Kasım 2008

Ö T E S İ

 

19.04.2024 



Tarih Bilinci

 
Rasim Giresunlu

Osman Ağa-Ali Şükrü ve Atatürk Olayında Son Yirmi Günün Öyküsü–4


Yazımıza bıraktığımız yerden devam ediyoruz. Mustafa Kemal Paşa ve eşi 13 Mart 1923 tarihinden itibaren Akdeniz’e yaptığı gezisini tamamlayıp Ankara’ya 25 Mart 1923 Pazar günü dönmüştür…Bilindiği üzere Atatürk Ankara’ya ilk kez 27 Aralık 1919 günü öğleden sonra gelerek vilayetin önünde ilk konuşmasını yapmış ve “vatan topraklarında tek düşman askeri bırakılmayacağını” da söylemişti. Bundan sonra da 27 Aralık 1919 akşamı Ziraat Mektebi binasına yerleşmişti.

Bu sırada Gazi Topal Osman Ağa, Doğu Karadeniz bölgesinde Rum saldırganlarını etkisiz hale getirmeye çalışıyordu.
Atatürk, Mayıs 1919 sonlarından itibaren Osman Ağa’nın yaptığı mücadeleyi de takip etmeye çalışmıştır. Çünkü onun Osman Ağa ile ilgili ilk diyalogu 19 Mayıs 1919’dan sonra olmuştu.
“Atatürk’ün çarşaf giyip kaçması” iftirasına karşılık olarak başlattığımız yazımızın geçtiği mekanlardan birisi de Çankaya’daki eviydi. Bu eve yerleşmeden önce Atatürk’ün Ankara’da oturduğu yerlerle ilgili bilgiler de verelim. Sonraki tarihlerde Dışişleri Bakanı olacak olan Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ne daha yerleşmeden öncesindeki konumunu şöyle anlatır:
“1920 yılı sonbaharındayız (...) Büyük Millet Meclisinin ve Hükümetinin merkezi yapılan bu kasaba, henüz büyük bir köy halinde bulunuyordu. Kasaba içinde geceleri elimizde fenerle dolaşırdık.
Mustafa Kemal, istasyondaki küçük bir binada oturuyordu. Uzun bir seyahate, Moskova’ya çıkacağım için, arkadaşlarımın davetlerine boğulmuştum. Bunların içinden, hareketimin arifesinde, İstasyon Otelinde, iki mühim çete reisinin muhafızlarıyla birlikte iştirak ettikleri daveti, bir türlü unutamam. O gece, dehşetli bir cidal için hazırlanmış olan Karadenizli ve Akdenizli bu adamlar, kıvrak milli danslarını, gün doğuncaya kadar oynadılar.”
1921’in ilk aylarıyla ilgili olarak o dönemde Ankara’da bulunan ve daha sonra da bir süre Çankaya’da da görev alan birisi de şunları yazar:
“Nihayet Ankara...
Mahallî kıyafetleriyle pürsilah (…) muhafızların halesi ortasında nahif yüzlü, gri kalpaklı genç Mustafa Kemal'in Anadolu lokantasına gidişi…
Bekir Sami Bey merhuma götürdüğüm mektup...
O Londra konferansına gittiği için teklif edilen Samsun Ziraat Fen memurluğuna tayinim…
Ankara’dan Samsun’a inerken Kavak yolunda Pontus eşkıyasının ateşinden ürken atların gemi azıya alarak yaylı arabasının bir kibrit kutusu gibi yokuşlardan aşağı sürüklemesi...
Arabanın paramparça olacağı bir sırada yamaçların arkasına sapıp kurtuluşumuz ve bir çocuk denecek kadar genç olan arabacı ile sevinçten ağlaşmamız.
Nihayet Samsun…
Pontusçuların yollarda pusu kurup parçaladıkları köylülerin Hükümet Konağı bahçesinde sık sık teşhiri…
Bu suretle halktaki azim ve intikam duygularının şahlandırılması...
İnönü muharebeleri…
Sokaklarda havadis bültenlerinin asılmasını sabırsızlıkla bekleyen heyecanlı insan kümeleri...
Topal Osman’ın Samsun’a gelişi...
Maiyetiyle Hükümete çıkarken merdivende rastladığı beni, baştan aşağı süzüp:
‘BURADA NE ARİYSİN?” diye soruşu...
“Ziraat memuruyum Ağa” deyince
“GEÇ BAKAYUM” diye inmeme izin verişi…”
