Bütün dünya Ermenistan’ın Metsamor Nükleer Santrali’ni kapatmasını beklerken Ermenistan yeni nükleer santral inşasını da tartışmaktadır. Ermenistan, santrali kapatmak için verilen uluslararası kuruluşların milyonlarca dolarlık yardımlarının üzerine yatmakta, santrali bir gelir kapısı olarak gördüğü gibi uluslar arası şantaj silahı olarak da kullanmaktadır. Bugün Iğdır ve çevresinde radyasyon sızıntısından kaynaklanan felaketler yaşanmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi – TÜRKSAM düzenlediği bir panelde ülkemiz için çok büyük tehlike arz eden bir konuyu Türk kamuoyunun gündemine getirdi. Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali. Biliyorsunuz bir kaza sonucu patlayan Çernobil Nükleer Santrali sebebiyle bugün, ülkemizde, özellikle de Karadeniz bölgesinde kanser vakalarında ciddi bir artışın olduğu söylenmektedir. Şimdi Çernobil’den çok daha büyük bir tehlike yanı başımızdadır ve maalesef Türk kamuoyu bu tehlikeden habersizdir. TÜRKSAM, bu tehlikeyi gündeme getirmekle büyük bir kamu hizmeti yapmıştır. Iğdır’dan sadece 16 km uzaklıkta ve Çernobil santralinden daha eski bir santral olan Metsamor Nükleer Santrali, Avrupa Konseyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun bir an önce kapatılması yönündeki bütün ısrarlarına rağmen çalıştırılmaya devam edilmektedir. Dünyanın en eski ve en tehlikeli teknolojisiyle inşa edilen, hiçbir güvenlik tedbirine sahip olmayan Metsamor Nükleer Santrali, teknik ömrünü tamamlamıştır ve bir an önce kapatılmalıdır. Ancak Ermenistan enerji açığı olmamasına rağmen, yanı başımızdaki bu saatli bombayı çalıştırmaya devam etmektedir. Metsamor Nükleer Santrali’nin mevcut tehlikesi son olarak İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü tarafından TÜBİTAK desteğiyle hazırlanan “Türkiye Çevresindeki Nükleer Enerji Santrallerinin Bir Kaza Durumunda Türkiye'ye Olası Tehditleri” konulu araştırma ile de net bir şekilde ortaya konmuştur. TÜBİTAK tarafından kamuoyuna açıklanacak bu çalışmada atmosferik koşullar ne olursa olsun Metsamor’da meydana gelecek Çernobil benzeri bir kaza halinde, 24 saat içinde radyasyonun Doğu ve Güneydoğu bölgesini tamamen etki altına alacağı, sonraki günler tüm Türkiye'ye yayılacağı gerçeği ortaya konulmuştur. Uluslararası standartlara göre 5 ve üzeri şiddetteki depremlerin olabildiği bölgelerde nükleer santral yapılmasına izin verilmemektedir. Oysa SSCB döneminde hiçbir önlem alınmadan 9 şiddetindeki depremlerin yaşanabileceği bir bölgede nükleer santral yapılmıştır. Ermenistan’ın Spitak bölgesinde meydana gelen ve 25 bin kişinin ölümüne sebep olan depremden sonra 1988 yılında santral kapatılmıştır. Yeni bir depremi daha kaldıramayacak nitelikte olan Metsamor Santrali başta Ermenistan’ın kendisi olmak üzere Türkiye ve diğer bölge ülkeleri için taşıdığı bütün risklere rağmen santralin ikinci bloğu 1995 yılında yeniden devreye sokulmuştur. Deprem bölgesinde kurulmuş, daha önce irili ufaklı birçok kaza yaşanmış ve bu yüzden yedi yıl kapatılmış, hiçbir iyileştirme yapılmadan yeniden açılmış bir santraldir. Toplam 5 büyük ve 150’den fazla da küçük kazanın yaşandığı Metsamor’da ilk kaza 1982 yılında meydana gelmiştir. Birinci bloktaki jeneratörün patlaması ve ardından da bağlantı kablolarının yanmasıyla başlayan kazada çok büyük bir risk atlatılmıştır. Zira bu kazayla beraber santralin koruma sistemleri tamamıyla devreden çıkmıştır. Son yıllarda santralde yaşanan küçük çaplı kazalar bu santralin sık sık kapanmasına sebep olmaktadır. 2003 yılı başlarında kapatılan santral Nisan 2003’te 407 MVt gücündeki Metsamor 2 bloğunu yeniden devreye sokmasıyla faaliyetine başlamıştır. Diğer yandan 2004 yılı yaz ayında yaşanan küçük çaplı bir kaza da santralin birkaç ay kapalı kalmasına sebep olmuştur. Yerleşim merkezlerine 90 kilometre uzaklıkta olması gerekirken buna dikkat edilmemiştir. Bu santral dünyanın bütün ilgili kuruluşlarının yetkilileri ve Ermenistan’da görev yapan diplomatların ifadesiyle dünyanın en tehlikeli ve hemen kapatılması gereken nükleer santralidir.
