İran'ın, iç talebi karşılayamadığı gerekçesiyle doğal gaz akışını durdurduğu haberi tam da kışa uygun soğuk duş etkisi yaptı. Enerji Bakanı her ne kadar bu kış üşümeyeceğiz dese de ileri sürdüğü çare bu konuda herhangi bir B planımızın olmadığını da ortaya çıkardı. Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğini söyleyen atalarımıza rağmen Bakanımız Hilmi Güler, taşıma gemiyle gaz sorununu çözeceklerini ifade etti, gülerek.
Hatta bunu epey zamandan beri düşündüklerini söyledi. Epeyden beri düşünülen şeye bakar mısınız dostlar. Gaz kesilir endişesine karşı, dört yıldan beri düşüne düşüne ancak gemiyle gaz takviyesi yapmayı düşünebilmek bir hükümetin acizliğini anlatmaya ne kadar yeter bilemiyorum.
İsterseniz bu konuda, sayın Enerji Bakanımızın, enerji üretimi konusundaki
düşünce enerjisini bir yana bırakıp bugün için araya birilerinin veya gaz gemilerinin girmesiyle çözülebilen doğalgaz konusunun Türkiye’deki yapılanmasına nazar edelim.
Türkiye yaklaşık iki sene önce de Rusya Federasyonu ile böyle bir sorun yaşamıştı. İster Rusya ister İran, ister ihtiyaçtan ister keyfiyetten gaz kesmiş olsun. Sonuçta İran’a ve Rusya’ya gaz konusunda muhtacız. Ne yapıp edip gaz almaya mahkumuz. Ama her iki ülkeye de karşı yaptırımımız yok.
Peki Türkiye, yıllar öncesinde diğer enerji tüketimlerinden vazgeçip yapılanmasını doğalgaza göre değiştirirken bu enerji bağımlılığına değişik hal ve şartlarda tedbir almış mıydı? Almaya başlamış mıydı? Diğer bir ifade ile Türkiye’nin ısınma ve enerji tüketim konusunda A planı doğalgaz ise B planı neydi?
Özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde hava kirliliğini önlemek için doğalgaza geçiş mükemmel bir çözüm idi. Bu değişim sürecinde imar ve iskandaki yapılanma doğalgaza göre değiştirilmeye başlandı. Doğalgaz, kullanım olarak kömür veya diğer yakıtlarla kıyas edilemeyecek kadar mükemmel ve ekonomik bir tercihti. Ama kendi öz kaynağımız değildi. Kömür konusunda kendi kömür yataklarımız var iken doğalgaz konusunda tamamen dışa bağımlı oluyorduk.
Bu bağımlılık bir ailenin bir şirketin vb. değil bir milletin tercihi oluyordu. Böylesine önemli bir tercihte de bir milletin enerji ve ısınma ihtiyacı, iki devlet yetkilisinin barış ve varlıklı olunduğu dönemde geçerli olabilecek ticari manada yaptığı yazılı anlaşmaya bağlanıyordu. Ve ne hazindir ki bir millet bu anlaşmaya güvenerek ve her zamanı bir bilerek
kendi öz ısınma ve enerji kaynağından bir daha dönemeyecek şekilde vazgeçirtiliyordu. Yani herhangi bir akıl almaz zor zamanda eski sobalı sisteme geçiş oturduğumuz görkemli apartmanlarda mümkün değildi. Peki elektrikle ısınmak soruna ne kadar çözüm sunar? Bu tüketime elektrik ne kadar yeter?
Şimdi İran “Arkadaş bana ancak yetiyor” diyerek gazı kestiğinde senin kağıt üzerindeki anlaşmanın bir hükmü kalır mı? İran’a karşı yaptırımın var mı? Yok. Sistemini de doğalgaza göre değiştirmişsin. Ve… Böylesi bir duruma karşı epeyden beri düşünmüş düşünmüş de büyük bir düşünce eseri olarak gemiyle gaz taşımayı akıl edebilmişsin. Sen ne kafalı adammışsın… Nasıl da düşünebilmişsin bunu. Helal sana…
İşte basiretsizlik budur. Vizyonsuzluk budur. Devlet adamlığı vasfı olmaması budur.
Bir ülkenin enerji ihtiyacı kağıt üzerindeki anlaşmaya, gemi ile taşıma gaza bağlanırsa o ülke beklenmeyen herhangi bir kış günü donmaya adaydır. Kaldı ki millet Enerji Bakanlığından şu türde bir açıklamayı beklerdi: “Halkımız hiç endişe etmesin. Türkiye olarak yaklaşık 10-15 seneden beri doğalgaz ithal ediyoruz ama bu sürede de kendi doğalgaz yataklarımızı
faaliyete geçirecek tesislerimizi inşa ettik. Bu rezervlerimiz her an kullanıma hazırdır. Ve bu rezervler Türkiye’nin 20 yıllık enerji ihtiyacını karşılamaya yeterlidir.”
Peki Türkiye’nin böyle bir doğalgaz yatağı var mıdır? Vardır. Bu konuda çalışma yapılmakta mıdır? Maalesef bu çalışma da ABD’li firmaların inisiyatifine terk edilmiştir. Ne acıdır ki Türkiye hemen her konuda olduğu gibi enerji konusu da kendi doğalgazını işletmek için tedbir alacağına kendi geleceğini ikili imzalarla iyi gün dostu ve komşusu ülkelerin inisiyatifine bırakmıştır. Burada asıl endişelenecek durum basiretsiz yöneticiler tarafından mı bu böyle olmaktadır, yoksa halkın bilemediği bir şekilde bırakılmak mecburiyeti mi vardır? Eğer böyle bir mecburiyet içinde kalınıyor ise o zaman zaten her şey için geçmiş olsun demektir. Bir enerji krizini bir bakanın telefonla konuşarak çözmüş olması hadisesi komiklikten öte yetmiş milyonluk bir ülkenin geleceği için çok düşündürücüdür.
İki sene öncesinde de Rusya ile bir kriz olmuştu da o zaman da Sayın Başbakan, Putin ile görüşmeler yaparak sorunu çözmüş idi. Ve o günlerde Star gazetesinde yayınlanan bir haber Zonguldak’taki doğalgaz yatağını haber veriyordu. Haberde şöyle deniliyordu: “Hema Endüstri grubunun ihalesini kazandığı dev bir doğalgaz yatağı Zonguldak’ta çıkarılmayı bekliyor.” Taşkömürü Kurumu, Zonguldak taşkömürü havzasındaki 1,2 trilyon metreküplük doğalgaz yatağını o yılın başında Mehmet Hattat’ın sahibi olduğu Hema Endüstri’ye ihale etmişti. Hema da Amerikalı Monument Resources şirketiyle birlikte doğalgaz aramalarına başlamıştı. 1.2 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi Türkiye’nin yaklaşık 15-20 yıllık ihtiyacını karşılayacak seviyedeydi. Hema Endüstri Enerji Grup Başkanı Şerafettin Yalçın, ilk gaz üretimine 2006 yılının ortalarında başlanacağını söylemişti. Kesin gaz rezervinin kuyu çalışmalarının bitmesinden sonra söylenebileceğini belirten Yalçın, “Biz ilk etapta
yılda 5 milyar metreküp üretmeyi planlıyoruz. Üretim yatırıma bağlı olarak artırılabilir” diye konuşmuştu. Yıl 2007… Hema’dan bir haber var mı?
Bilmiyorum. Bildiğimiz bir şey var ise Türkiye’de yine kış geldi. Bu kez de İran vanayı kapattı… Bizim enerji bakanımız ise taşıma gemiyle gaz getirtiyor.