Türkiye’de her zaman okuma oranının azlığından şikâyet edilir. Evet, bu kısmen doğru olan ama yetersiz bir tenkittir. Çünkü okuma oranı gibi bir bilgi varolan okuyucu potansiyelinin kalitesi ve ufuk genişliği hakkında fikir veremez. Belki de bu yüzden Türkiye’de çok okunduğu söylenen kişilerin nitelikliliği de pek sorgulanmaz. Onların hangi kriterlere uygunlukları yüzünden bilinir olduklarının üzerinde durulmaz.
Acaba Orhan Pamuk okumak bir tercih midir? Ahmet Altan okumak bir tercih midir? Yaşar Kemal okumak bir tercih midir? Bu kişiler neden ön plandadır? Bu sorular bir türlü cevap bulamaz. Yusuf Kaplan şöyle diyor: “Nazım Hikmet, Orhan Pamuk, Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Yılmaz Güney’in neden dünyada az çok tanındığını biliyorsunuz. Orhan Pamuk, dünyada moda olan postmodern metinler çıkardığı ve biraz da esrarengiz (oryantalist) bir Doğu/Türkiye imgesi ürettiği için ilgi çekiyor. Yılmaz Güney de dahil diğer ‘Türk büyüklerinin (!)’ dünya dillerine çevrilmiş olmalarının en temel nedeni benimsedikleri siyasi söylemler ve dolayısıyla ‘ahbap-çavuş ilişkileri’nin küresel boyutlarda güçlü olmasıdır.”
POZİTİVİZM/KAPİTALİZM EKSENİNDE BİR KISIR DÖNGÜ
Ülkemizin kültür sanat zemini pozitivizmle kapitalizmin ekseninde oluşturulduğu için bu zeminin dışındaki isimler kolay kolay gündeme gelemezler. Pozitivist kafa ile kapitalist hegemonya arasındaki paslaşmalar bizlere kültür sanat ve fikir adına üretilen her şey olarak sunulur. Bunun anlamı bütün Türkiye’ye at gözlüğü takmaya çalışmaktır. Türkiye’ye at gözlüğü takmaya çalışanlar bize “sadece Orhan Pamuk’u, Elif Şafak’ı Tuna Kiremitçi’yi, Ahmet Altan’ı görebilirsiniz” diyor. Yazar olarak sadece bu isimleri bilenler özgürce tercih yaptıklarını, bu kitapları okumakla veya satın almakla sıradanlıktan ve okumayanlardan farklı bir yerde durduklarını zannediyorlar. Normal şartlarda kendi ayakları üzerinde durabilen bir kişinin kafasını meşgul eden, hayatında yer bulan unsurlar kendi kararlarıyla oluşur. Tercih sahibi olan aynı zamanda devamlılığın ve köklülüğün de yolunu açmış olur. Medyanın sunduğu putlar onun zihninde yer bulamaz. Sadece gazetelerde gördükleri “en çok satan 10 kitap” listesine bakarak kitapla ilişki kurmaya kalkanlar aslında nasıl yönlendirildiklerinin farkında bile değiller. İnsanın kalitelilik iddiasında, özgünlük iddiasında bulunabilmesi için kendine has beğenilerinin olması gerekir. Omurga sahibi olması gerekir. Değişmez ölçülerle karakterini ve omurgasını oluşturmuş insanı “küresel yabancılaşma ideolojisi” yönlendiremez.
İMAM CAMİNİN BALKONUNDA (!)
Bu yüzden 2002 yılında Murat Bardakçı, Orhan Pamuk’un “Beyaz Kale” adlı romanındaki belli bölümleri Fuat Carım’ın “Kanuni Devrinde İstanbul” adlı kitabından aldığını satır satır karşılaştırma yaparak orta yere serdiği halde Orhan Pamuk o günden bugüne gündemden düşürülmedi. İlber Ortaylı da geçen günlerde bir konferansında şu sözlerle sorguluyordu Orhan Pamuk’u: “Kaleme aldığı bir eserde şöyle bir ifade geçiyor ‘İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu.’ Bu toplumun gerçeklerini, inançlarını bilen her insan bilir ki, bir kere namazın saati olmaz, vakti olur. Saat ayrı, vakit ayrı bir kavramdır. Camilerde balkon yoktur, minarenin şerefesi vardır. Ezanı da imam okumaz müezzin okur, o da şerefeye çıkmaz içerden okur. Bu örnekle sabittir ki kişiler kendi içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar, yapamazlar.” Bir örnek de Yalçın Küçük’ten: “Geçen Pazar Hürriyet’te tam sayfa Ahmet Altan’la karşılaştım, ne yapayım, itiraf ediyorum, ilk cümle-paragrafı okuyuverdim. Aktarıyorum, ‘Hepimiz, içimizdeki o sırrını ele vermeyen esrarın peşindeyiz.’ İyi oldu, okudum, çok çok güldüm, ‘esrar’ sözcüğünün ‘sır’ sözcüğünün çoğulu olduğunu bilmeyen bir yazarla yüz yüze geliverdim. Bu da, Ahmet Altan, Ertuğrul Özkök’ün büyük keşfidir.” Türkiye’nin geleceğini kuracak ve kurtaracak olan aydın, ayakları bu topraklara basmayan, dil bilmeyen, okuyucusunu kandıranların arasından çıkmayacaktır. Bütün bu örnekler Türkiye’nin kültür ve medeniyet birikiminin nasıl yozlaştırılmaya, yok sayılmaya ve ortadan kaldırılmaya çalışıldığının belgesi gibidir. Sahici olmayanın popüler olması Türkiye’nin talihsizliğidir. Samimiyeti düstur edinmiş, fikir namusuyla yazan ve yaşayan yerli aydınların çaba ve çalışmaları bu deli gömleğini parçalayacaktır.