Kasım 2008

Ö T E S İ

 

19.04.2024 



Tarih Bilinci

 
Rasim Giresunlu

En büyük Türk denizcisi...


Biz bu ay ki yazımızda, Türk dünyasının ve tüm dünyanın en büyük denizcilerinden birisi olarak kabul edilen Hızır Hayreddin Reyis üzerine bilgi vereceğiz. Hızır Reyis, içinde yaşadığı süreçte o kadar meşhurdu ki, bu meşhurluğu konusunda dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın, Hızır Hayreddin Paşaya hatıratını yazdırmasına sebep olmuştur.

Temmuz 2006 tarihinden itibaren, Gazi Topal Osman Ağa ile Mustafa Kemal Atatürk hakkında atılmış olan iftiralara karşı, bu köşede yazılar kaleme aldık. Ekim 2006 tarihinden itibaren de seri yazıya başladık. Aralık 2006’da bu yazının üçüncüsünü yayınladık. Ocak 2007’de bu yazımıza başka bir konuyla soluk vererek, 2007 Şubatında devam edeceğiz. Çünkü son altı yazımızdaki konu, sanki bizi bölgecilik yapan bir insan durumuna düşürecekti. Bu nedenle bir soluk almak istedik.
Aslında biz yazımızı bölgecilik adına yapmıyoruz. Bir gerçeğin ters yüz edilmesi hususunu düzeltmek ve gerçeğin yerine oturtulması için malum yazılarımızı kaleme almaktayız. O yazıları kaleme almamızdaki bir diğer yön ise; unutulmuş ve unutturulmuş olan bir durumun da gün ışığına çıkarılması hususudur.
Biz bu ay ki yazımızda, Türk dünyasının ve tüm dünyanın en büyük denizcilerinden birisi olarak kabul edilen Hızır Hayreddin Reyis üzerine bilgi vereceğiz.
Hızır Reyis, içinde yaşadığı süreçte o kadar meşhurdu ki, bu meşhurluğu konusunda dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın, Hızır Hayreddin Paşaya hatıratını yazdırmasına sebep olmuştur. Bu konuyu Hayreddin Paşa şöyle açıklar:
"Sen ve karındaşın nasıl ortaya çıkıp, cihad meydanına atıldınız? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul tayifesinden mi, sayirlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak büyük, karada ve denizde, ne şekil gazalar oldu ise, baştan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek nazım gerekse nesirle, yazıp, bir kitap düzüp, buraya gönderesin ki, eskiden yazılmış tarihlerin yanında, Hazine-i Amiremde bulunsun!”
Bu konuda padişahın isteğini emir telakki eden Hızır Hayreddin Paşa, kendi emrindeki Muradi adlı eli kalem tutan bir adamına görev vermiştir. Bunu şöyle açıklar:
“Bu yüce fermana can baş üstüne deyip, Seyyid Muradi'yi çağırttım. Seyyid Muradi, emrimdeki reyislerden Durak Reyis'in baştardasında gazalara iştirak eden bir deniz yiğidi idi. Gazalarımızı nazımla destan edip söylerdi.
Yazdıkları hoş şeyler olup gaziler ezber eder, okurlardı. Muradi'ye dedim ki:
‘Bak Muradi! Bizler için artık dünyada işitilmedik nesne kalmamıştır. Hemen arzumuz, bu fani alemde bir eser bırakıp ahfadımızın hayır duasına vesile kılmaktır. Nitekim denilmiş ki:
‘Er odur ki dünyada koya bir eser,
‘Esersiz kişinin yerinde yeller eser.
‘Benim dediklerimi nesirle ve nazımla yaz. Bu dünyada gazalarımızdan sonra bir de kitap koyup gidelim’
Muradi benden dinlediklerini, kendi gördüklerini ve öteki reyislerden duyduklarını kaleme aldı. Böylece bu eser meydana geldi.
