Futbol terörü…
Trafik terörü…
Tinerci terörü…
Maganda terörü…
Değnekçi terörü…
Yok bilmem ne terörü!..
Nerede mi, dediniz?.. Nerede olacak, Istanbul’un göbeğinde…
Siyasetin kanı: Servet, hayatı: Satvettir;
Zebûn-küş Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir.
Donanma, ordu yürürken muzafferin ileri,
Üzengi öpmeye hasretti Garb’ın elçileri!
M. A. E.
İncili Çavuş, saraya kapılandıktan sonra, hazırcevaplılığı ve lâtifeleriyle kendisini Sultan’a sevdirir. Pâdişahın keyifli bir gününde yanındaymış. Elindeki altın topla oynamakta olan Hükümdar, İncili’ye şöyle demiş:
-Öyle bir iş yapacaksın ki, özrün kabahatinden büyük olacak. Bunu becerebilirsen, ben de sana bu elimdeki altın topu veririm.
İncili, düşünmüş, taşınmış, sonunda çıkar bir yol bulmuş. Sarayın merdivenlerinden Sultan önde, o arkada çıktıkları sırada, hükümdarın mâbâdına parmağıyla dokunmuş. Böyle küstahça bir davranışla karşılaşmış bulunan Pâdişah, öfkesinden küplere binmiş. İncili Çavuş da hemen özür dilemiş:
-Bağışlayınız şevketli Sultanım. Bir yanlışlıktır oldu; zira sizi Hanım Sultan sandım…
-Hele şu küstaha bir bakın!.. Özür diye beyan ettiği şey, işlediği kabahatten büyük… diye söylenen Sultan’ı yatıştıran İncili Çavuş kendisini şöyle savunur:
-Özrümün kabahatimden büyük olmasını siz irade buyurmuştunuz…
***
Öncesini bilmemiz gayet tabiîdir ki, mümkün değil. Tanışmak felâketine uğradığımız günlerde yeni emekli olmuştu. Kendisini dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarı, hatibi, şairi sanıyor ve bu kuruntunun ateşiyle de yanıp tutuşuyordu. Yazdıklarını önüne gelen herkese bıktırıncaya, usandırıncaya, bezdirinceye değin dinletiyor; bundan da inanılmaz derecede zevk alıyordu. Karşındaki sıkılmış mı, bunalmış mı, hiç umurunda değildi. Şaheserlerini (!) okumuş olmanın zevki kendisi için dünyalara değil, galaksilere bile değerdi. Günlerden bir gün, şaheser yarattığı inancıyla yazdığı manzumeyi gerçek bir yazar şair olan bir zata okur. Bitince de sorar:
-Nasıl buldun?
Soruyu sorduğu kişi iyi bir şair ve güçlü bir yazar olmasından başka, hem hazırcevaptır ve hem de gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen soyundandır. Lâfını esirgemez:
-Bu okuduklarınız bana, Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” adlı muhteşem şiirini hatırlatıyor…
Bunları duyar duymaz cin atına binen, öfkenin doruklarında kanat çırpmaya başlayan kahramanımız, karşısındakini “Sen de kim oluyorsun?..” diye süzdükten sonra konuşur:
-Vallahi, der, ben bu yaşıma geldim; senin sözünü ettiğin şiiri duymadım!..
***
Zeytinburnu’nda bir apartman göçüyor… Herkesin duyduğu, okuduğu bu rezaletin ayrıntılarına girmenin, felâketi yeni baştan anlatmanın gereği yok. Deprem uzmanlarından Prof. Dr. Ahmet Ercan bu meseleyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“Bölgedeki yapılar, cd denilen, kaçak yapı türüne giriyor. İskân izni alınmış olması, binaların kaçak olduğu gerçeğini değiştiremez…”
ODTÜ’den Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu da şöyle konuşuyor:
“Çöken binanın kalitesi çok düşük.”
Şairin bir taşına bütün bir Acem mülkünü feda ettiği Şehr-i Stanbul’un Şehremini, hem mimar ve hem de doktor olan Topbaşzâde Kadir efendi de buyuruyorlar ki:
“O binanın gereken ölçülere uygun olmayışı, yapılan denetimlerde g ö z d e n k a ç
m ı ş o l a b i l i r…”
Küçük Fıkra
Bu sayımızda şöyle birkaç küçük fıkra sergilesek nasıl olur?.. Okuması birkaç dakikalık iştir, fakat yazması?.. Küçük fıkra der demez aklımıza gelen bir şey var: Doğan Nadi’nin Bir Dakika adlı kitabında şöyle bir cümle vardır: “Türkiye’de küçük fıkrayı ilk defa o yazdı.” Şimdi tut keli perçeminden!.. Adını şu anda hatırlayamadığımız bir gazetecinin “Doğan Nadi eskiden Boğaz’a bakıp keman çalardı. Şimdi yazarlarımızı çalıyor…” diye yazdığı hazret, Ömer Seyfettin küçük fıkra yazarken, kısa pantolonla geziyordu. İyi mi?..
***
Nasrettin Hoca’yı elinde kocaman yatağanla gören biri sormuş: “Hocam o koca silâhla ne yapacaksın?”