Ermenistan’ın Azerbaycan ile savaş halinde olması ve diğer komşusu Gürcistan’da ise yaşanan Gürcü-Abhaz sorunundan dolayı da Gürcistan üzerinden Rusya’yı Ermenistan’a bağlayan kara ve demiryollarının kapalı olması sebebiyle Metsamor Nükleer Santrali’nde kullanılan nükleer yakıtlar Rusya'dan hava yoluyla Ermenistan’a getirilmektedir. Dünyada benzeri görülmeyen bu tehlikeli uygulama ile uranyum taşıyan uçaklar Erivan’daki sivil havaalanlarına inmektedirler. Nükleer yakıtın uçakla taşınmasının yanlış bir yöntem olduğu uyarısında bulunan AB'nin Ermenistan temsilcisi Alexis Louber, nükleer yakıtın havayoluyla taşınmasını “Potansiyel bir nükleer bombayla uçmak gibi” diye tanımlamıştır.“Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok; sevkıyat deniz ya da demir yolu ile yapılır” demiştir. Louber, “Prensip olarak, nükleer reaktörlerin sismik açıdan aktif bölgelerde kurulmaması gerekiyor. Bu reaktör, tüm bölge için tehlike yaratmaktadır.” Birleşmiş Milletler Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ve Avrupa Birliği (AB) verilerine göre Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali dünyadaki en tehlikeli nükleer santral olarak kabul edilmektedir. Ermenistan bir taraftan AB ve IAEA’ya santrali kapatma yönünde taahhütlerde bulunurken, diğer taraftan Rusya Federasyonu ile görüşmelerine devam ederek, santralin çalışması için gerekli olan zenginleştirilmiş uranyumu temin etmiştir. Bugün İran’ın nükleer santral yapımına karşı çıkılmasının en büyük sebeplerinden birisinin İran’ın ilerde santrallerde kullanılan zenginleştirilmiş uranyumdan nükleer silahlar elde etme olasılığı olduğu ileri sürülmektedir. Bu sebeple ABD ve İsrail, İran’ın nükleer silah elde etme olanağını her ne pahasına olursa olsun durduracaklarını açıkça ifade etmektedirler. Oysa gözden kaçan husus Ermenistan’ın da yıllardır kullandığı Metsamor santralinden bu türden nükleer silahlar elde etme imkânına sahip olmasıdır. Diğer yandan her türlü teröristlerin bir baskınla veya diğer yollarla da olsa Ermenistan’dan her zaman zenginleştirilmiş uranyum elde etmek ihtimali yüksektir. Bu sebeple Ermenistan’ın sahip olduğu santral bir kaza yaşanması olasılığının yanı sıra elde edilecek nükleer silahlarla başta Türkiye ve Azerbaycan olmak üzere bölge dışı ülkelerin güvenliği de tehlike altındadır. Zira, ABD’ye karşı yapılacak bir terör saldırısı için en kolay elde edilecek zenginleştirilmiş uranyum kaynağı Ermenistan’dır ve bu ülke Metsamor Nükleer Santrali ile bölge ve dünya güvenliği için tehlike oluşturmaktadır.
Bütün dünya Ermenistan’ın Metsamor Nükleer Santrali’ni kapatmasını beklerken Ermenistan yeni nükleer santral inşasını da tartışmaktadır. Ermenistan, santrali kapatmak için verilen uluslararası kuruluşların milyonlarca dolarlık yardımlarının üzerine yatmakta, santrali bir gelir kapısı olarak gördüğü gibi uluslar arası şantaj silahı olarak da kullanmaktadır. Bugün Iğdır ve çevresinde radyasyon sızıntısından kaynaklanan felaketler yaşanmaktadır. Iğdır’da kanser vakaları artmıştır. Çocuk ölümlerinde ciddi bir artış vardır. Hayvanlarda doğum yüzde yirmiye düşmüştür. Doğanlarda sakatlık oranı artmış, üç-beş bacaklı hayvanlar doğmaya, ağaçlar kurumaya başlamıştır. Çünkü Ermenistan, santralde kullandığı suyu hiçbir işlem yapmadan doğrudan Aras’a akıtmaktadır. Sınır bölgelerinde bitki örtüsünde meydana gelen kurumaların, hayvanlarda artan sakat doğumların, insanlarda kanser, sakat doğum ve ölü doğum ile çocuk ölümlerinde meydana gelen artışların Metsamor sebebiyle ortaya çıktığı apaçık ortadadır. Iğdır’da insanlar mutsuz, geleceklerinden endişelidir. Yukarıda bahsi geçen hastalıklara bundan sonra santrale en yakın yerleşim birimi olan Iğdır'da sıkça rastlanılacağı, bu hastalıkların artış oranlarının giderek artan tempoda olacağı beklenen bir gelişmedir. Radyasyona maruz kalanların gizli hastalık evreleri geçirdikleri ve bunun sonuçlarının yaklaşık 5-30 yıl sonra ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Nitekim, Çernobil faciasının Doğu Karadeniz halkı üzerindeki etkileri ancak 18 yıl sonra görülmeye başlamıştır. 