Hemen vasiyetim, işbu kitabı okuyan din karındaşlarımın beni, yoldaşlarımı ve bütün mücahidleri hayır dua ile yad kılmalarıdır, vesselam.”.
Büyük Türk denizcisi olan Hızır Hayreddin Paşa aynı zamanda okumaya meraklı bir kişiydi. Bunu ölümünde bırakmış olduğu vasiyetinde de görüyoruz. Bu gördüğümüz gerçekler arasında çok değerli olduğunu tahmin ettiğimiz yirmi ciltlik yazmaları da vardır. Ayrıca Türkçe, Rumca, Arapça dillerini biliyordu ve İtalyanca, İspanyolca gibi dillere de vakıftı.
Gerçek ismi Hızır’dı. Hayreddin adını Yavuz Sultan Selim takmıştı. Bu konuda şu bilgileri bizzat kendisi vermişti:
“Sultan Selim hedîyeleri bizzat görüp beğendi. Padişah-ı İslam iki ellerini kaldırıp bana dualar kıldı:
‘Hızır Reyis, Nasreddin ve Hayreddindir. Hayreddin lalam düşmanlar üzerine daima muzaffer olsun’"
Barbaros adını ise ona batılılar takmıştır. Bu konuda şu bilgileri verir:
“Kafirler bana ‘Barbaroşo’ diye lakap taktılar.”
Büyük Türk amirali Hızır Hayreddin Paşanın kimliği ile ilgili yani Türk olmadığı hususunda sorunlar yaratanlar varsa da, Paşa’nın öyle bir sorunu söz konusu değildir. Nitekim o kendi hatıra ve davranışlarında da Türk merkezli anlayışlar içerisinde sürekli bulunmuştur. Bunlara da örnekler verelim:
“Zira kafirler bizim hakkımızda: Türklerin yanında akçe ile bitecek iş çok kolaydır. Hemen Türk kısmına akçe ver de gözlerini çıkar, diyerek bizi küçümserler imiş. Bakındı dedikleri oldu mu? Kişi namıyla işler işi, namsız bir pula değmezmiş kişi...’”
Aslında Hızır Hayreddin Paşa, Kuzey Afrika’daki yaptırdığı cami kitabesinde de Türk kökenli olduğunu vurgular.
O dönemde ağabeyisi Şehit Oruç Reyisi Rodos’ta esir eden şahıs dahi şunları söyler:
“‘Ey Türk! Sana edeceğim azabın daha binde biri icra edilmemiştir. Sen sekiz yüz altına paha biçip de gideceğini mi sandın? Bak ben adama ne iş keserim! Karındaşın Hızır Reyis'in dünya kadar mal ile Bodrum'da senin için göz kulak olup -Acaba karındaşımı şunların elinden nasıl halâs edebilirim- diye bu hileyi hazırladığından haberimiz yok mu zannedersin? Yoksa sen bizi uyur mu sandın?” dedi.
Başka düşmanları da bu konuda ağabeyisi Şehit Oruç Reyis’e benzer şeyleri söylerler:
“‘Bir gün kâfirlerle sohbet edip, gülüp oynarken kâfirler: ‘Ey Türk! Sen güzel sözlü bir kişisin. Bizim lisanımızı da çok iyi bilirsin. Müslümanlıkta ne buldun? Gel, dinimize gir. İçimizde sen de adı sanı beli bir adam olursun’ dediler.”
Hatta Kuzey Afrika’daki Arap yöneticiler de, Hızır Hayreddin’in ve arkadaşlarının Türklüğünden özellikle rahatsız olmuşlardır. Bunlara da şu sözleri tanıktır:
“‘El birlik edip Hayreddin Paşayı ara yerden kaldıralım. Türk kısmından bir fert komayalım.’ diye teklif etmiş.”
‘Tunus Beyi, Tlemsen Beyi'ne bir name yazıp gönderdi.
Şöyle derdi: ‘Sen ki Tlemsen Beyi'sin: ‘Namem sana vardıkta bilesin ki, sana da bana da bela nedir dersen, o izbandut Hızır Reyis dedikleri heriftir. Bir zamanlar Türk yerinde izbandutlukla iki karındaş ortalığı yakıp yıkıp, sonra bunların hesapları devlette duyulup başlarına emir çıkınca, bir baş kurtaracak yer bulamayıp benim yanıma gelip sığındılar. Birkaç zaman benim yanımda eğlenip pek çok ganimet getirdiler.
‘Sonra varıp Becaye kalesini muhasara ettiler.
