Tanımı iyi yapılmayan birtakım kavramların pazara çıkarılması o ülkeye bazı yararlar sağlayabiliyorsa, bazı mevzilerde huzursuzluk doğurması bile hoş görülebilir. Ama bu davranış biçimlerinin de kötü niyetli çevrelerce propaganda silahı olarak kullanılmasına meydan bırakmayacak bir dikkat ve itina ile şekillendirilmesi, yani bir bakıma sınırlandırılması gerekir. Kısacası bunlar incelik isteyen işlerdir. Keyfî ve ölçüsüz olmamalıdır.
Bir ülkede sosyal problemlerin çözümü zorlaşmışsa, bazı konularda içinden çıkılmaz bir hale gelmişse, orada millet olma bilincini yitiren bir toplum var demektir. Kendi vatandaşlarının hiçbir derdiyle ilgilenmeyen, haklı şikâyetlerini umursamayan insanların meydan getirdiği bir kalabalığa iyi not vermek mümkün değildir.
Uyarma yerine uyuşturuculuğu benimsemiş medyanın, özellikle ekranlardan taşıp ev halkının arasına karışmaya başlamasından bu yana yozlaşmaların daha da hızlandığı görülmüştür. Giderilmesi çok zor olan bu kayıplar ve tedavisi bulunmayan böyle toplumsal hastalıklar, genellikle örflerinden, geleneklerinden koparılmış toplumlara “çağdaşlaşma” adı altında sunulan, faydasından çok yan etkisi olan ilaçlar yüzünden çaresiz kalır.
Arada sırada dedikodu şeklinde çıkarılan arabozucu haberler aslında sık kullanılan çökertici stratejik metodlardan biridir. Zayıf bünyeleri şiddetle sarstığı görülmüştür.
Dikkatleri dağıtıp asıl problemleri geriye atan ve sık sık o toplumun düşünce sofrasında önüne konulan kavramlar elbette zamanla yıpranıp bir gün umulmayan tepkilerle karılaşacaktır. Ama o zamana kadar yıkıcılığını da yapmış olacaktır.
Bir zamanlar devlet adamları geniş halk kitlelerini incitebilen, gerçek aydınları suskunluğa sürükleyen demeçler vermekten sakınırlardı. Şimdilerde siyasî rakiplerini yıpratmak adına milletin değer yargılarını sıfıra indirgeyen sözler söylemekteler.
Tanımı iyi yapılmayan birtakım kavramların pazara çıkarılması o ülkeye bazı yararlar sağlayabiliyorsa, bazı mevzilerde huzursuzluk doğurması bile hoş görülebilir. Ama bu davranış biçimlerinin de kötü niyetli çevrelerce propaganda silahı olarak kullanılmasına meydan bırakmayacak bir dikkat ve itina ile şekillendirilmesi, yani bir bakıma sınırlandırılması gerekir. Kısacası bunlar incelik isteyen işlerdir. Keyfî ve ölçüsüz olmamalıdır.
Ülkenin bütünlüğünü içtenlikle korumak isteyenler dil, din ve kültür birliğine ve ayrıca bin yıllardır süregelen bir tarih şuuru içindeki soy birliğine önem vermek zorundadırlar. Gerçek manâda bir vatandaşlık şuuru böylece fiilî olarak kendiliğinden ortaya çıkar. Kavram kargaşalığına pirim veren kesimlerin çok sevdiği “hukukî vatandaşlık” da zaten bu şuurun bulunmaması halinde dayanaksız kalır.
Büyük denilen bazı devletler sıfırdan başlayarak yeni bir tarih yapma gayretindedirler. Görüyorsunuz; yoğun dini propagandalara da başlamışlardır. Yeni bir muhafazakarlık anlayışıyla bazı mezhepler ön plana çıkarılmaktadır. Konuştukları dili dünya dili yapma uğranda epey yol almışlardır. Kendi görüşlerine özendirmek ve böylece egemenliğini “kayıtsız şartsız” kabul ettirmek için üzerinde sürekli deney yaptıkları kobayların önce onurunu yok etme yöntemlerini kullanmaktadırlar. Emperyalizmin karanlık dehlizlerine gönüllü olarak dalıp yalnızca yollarını değil aynı zamanda kişiliklerini de yitirmiş yarı-aydınlara kendi dillerinde birkaç kelime öğretip işyerlerine acayip isimler verme hastalığını da aşılamışlardır. Hızla yayılma eğilimi gösteren bu hastalık o bölgede sosyokültürel bir karantina ilan edilmeden önlenemez.
Peki, uyuşturucu ticareti yapanlara karşı ağır müeyyideler (yaptırımlar) getiriyoruz da niçin körpe beyinleri koruyucu önlemleri alamıyoruz, acaba? Niçin önlem alma girişiminde bile bulunamıyoruz?
Ekonomik yapısı çökertilen bir toplumda her türlü sosyal ve kültürel yozlaştırma yöntemlerinin kolaylıkla uygulandığını defalarca belirtmeye çalışmıştık. Bir milletin sömürülmeyi hak etmiş başıboş bireylerden ibaret bir topluluk haline getirilmesi için en kolay yolun ona kişisel çıkarcılığı benimsetmek olduğunu her zaman söyledik. Milli şuurunu kaybetmiş toplumlara tekelci kapitalizmin “liberal ekonomi” adıyla sunulduğunu açıkça anlatmak istedik. Demokratik ülkelerde uygulanan ve dürüst rekabet kurallarına dayanan serbest piyasa ekonomisinin sömürülecek ülkelere dayatılan soygun düzeniyle ilgisi olmadığını açıklamaya çalıştık.
Gariptir, bu suçlamaların asıl muhatabı olanlar duymazlıktan gelip pusuya yattıkları halde “kraldan çok kralcı” olanların itirazları işitildi.
Sahipsiz bırakılmış halkın önüne müphem (örtülü, belirsiz) kavramlar konularak tartıştırılıp kamplara ayrılması çok denenmiş bir yıpratma metodudur. Bu şekilde ayrıştırılan bir toplum artık kendilerinin neye alet edildiğini görmek istemez. Tek hedefi, karşı cephedeki vatandaşını ezmek, yok etmek olur; çünkü öylece şartlanmıştır. Görevini başarırsa bir zafer elde ettiğini sanır.
Bu keşmekeşten çıkıp kurtulmak kolay değildir. Çünkü çıkış tünelini açacak araçları belli bir zümre gasp etmiştir. Ancak tarih bilincini kaybetmemiş bir milletin yine de bu işin üstesinden gelerek aydınlığa çıkacağına inanıyoruz. Çünkü her şart altında yapılabilecek bir şeyler olduğuna inanmak istiyoruz. “İnsanı en son umut terk eder” denilmiş. Demek ki ayakta kalabilmek için umudu yitirmemek gerekiyor.
Seri halinde çıkarılan kanunlarla yabancılara artık sınırsız bir şekilde arsa edinme yolunun açıldığını müjdeleyenler var.
Son iki yılda değişik ülkelerden 19 bin kişinin ülkemizde gayrimenkul edinmesiyle övünenler var.
Yine biz umalım ki şimdiki payandaları ayaklarının altından kaydığında bir gün en çok dövünenler onlar olmasın!..