1995’te yeniden açıldıktan itibaren 9 yıldır faaliyet gösteren Metsamor Santrali’nin etkileri ortaya çıkmaktadır. Iğdır’daki son durum ciddi bir değerlendirmeden yoksundur. Yetkililer bu durumu araştırmalı, sonuçları dünya kamuoyuna duyurmalı ve aradaki korelasyonun ispatlanması durumunda uluslararası hukuk mekanizmasını harekete geçirmelidir. Türkiye’de en son teknolojiyle kurulmak istenen nükleer santrallere karşı kamuoyunda tepki oluşturulmaya çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Bu tepkinin arkasında uluslar arası güçler bulunmaktadır. Devletler ve onların uzantıları durumundaki güya sivil toplum kuruluşları, günümüz teknolojisiyle inşa edilecek olan ve nükleer bakımdan bir kömür santralinden bile çok daha az tehlikesi olan nükleer santrallere karşı çıkmaktadır. Amaç Türkiye’nin bu teknoloji ve bilgiye sahip kılınmamasıdır. Hal böyle iken nedendir bilinmez, adı sanı büyük çevreci örgütler, sivil toplum kuruluşları, basın ve siyasi partiler, sınırımızdan sadece 16 km uzaklıkta olan ve birinci dereceli deprem bölgesinde bulunan Metsamor ile ilgili olarak hiçbir faaliyette bulunmuyor. Çevreci örgütlerin en tanınmışı olan Greenpeace, santralin Ermenistan’da olması sebebiyle (!) konuyla ilgilenmiyormuş. Halbuki insan haklarının ihlali, çevre haklarının ihlali sınır tanımaz. Peki hükümet neden ilgilenmiyor? Bir yanda Ermenilerce uluslar arası arenada sıkıştırılmaya çalışılan bir Türkiye, işgal edilmiş Azerbaycan toprakları, bir yanda da insanlık için korkunç felaketlere yol açacak, saatli bir bombayı elinde tutan ve alenen Türkiye’yi tehdit eden Ermenistan. Galiba hükümet, Van Akdamar’daki Ermeni isyanı sırasında kızlarımızın ve kadınlarımızın kaldırılıp ırzına geçildiği Ermeni kilisesini (bu sebepten dolayı bu adaya “tecavüz adası” denilir) onarıp, yüzlerce yıldır cami olarak kullanılan bir binayı Süryani kilisesi haline getirmekten vakit bulup bu konulara eğilemiyor! Soykırım iddialarını uluslar arası mahkemelere götürmek yerine Metsamor, işgal edilen Azerbaycan toprakları, Karabağ, Hocalı soykırımı uluslar arası mahkemelere götürülmeli ve sonuç alınmalıdır. Maalesef Azerbaycan ve Türkiye yönetiminin dikkatleri dağınıktır ve meseleleri çözmek yerine oyalanmakla meşguldür. Metsamor’da yaşanacak bir kaza veya Ermenistan’da meydana gelebilecek bir deprem sonucu oluşabilecek bir facia, Türkiye (Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizin tamamı), Azerbaycan, İran, Nahçivan, Gürcistan ve aynı şekilde göçlerle nüfusunun yaklaşık yarısını kaybeden Ermenistan halkı için bir felaket olabilir. Dolayısıyla santralin kapatılması için yapılacak çalışmalara sadece Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan kamuoyunun değil, büyük bir tehlike içinde olan Ermenistan halkının ve sivil toplum kuruluşlarının da katılması son derece önemlidir. TÜRKSAM’ın düzenlediği konferansta Ermenistan veya nükleer enerji karşıtı olunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu bölgedeki farkında olmadığımız büyük bir tehlikeyi önlemek için çalışmaların koordinasyonu ve kamuoyumuzu bilinçlendirme amaçlanmıştır. Çünkü bir an önce Türk ve dünya kamuoyunun (bu arada Ermenistan’ın) bu konuda harekete geçirilmesi gerekmektedir. Bu vesileyle bütün uluslararası kuruluşları, sivil toplum kuruluşlarını, çevre örgütlerini, bölge halkı ve yerel yönetimlerini, basın ve yayın kuruluşlarını, hükümetimizi, Dışişleri, Çevre ve Sağlık bakanlıklarını, ilgili devlet mercilerini ve tüm insanlığı göreve çağırıyorum. Sorunu mercek altına alan “Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali’nin Çevre ve Bölgeye Etkileri” konulu panelini düzenleyen TÜRKSAM’ı ve Başkanı Sinan OĞAN’ı kutluyorum. Daha geniş bilgi için ; http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=1&yazi=1259