Bilim adamları, her insanda kanser hücrelerinin dağınık şekilde mevcut olduğunu, ancak bünyenin zayıf düştüğü anlarda bu hücrelerin hemen birleştiğini ve bir anda kanser hastalığını oluşturduğunu söylüyorlar. Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de kanser hücreleri taşıyan insan vücuduna benzetebilir miyiz? Evet. Vatanın ve milletin zayıf düştüğü/düşürüldüğü durumlarda bünyemizdeki zararlıların hemen birleştiğini ve hastalığa yol açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hastalığın boyutları üzerine çok yazıldı, çizildi. (O kadar ki kimse kulak asmaz oldu.) Kesin olan bir şey var: Öncelikli olarak bünyemizin en sağlam taraflarının zayıflatıldığını görüyoruz. Türk ailesi kolay kolay dağılmaz diye kendimizi avutmayalım! Dallas ve benzeri televizyon dizileri ile yapılmak istenen şey gerçek oldu: Boşanmalar süratle çoğalıyor, annesiz ve babasız akrabalarının yanında büyüyen çocuklar artıyor. Neredeyse orta dereceli okullarda okuyan çocukların yarıya yakını parçalanmış aile çocuğu. Zararlı alışkanlıkların ilköğretim seviyesine kadar yayıldığı söyleniyor. En tehlikelisi çocuklarımızı artık biz eğitmiyoruz. Çünkü evimizi geçindireceğiz diye çalışmaktan anamız ağlıyor ve çocuklarımıza ayırabilecek çok az zamanımız var. Üstelik okumuyoruz.
Anlatabilecek çok az masalımız, hikâyemiz, kahramanlığımız kaldı. Hepsi unutturuldu! Oysa yabancıların milyarlarca dolar akıttığı beyin yıkama kuruluşlarının anlatacakları çok hikâye, masal, ütopya var. Çocuklarımızı artık televizyonlar, internet kahveleri, sanal ortamdaki sohbet odaları, kahveler, barlar, diskolar eğitiyor. Eğitmiyor adeta iğfal ediyor.
Başka hangi alana bakarsanız bakınız, zayıflayan/zayıflatılan bünyemizin dehşet verici örnekleri görülüyor. Tarihte görülmedik şekilde yönetim boşluğu -hem de iktidarın bu kadar yüksek halk desteğine rağmen- yaşanıyor. Neredeyse bütün kurumlar vekillerle idare ediliyor. (Bazı çok önemli kurumlarda idare boşluğu yaşatılması gafletle açıklanamaz.) Çok önemli bir dönüm noktası yaşayan Türkiye'de TRT'nin vekâletle yürütüldüğü hatırlanmalıdır. (TRT'nin elinde 240 trilyon olduğu, buna rağmen yeni programlar yaptırılmadığı, bu para gerekçe gösterilerek elektrik paylarının da kesileceği, buna zemin hazırlandığı söyleniyor!)
Kötü giden işleri düzeltmek için kurulan yüksek kurullar, üst kurullar, sanki işleri düzeltmek için değil, ilgilendikleri alanın içini tamamen boşaltmak için kurulmuş gibidir. Mesela RTÜK, sanki özel televizyonların devlete olan borçlarını ertelemekten sorumlu bir kurummuş gibi çalışıyor. Milyarlarca dolarlık borçlar (1986'dan bu ana frekans bedeli olarak ödenmesi gereken bedel 16 milyar dolar!) tahsil edileceğine, kıymeti kendinden menkul yayıncı (!) Nuri Çolakoğlu'nun başını çektiği özel televizyoncular birliği marifetiyle devletin yayın kurumunun, TRT'nin imkânları ile şirket kurdurulmaya çalışılıyor, “sayısal yayıncılık” adı altında vericilerin peşkeşi gündeme geliyor! İçeriden, TRT'den de Erkan Can adlı daire başkanının yardımcı olduğu bu yeni oluşuma, Anten A.Ş. adlı şirkete TRT Genel Müdür vekili Ali Güney'in genel müdür yapılacağı konuşuluyor. Al gülüm, ver gülüm, minareye kılıf hazırlanıyor. Resmi ve özel televizyonların kamuoyuna sağlıklı yayınlar yapmasını sağlamakla görevli RTÜK, lağım gibi akıtılan (haber ve programlardaki durum en hafifinden böyle anılabilir.) pisliklerle uğraşmayı bir kenara bırakmış, altı-yedi işaretle meseleyi çözdüğünü düşünüyor. Hak, hukuk, adalet ve Müslümanlıktan söz eden RTÜK yöneticileri, eskiyi aratacak kadar mezhebi geniş davranıyor. Dahası kurumundaki yolsuzluğu ortaya koyduğu, ayının inine çomak soktuğu için baş ağrıtan bir doktorun unvanını elinden alıp memur yapıveriyorlar! Fazla söze ne hacet, "Kork Allah'tan korkmayandan” denilmiştir; Çeşitli kurumların yöneticileri gözü dönmüş bir şekilde rant peşine düşmüşler.
Bünyemizin zafiyetine, Dink cinayeti sonrasında yaşanan gelişmeler, yayınlar, açıklamalar, yalanlamalar işaret ediyor. Bu, zayıflığın oluşması için dışarıdan yapılan faaliyetlerin, içeriden ne kadar desteklenebileceğine dair canlı bir örnektir. Türkiye gemisi, azgın dalgalarla boğuşurken, içte isyan / lar çıkarmaya çalışan güçler vardır. Bu güçlerin başında da ne yazık ki basın gelmektedir. Türk Basını (!), bünyemizdeki hastalıkların tedavisi için değil, bağışıklık sistemimizin tamamen yok edilmesi için çalışmaktadır.
Türk Milleti, uyuduğu bu derin gaflet uykusundan uyandırılmalı, kendisini ancak canhıraş bir mücadele ile kurtarabileceği anlatılmalı, çok daha zor gelecek günlere hazırlanmalıdır. Göstermelik törenlerle de bu iş olmaz. (Isıracak köpek dişini göstermez!) Bu mücadele, elbette Türk Milletinin zaferiyle sonuçlanacaktır. Önemli olan, şimdi örnekleri apaçık karşımızda arz-ı endam eden kanser hücrelerinin, bir daha nüksetmeyecek şekilde kökünden kurutulmasıdır. Bünyemizin, içten ve dıştan yapılan bu kadar büyük tahribatı, sonsuza kadar kaldırması mümkün gözükmüyor.