Mustafa Kemal Paşanın Çankaya’daki emniyetini sağlayan Gazi Topal Osman Ağa ve Giresun uşakları hakkında, o günlerde çocukluğunu Ankara’da yaşamış olan bir hatırat sahibi de şu bilgileri vermektedir:
“Önceleri muhafız olarak Topal Osman Ağa’nın siyah zıpkalı Karadeniz uşakları vardı. Göğüslerine sarılı çifte fişeklikleri, bellerindeki Sürmene bıçakları ile uzun Dağıstan kamaları ile biz çocukların adeta birer ilahı gibi idiler. Sonraları, yeni kurulan muhafız birliğinin mızraklı süvarileri onların yerini aldı.”
Atatürk 27 Aralık 1919 gününden Çankaya’daki köşk alınana kadar, Ankara’da önce Ziraat Mektebi binasının üst katının sol kısmındaki iki odada kalmıştır
Bu binayı Halide Edip şöyle anlatır:
“Öğleden sonra beni karargâha götürmek için bir araba geldi. İşte bu yer, yeni bir hükümeti ve yeni cumhuriyeti yaratacak binaydı. Bu bina Ankara'nın kuzeyinde bir sürü sırtlardan birinin tepesinde yapılmış bir taş binaydı. Bunu vaktiyle İttihatçılar Ankara'da Ziraat Okulu olarak kurmuşlardı. Sol yanındaki vadide de Numune çiftliğini ve ona gereken binaları yaptırmışlardı. Şimdi, okul kullanılmadığı için çiftlikte kalan öğrenci yoktu. Ve bize orada yer vereceklerdi.
Araba güçlükle sırtın tepesine tırmandı. Binanın önünde iki asker nöbet bekliyordu. Loş antreye açılan koridorlar vardı. Beni yukarıya bir çavuş çıkardı. Geniş ve aydınlık bir odaya girdim. Kapıyı açınca, Mustafa Kemal Paşa ve diğer birkaç kişinin tarihsel bir rol oynayacakları sahneye girdim gibi gel¬di. Mustafa Kemal Paşa, Adnan ve Cami Bey'le görüşüyordu. Kapının önüne kadar geldi, elimi öptükten sonra, sedire karşılıklı oturduk.”
Gerçektende cumhuriyetten ziyade Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelini Atatürk Ziraat Okulunda atmıştır.
Bu süreçten sonra da istasyon binasının bitişiğindeki binada kalmıştır. Bu binada da Fikriye Hanımla olan ilişkisi gelişecektir. O günlerde Latife Hanım daha piyasada yoktur.
Halide Edip şöyle yazar: “Son zamanlarda Mustafa Kemal Paşanın da sıhhati iyi değildi. Evinde ona bakacak bir kadın olmadığı için Dr. Adnan endişeliydi. Nihayet, akrabasından bir kadının gelip ona baktığını memnunlukla haber aldık. Ben, Ankara'nın öbür tarafına nadiren geçtiğimiz için, nerede oturduğunu bilmiyordum. Artık karargahta da pek az bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşanın iki atlı bir arabası vardı. Fakat buna pek az binerdi. Bir gün, onu arabasında Fikriye Hanım adındaki yeğeni ile gördüm. Çok güzel, hüzünlü yüzlü bir kadındı. Anlaşılan sağlığı da o kadar iyi değildi”.
Atatürk nihayet 1921 yılı baharında Çankaya’ya yerleşmiştir. Çankaya’daki Bulgurlu Tevfik Efendi’nin bir köşkü bulunmaktaydı. Bu köşke Kasapoğlu Köşkü derlerdi. 4500 liraya satılığa çıkarılmış ve burayı belediye satın almış ve sonra da Atatürk ve beraberindekiler de buraya yerleşmişti.
Atatürk’ün beraberinde bulunanlardan ve en yakınında olanlardan Salih Bozok ve ayilesi de aynı günlerde Çankaya’ya yerleşir. Bu yerleşme olayını S.Bozok’un oğlunun hatıratından izleyelim:
“Ankara'ya geldiğimin ertesi yılı, yaz başlangıcında bir gün babam, bir hafta içinde Çankaya'ya taşınacağımızı, ona göre hazırlanmamı söyledi. Çünkü Paşa'ya orada Bulgurluların köşkünü tutmuşlar, babama da Serattarzadelerden Kerim Efendi'nin evi kiralanmıştı.