Dudaklarında alaycı bir gülümseme beliren Hoca gayet rahat,
-Bununla, demiş, kitaplardaki yanlışları düzelteceğim.
Karşısındakinin şaşkınlığı son raddeye varmış; az kalsın aklını kaçıracakmış.
-Aman Hocam, hiç o kadar büyük silâhla kitaplardaki yanlış mı düzeltilirmiş?!!
Gülümsemesi neredeyse kahkahaya varır hâle gelmiş olan Hoca,
-Bazen, demiş, öyle yanlışlar oluyor ki, bu bile küçük geliyor…
***
Futbol terörü…
Trafik terörü…
Tinerci terörü…
Maganda terörü…
Değnekçi terörü…
Yok bilmem ne terörü!..
……………………
Nerede mi, dediniz?.. Nerede olacak, Istanbul’un göbeğinde…
Bu durumu görüp içi parçalananlar da sormadan edemiyor:
-Bu koca şehirde emniyet müdürü yok mu?.. Vali yok mu?.. İçişleri Bakanı olacak zat-ı muhterem acaba nerelerde?!!
***
Nihat Yücel adındaki okurumuz Ökkeşler diyarından, Kahramanmaraş’tan soruyor:
“Ufuk Ötesi’nin Mart sayısında ‘Buna dünya derler, yenilen herzelere onda nihayet yoktur’ diye başlayan bir dörtlüğünü yayınladığınız Ömer Ferid Kam’ın o güzelim özdeyişlerinden birisi de şöyledir: ‘Ürkek olma; erkek ol!..’ Her nedense kimi kişiler bunu tersten anlayıp ‘Erkek olma, ürkek ol!..’ şeklinde algılayıp öyle hareket ediyorlar… Buna ne dersiniz?..”
Sayın Yücel ne diyelim, ne söyleyelim…Önce Gökçek Türkçemizi iyi öğrensinler; ondan sonra da okuduklarını doğru anlasınlar!..Şunu da unutmasınlar: “Hayatta korkulacak biricik şey, korkunun ta kendisidir…”
***
Hafızamız bize ihanet etmiyorsa, Ahmet Hâşim, hastalanan bir dostunu ziyarete gider.
Hastanın odasının kapısı aralıktır. Hâşim tuhaf bir manzara görür, gördüğü şey karşısında da şaşar kalır: Hastanın önünde, içinde su bulunan bir kap vardır. Hasta, ürkerek, korkarak, elleri titreyerek güç belâ sağ elinin işaret parmağını kaba yaklaştırmaya çalışır. Sonra elini çeker, yeniden aynı hareketi yapmaya gayret eder… Bu, sonu gelmeyen hareketlere hiçbir anlam veremeyen Şair, şaşkın şaşkın içeri girip hayretle sorar:
-Kuzum, Allahaşkına sen böyle ne yapıyorsun?..
Hasta gayet sakin cevap verir:
-Doktor su banyosu tavsiye etti… Kendimi suya alıştırmaya çalıyorum.
Geçen gün, Ufuk Ötesi’nde bu fıkrayı dinleyen gerçek araştırmacılardan sevgili Ayhan Yüksel gülümseyerek ekledi:
-Galiba, dedi, bu iktidar da kendisini demokrasiye böyle
***
İki arkadaş tatlı tatlı konuşuyordu. Bir ara biri sordu:
-Gırip yayılıyormuş; ne dersin?..
Soru sorulan, ne diyeyim bilmem ki.. diye başlayıp şöyle devam etti:
-Gazetelere bak… Yetkililer yalanlıyorlarsa, gırip yayılıyor demektir…
Hoyratlar
Hayatında görmemiş
Ne kamı ne de komu
Tayyip’in tutulduğu
Çankaya sendromu
Eşşeği var kazı var
Saçma sapan sözü var
“Kardeşim” dediğinin
Toprağımda gözü var
Yer beni yer beni
Türk değilim der isem
Durma, hemen yer beni
Öyle hata işlersem
Kabul etmez yer beni
İnkâr edersem Türk’ü
Kara toprak yer beni
Kara dağ, kara tepe
Boğuldu kara tepe
Kerkük’ten ses getirir
Adile Karatepe
Bitsin artık boş sözler
Gönül gerçekten özler
Ataman’ın¹ eseri
“Neler Gördü Bu Gözler”
“Kastamonu mutfağı
Zengin” demek ne demek?!!
Otuz sekiz çorba var,
Elli bir çeşit yemek²
1-Adnan Ataman
2-Ahmet Baha Gökoğlu Kastamonu yöresinden 812 çeşit yiyecek derleyerek ilin mutfağının nedenli zengin olduğunu ortaya koymakla kalmamış, ayrıca 38 çorba ile 51 çeşit ekmeğin tarifini de vermiştir. Zümrüt Nahya, “Kastamonu Mutfak Dünyasından”, Kültür ve Sanat, Kastamonu özel sayısı, Eylül 1995.
Bu tabloyu Türkiye çapında genişletmekle kalmayıp Türk Dünyası ölçüsünde ele alıp ortaya çıkacak baş döndürücü manzarayı düşünmek gerekir.