla yağı talebi olmasına rağmen mevcut ağaçlar bu talebi karşılamıyor. Günlüklü koyunda sığla ağaçları denizle kucaklaşarak bizleri karşılıyor. Koyda ayrıca piknik ve kamp alanları da mevcut. Yeşille mavinin dansına kendimizi kaptırarak kimimiz yüzüyor, kimimiz sahilde günlük ağaçlarının gölgesinde yürüyoruz. Bir saat sonra yüzenleri, yürüyenleri tekneye toplayıp Cleopatra koyuna doğru yol alıyoruz.
Bizden önce gelenler çoktan Cleopatra hamamını doldurmuşlar bile. Özellikle hanımlar suyun keyfini doyasıya çıkarıyorlar. Bu hamama giren hanımların dokuz-on yaş gençleştiğine ve güzelleştiğine inanılıyor. Çam ağaçları ile kaplı koyun iskelesinin hemen yanındaki yarısı sular altında kalan Bizans manastırı nedeniyle koyun bir diğer adı da Manastır Koyu. Batık Hamam Koyu ise bir diğer adı oluyor. Manastır kalıntısını, gelenlere Cleopatra hamamının kalıntıları diye anlatan da çok. Rivayete göre Anadolu kıyılarını gezmeye gelen Cleopatra’ya arkadaşları bir hediye vermek isterler. Bunun için buraya bir hamam inşa ederler. Cleopatra bu hamamda günlerce yüzer ve yüzdükçe güzelleşir, gençleşir. Sonra da tarihi dedikodulara göre burada önce Sezar’la sonra da Marcus Antonius ile buluşur. İşin aslı ise, bölgeye şimdi de bakıldığında tektonik yapısı nedeniyle arkada kalan dağın tepesindeki sönmüş kraterden aşağıya sıcak su gelmekte ve denize karışmaktadır. Kraterden gelen bu su kalsiyum ve magnezyum gibi içerdiği elementler nedeniyle cilde de iyi gelmektedir. Şimdi bile turkuaz rengi berrak suyuna dikkatle bakıldığında alt zeminde görülen kıpırdamalar halen kraterden gelen sıcak su akışının devamından başka bir şey değildir. Bu yüzden koyda denize giren hanımlar akşama kadar sudan çıkmak istemiyorlar.
Biz onları koyun berrak sularında yüzmeye bırakıyor ve ayağımıza birer çift spor ayakkabı çekip tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Antik Lydae’ye gidiyoruz. Çam ve keçiboynuzu ağaçları ile kaplı tepeye tırmanmaya başladıktan bir süre sonra, önümüze çıkan kıyıya paralel antik duvar yapısı ve bazı küçük kalıntılar bize Likya’nın antik Lydae kentine yaklaştığımızın müjdesini veriyor. Biraz daha gayret ediyoruz ve dağlar arasında saklanmış Lydae harabeleri karşımıza çıkıyor. Harabelerin arasındaki dinlenme molası sırasında kumanyalarımızı açıyor ve kendimizi binlerce yıl öncesinden şehrin bir sakini sanarak yemeye başlıyoruz. Kentin su sarnıçları, tapınağı, taş yazıtları ve mezarları arasında dolaşıyoruz. Hanımlar kendilerini Finike kralı Agenor’ın kızı, beyler ise tanrı Apollon’un oğulları sanarak kartal yuvası gibi bir tepeden bakıp, ellerinde dijital fotoğraf makineleri ile Akdeniz’in resmini çekiyorlar. Ne de olsa bizler o sırada şehir kaçkınlarıyız. Güzellik ve gençlik meraklılarını da zaten koyda yüzmeye bıraktık. Geldiğimiz yoldan geri dönmeyip, tepenin arkasından aşağı doğru inersek bu sefer Ağa limanı ya da Ağa koyuna ineriz. Biz ise geldiğimiz yoldan geri dönüp Manastır koyuna iniyoruz ve bizi bekleyen teknede çaylarımızı yudumlayarak yolculuğumuza devam ediyoruz.
Bundan sonraki durak Göbün Koyu. Domuz adasının güneyinde Darboğaz, onun güneyinde de Göbün koyu yer alıyor. Burası tıpkı bir tablo gibi çam ve günlük ağaçları kaplı denizle kucak kucağa bir koy. Sakin koyun sularının derinliği en fazla on metre. Koydan tepelere doğru baktığımız zaman yeşillikler içindeki kral mezarlarını görüyoruz. Teknecilere hizmet veren küçük bir aile tesisinin de olması koya bir ayrıcalık katıyor. Göbün koyunda gezimizi tamamladıktan sonra dönüş yolculuğuna başlıyoruz. Dönüş yolculuğunda ana karaya ait koylar yerini adalara bırakıyor ve onların muhteşem güzelliklerini izliyoruz. Biraz acele ediyoruz. Çünkü Göcek’e en yakın adalar topluluğu olan Yassıcalar’da gün batımını izleyeceğiz.
Yabancıların Jessica adıyla andığı bu adalarda en romantik gün batımlarını izleyebilir ve fotoğraflarını çekebilirsiniz. Eğer zamanınız çoksa Yassıcıların yanında ki Hacı Halil ve Şeytanlı adasını da ziyaret edebilir, onların da koylarında demirleyebilirsiniz. Üzerlerinde hiçbir tesisin olmadığı bu adaların birbirleri arasındaki en uzak mesafe on iki metre. İnsan eli değmemişliğin huzurunu aksettiren bu adalarda çam ve zeytin ağaçları, kumsal ile denizin bütünleştiği tablonun içine bizler de dalıyoruz ve yüzmeye başlıyoruz. Büyükçe olan adanın burnunda oluşan küçük doğal havuz çocuklar için ideal. Çocuklar kendine özel bu küçük denizin keyfini çıkarırken, bizler adalar etrafında yüzme yarışı yapıyoruz, denize girmek istemeyenler çam ağaçlarının gölgesinde ya da sahil boyunca yürüyüşe çıkıyorlar. Bir saat kadar sonra gün batımının başlaması ile herkes susuyor. Herkes ibadet eder gibi gün batımını izliyor. Hatta gün boyu yolculukta ele avuca sığmayan çocuklar bile susuyorlar.
Çok güzel bir yolcuktu. Daha anlatılmayan, keşfedilmeyi bekleyen çok yer var. Bu yaz o yerler, Göcek ve çevresinde sizleri bekliyor.