Kararlaştırılan günde Paşa ile birlikte Çankaya'ya taşındık. İstasyondaki binada bütün kadrosu ile özel kalem müdürlüğü kaldı.
Serattarzadeler, Ankara'nın eşrafındandı. Bize kiralanan bu bağ evi oldukça büyüktü. Birinci katı kâgir ikinci katı ise, ince kırmızı tuğladan yapılmıştı. Bağlık sahası da epeyce genişti. Evin önünde bakımlı bir bahçesi, biraz ilerisinde yemişliği ve sebzeliği bulunuyor¬du. Binanın yanı başında da Ankara taşından yapılmış güzel ve durmadan akan, yalaklı bir de çeşmesi vardı. Bu çeşmenin önünde yüzünü yıkamış Paşanın ve yanı başında duran babanım bir fotoğrafı vardır. Foto zabiti Esat Bey tarafından çekilmiştir. O gün ben de oradaydım.
Çeşmeden boşalan sular, tam karşıdaki üzüm asmasının örttüğü çardağın önünde bir havuza geliyordu. Bahçenin bir kenarında da oldukça büyük bir ahır mevcuttu. Bu da babamın çok sevdiği atları için güzel bir şeydi. Üstelik bir de seyis odası bulunuyordu. Evimiz küçük bir yamaca yaslanmıştı. Yamacın üstünde badem ağaçlarının bulunduğu bir düzlük geliyordu. Burası da eve aitti. Paşanın evine de burada başlayan bir toprak yolla gidilirdi, 200 - 250 metre kadardı.
Eve yerleştiğimiz günün ertesi sabahında, bülbül sesleriyle uyandık. Bunlara karışan ve durmadan akıp giden çeşmenin su sesi de ayrı bir müzikli hava yaratıyordu. Bu, çok hoş bir şeydi. Özellikle bizim gibi istasyondaki binada vakitli vakitsiz duyulan lokomotif gürültüleri, tren düdükleri ye kampana seslerinden bizar olanlar için.
Sağ tarafımızda bizim bahçeye bitişik küçük bir bağ evi vardı. Geldiğimizde boştu. Bir süre sonra buraya Doktor Binbaşı Sıtkı Bey taşındı. İkisi öğretmen, öbürü ev kadını, en küçüğü de benim yaşımda dört kızı vardı. Bu ayile, Paşanın annesinin Akaretler'den komşuları olduğu için onun himayesi altındaydı ve Paşanın zaman zaman yaptığı ayile toplantılarında bulunurlardı. Bu toplantıların bir kısmı bizim evde yapılırdı. O günlerin bir tür sosyete hayatıydı. Bizdeki toplantılarda ben de bulunurdum. Benim için çok ilginçti. Gelenler, o zamanın kalburüstü kişileriydi. Sıtkı Bey'in okumuş kızları kısa bir zaman sonra güzel evlilikler yaparak gittiler.
Evimizin sol tarafında, kırk, elli metre uzağında bulunan bağ evinde de İktisat Vekili Celâl Bey (Bayar) oturuyordu. Sabah, akşam kır atının üstünde siyah peleriniyle başında kalpağı olduğu halde geçişi hâlâ gözümün önündedir.
Bizim evden daha çok aşağılarda, bugün İsmet Paşanın köşkü karşısındaki meydanlığa yakın bağ evlerinde Diyarbakırlı Kazım Paşa (Samsun Valisi), Ruşen Eşref Ünaydın ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu Beyler oturuyorlardı. Onların biraz ilerisindeki evde İzzettin Çalışlar Paşa ailesine aitti. Celâl Bayar’ın oturduğu evin alt tarafındaki vadide bizim tarafa bakan yamaçtaki bir bağ evine Sakarya zaferinden sonra, Evrenoszade Ali Muhsin Bey'in damadı, Paşanın Harbiye sınıflarından arkadaşı Mithat Bey (Denli) geldi. Zengin bir zattı. Üstelik eli açık ve keyif ehli olduğu için de haftanın bir kaç gecesinde arkadaşlarını toplar, evinde sazlı sözlü ziyafetler verirdi. Yazar Akagündüz ve Bülent Ecevit'in babası Adli Tabip Fahri Bey, Mithat Bey'in baş konuklarıydı. Paşa da babam da zaman zaman Mithat Bey'in ziyafetlerine katılırlardı. Ailelerimiz münasebetiyle arkadaş olduğum Mit¬hat Bey'in büyük oğlu Ali Muhsin, bu ziyafetlerin bazılarına beni de davet ederdi. Biz başka bir odada yemek yer, saz dinlerdik.