‘Barutları tükenip benden barut istediler, vermedim. O zaman bana kızdılar. Varıp Cezayir’i alıp zapt ettiler. Oruç Reyis, Kale cenginde öldürüldü. Şimdi belanın büyüğü, bu Hızır Reyis kalmıştır. Cezayir'de çok yüz aklığı ediyor. Beldenin şeyhleri bir araya gelip kendisinin tarifi üzerine Sultan Selim hazretlerine arz yazmışlar. Hızır Reyis'ten çok şükürlük getirmiş, şöyle bahadır kulundur, deyu, izbandutu arşı a'lâya çıkarmışlar.
Padişah da madem vilayetli istemiş dilemiş, zahir iyi adam olmalı; olmayaydı istemezlerdi, diyerek şimdi onu Cezayir'e beylerbeyi nasb eylemiş. Hızır Reyis şimdi Hayreddin Paşa oldu(…)Gözünü aç. Hele beni barut meselesi için gör ki ne yapar. Tedbirimizi alalım.
Bu işin çaresi İbni Kadı ve İbni Ali ile arasım bozuşturmaktır. Bunları düşman edersen, nüfuzlu şeyhlerdir, onun hakkından gelirse bu iki şeyh gelir. Onlar birbirine düştükte biz uzaktan seyirci oluruz.’
Tunus Beyi böyle olmadık herzeler yemiş. Namesi Tlemsen Beyi'ne varınca o da İbni Kadı'ya mektup yazıp hakkımda olmadık lâflar ettikten sonra:
‘El birlik edip Hayreddin Paşa'yı ara yerden kaldıralım. Türk kısmından bir fert komayalım’ diye teklif etmiş.”
Biz büyük amiral Hayreddin Paşanın Türklüğünden şüphe etmiyoruz. Onu Türklük dışında göstermek isteyenler, tarihteki büyüklüğü ve üstün başarısını kıskandıkları içindir. Daha önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz gibi özellikle bazı Türkleri, Türk olarak göstermemek eğilimi, Türklük düşmanlarınca hep vardır ve de var olacaktır..
Nitekim Ufuk Ötesi’nin Mart 2004 tarihindeki sayısında: “Meşhur Türklere, Türk Olmadıklarını Söyleme Modası!..”adlı yazımızda şunları söylemiştik:
“Aslında bu genel anlamda bir taktiktir. Bu taktik, dünyada en çok Türkler üzerine oynanır”(...) Mesela Türklerin dünya üzerinde değer üreten ve iz bırakan insanlarının, Türk olmadığı düşüncesi, özellikle hep yayılmaya çalışılır(...)Yani Türkler beceriksiz olarak gösterilmeye ve kimlik erozyonuna uğratılmaya hedef tutulur.”
Hızır Hayreddin Paşa’da çok başarılı bir Türk olduğu için bu damgayı yiyen kişilerden birisi yapılmaya çalışılır. Biz onun annesinin elbette köken itibariyle Türk olmadığını biliyoruz. Bu konuda Tımarlı Sipahi olan babası, Fatih’in emriyle Midilli adasına yerleştikten sonra, oraya yerleştirilen diğer Türk sipahilere verilen emir çerçevesinde hareket etmiştir. Buna yönelik olarak bekar Türk erkekleri için şu ferman çıkarılmıştır:
“‘Sultanın emri ile kul tâifesinden bazı kimseler, kaleyi beklemek üzere tâyin olunup yazıldılar. Bu erlerin kalede kalmaları kararlaşınca, bunlar, şevketlü padişah hazretlerine arzıhalde bulunup, şöyle dediler:
‘Bizim burada kalmamızı ferman buyurdunuz. Emriniz can baş üstüne! Gerektir ki bizim ihtiyaçlarımızı da gideresiniz. Zira bizler burada bir alay bekâr adamlarız. Bu yer ise bir adadır. Bu taraflarda Müslümanlık yer de yoktur ki onlarla tanışıp, kendi başımıza bir çare bulalım. Elhasıl bizim burada böyle kalmamız çok zordur. Biz buna razı olmayız. Bize bir çare buluverin.’
Sultan Mehmed hazretleri bunların arzı hallerini işitip hak verdi:
‘Kul tayifesinin sözleri makuldür. Bunların evlenmelerine bir vesile gerektir’ deyip, şu vech ile bir emri şerif gönderdi:
‘Ol hisarda muhafız kalan kullarım, oradaki kafirlerin kızlarından hangi güzel kızı beğenirlerse usulünce nikah edip alsınlar. Eğer iyilik ile vermezlerse cebren alsınlar. Amma şeriyate muhalif almasınlar. Nikah ile alıp evlensinler. Böylece oradaki kafirlerle de aralarında ünsiyet peyda olup, kaleyi muhafaza etmekte kolaylık ola ve kaleyi iyi hıfz edeler.’
Bu emri şerifi alan gaziler memnun ve razı oldular. Gereğince de amel eylediler.”
Bu konuya yönelik olarak Hızır Hayreddin Paşa açık yüreklilikle babası ve annesi hakkında şu bilgileri de verir:
“Kale muhafızlarının içinde, Selanik yakınlarındaki Vardar Yenicesi'nden, Yakup Ağa da vardı. Yiğit, dilâver bir er idi. Bir sipahinin oğluydu. Bahadırlığıyla akranı gençler arasında mümtaz idi. Kafirden ilk kızı alan bu Yakup Ağa oldu.
Yakup Ağa kafir kızlarından güzellikte emsalsiz bir dilberi beğenip, nikâh edip helallığa aldı. Zevcesi ile bir nice zaman dirlik içinde yaşadı. Dört oğulları oldu. Adlarını İshak, Oruç, Hızır ve İlyas kodu. İşte bu Yakup Ağa benim babam olup oğullarının üçüncüsü idim.”
Bu sözler değerli büyüğümüzün, Büyük Amiralimizindir. Biz, imparatorluk ortamında, yeni topraklar kazanılma sürecinde, bu çeşit yaşantıların kaçınılmaz olarak meydana geleceğini ve de gelmiş olduğunu da kabul ediyoruz. Fakat bizi daha da çok ilgilendiren, böylesi ortamlarda büyüyen insanların sonuçta milletine ne verip vermediği hususudur. Hızır Hayreddin Paşa Türk milletine çok şey vermiş, kardeşleriyle birlikte bu yolda mücadele etmişlerdir. Onların ömürleri bu yolda geçmiştir. Şehit olan kardeşleri de vardır.
Biz bu satırlarda, Hızır Hayreddin Paşa’nın denizciliğini, askerliğini ve dehasını bu aşamada yorumlamayacağız. Biz onun bu millete, Türk kimliği altında verdiği değer üzerinde duruyoruz. Bugün onun adı sadece Türkiye’de hatırlanmakla kalmaz; Cezayir’de de hatırlanmaktadır. Orada da büyük bir kahraman olarak bilinir. Günümüzde Cezayir’de, Tunus’ta bir parça Türklük kalıntısı ve sevgisi kalmışsa, bunlar Hızır Hayreddin Paşa ile ağabeysi Şehit Oruç Reyis’in gayretlerinin, emeklerinin ve mücadelelerinin sonucundandır.
Tunus-Cezayir bölgesindeki mücadelesinde önce gazi olan ve bu uğurda kolu kesilen Oruç Reyis sonra da şehit olmuştur. Böylesi kahraman Türk büyüğünü rahmetle anıyoruz.
Katip Çelebi’ye göre yaklaşık olarak 1467 yılında doğmuş olan Büyük Amiralimiz Hızır Hayreddin Paşa’yı doğumunun 540’ncı yılında saygı, sevgi ve rahmetle anarken, onun inancı, mücadelesi ve kahraman kişiliği bütün Türk çocuklarının üzerine olsun! Onun düşünce ve savaşlarını içeren hatıratını, bütün denizciler ile Türk çocukları özellikle okumalıdır. Ayrıca bütün Türk denizcilerine okullardan subay ve astsubay olarak mezun olduklarında en büyük hediye olarak verilmelidir. Büyük Türk amirali ne demiş. “Denize hakim olan, cihana hakim olur!” Anlayanlara ne kadar güzel fikir veren bir söz değil mi?


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam 6010 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002