Bulgurluların Paşa'ya tahsis edilen köşkü, tamamen taştan yapılmış güzel görünümlü bir yapı idi. İçi de sevimliydi. Çankaya'nın en egemen yerinde bulunduğundan Faruk Nafiz Çamlıbel’in orasını bir kartal yuvasına benzetmesi, haksız değildi. İki setten ibaret bahçesi büyük ağaçlarla çevrelenmiş ve bunların altında durmadan akan çeşmenin suları da oldukça büyük bir havuzu dolduruyordu.
Çoğu akşam üzerileri Paşanın manevi evlâdı Abdürrahim ile okul dönüşü, elimize oklarımızı alır bu ağaçların üzerinde tüneyen yüzlerce serçeye atıp onların bir kaçını yere serer, sonra da aşçıbaşıya pişirtir, kendimize ziyafet çekerdik.
Köşkün bahçesinde iki bina daha vardı. Bunlar asıl Köşk'ün biraz aşağısındaydılar. Birisinde yaverler ve bürolar bulunuyordu. Daha küçük olan öbüründe de Personel oturuyordu. Bahçenin aşağı taraflarına gelen kısım, Kavaklıdere'den itibaren yükselen vadinin sonunu teşkil ediyordu. Burada oldukça büyük bir bağ köşkü vardı. Bahçesinin kavak ağaçlarıyla ünlüydü. Burası Ankara eşrafından Nazım Bey'e aitti. Bu köşkte bir sure Millî Mücadelenin kahraman kumandanlarından Derviş Paşa oturdu.
(…) Daha çok sonraları, bu Nazım Bey'in Köşkü'nde Fethi Okyar da oturmuştur. Bu ikamet, Paşanın Latife Hanım'la evli olduğu günlere rastlar. Köşkün yakınında bulunan, yamaca isabet eden bağ evinde de refakat subayı Mahmut Bey (Soydan), Paşanın köşkünün bahçe cümle kapısına yakın bulunan evde de Fuat Bey (Bulca) oturuyorlardı.
İsmet Paşa, ünlü pembe köşke neden sonra geldi. Çankaya'nın bir kısım evleri de muhafız kıtası tarafından işgal edilmişti. Geriye kalanların sahipleri Ankaralılar da, sadece yaz aylarında gelirlerdi.
Paşanın köşkünü, ana binaya yakın bir kulübeye monte edilmiş kasnaklı küçük bir motordan elde edilen elektrik aydınlatıyordu. Bizim evlerde petrol ve karpit lambaları kullanılıyordu. Karpit rüzgâra karşı da yandığı için revaçtaydı. Maiyet erkânını teşkil eden bizim evlerimize birer manyetolu telefon yerleştirilmişti.
İnönü muharebeleri sonrası, Çankaya'da Paşanın etrafında yaşayanlar ve onların çoluk çocuğu arasında, kader birliği etmiş insanların samimiyeti vardı. Paşanın yarattığı Kuvayı Milliye ruhu bütün benliklerini sarmıştı. Maddi imkânsızlıklar içinde bulunmalarına karşın kendilerini manevi bir zenginliğin hudutsuzluğu içinde görüyorlardı. Ve her geçen günün onları bir parça daha büyük kurtuluş gününe yaklaştırdığı inancı içinde idiler. Bu inanış, yalnız onlarda kalmıyor, büyük bir hızla Ankara'ya, memleketin diğer kısımlarına da yayılıyordu. Bilhassa, Sakarya Zaferinden sonra da en yüksek noktasına varıyordu.
Çankaya'ya yerleştikten kısa bir sure sonra, Topal Osman Ağa, Giresun'da gönüllü olarak topladığı iki bölük muhafız efradını, Mustafa Kemal Paşanın emrine tahsis etti. Bu bölümlerden birisi piyade, öbürü süvari idi. Bugün meydanlarda, sahnelerde seyrettiğimiz Kara¬deniz uşağı kıyafetinde bulunuyorlardı. Hepsi de seçme olduklarından, çakı gibi delikanlılardı.”
Artık Çankaya’ya yerleşmiş olan Atatürk’ü Gazi Topal Osman Ağa ve Giresun uşakları koruyacaktı. Bunu da Atatürk istemişti… Devam edeceğiz…


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam 10182 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002