Asırlardır birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Katolik ve Protestanların, yani haçlı ruhunun Türk coğrafyasında birbirlerine zeytin dalı uzatması, ‘adam sende’ denilip geçilecek bir olay değildir. Aynı şekilde, kendine ‘ekümenik’ sıfatını uygun gören Fener Patriği’nin Papa’dan destek bulması bir başka önemli gelişmedir.
Türkiye papazı bulmuştur.
Peşinen söyleyelim, kimsenin inancı, itikadı hiçbir şekilde horlanamaz. En azından biz böyle gördük, böyle öğrendik. Kendi adımıza bir başka gerçeğin daha altını çizelim: Dini konularda ahkam kesecek durumumuz yoktur ve onu işin ehline bırakıyoruz. Son bir ‘saptama’ ile yazımıza girelim:
İtikadî ve amelî mezhebi ne olursa olsun,’Müslüman’ için son din İslamiyet, son peygamber de Hazreti Muhammet’tir…
Doğal olarak bizim diğer inançlara bakışımızı bu üç esas belirler. İşte bu üç ilke nedeniyledir ki, ‘dinlerarası diyalog’ adı altında yürütülen faaliyetlere her zaman ‘serin’ bir duruş sergiledik.
İnsanlar Budist, Mecusi, Musevi, Hıristiyan vs. olabilir. Bu herkesin kendi tercihine kalmıştır. Hatta bu insanlar kendi aralarında ortak paydalar bulup, birliktelikler de oluşturabilir. Nereye kadar?
Evet, ‘nereye kadar’ sorusuna cevap aradığımızda, işin altında çapanoğlu aramak kaçınılmaz oluyor. Papa 16. Benedict’in Türkiye ziyareti bu çapanoğlu arayışının aslında ne denli önemli olduğunu da ortaya koyuyor. Başka bir ifadeyle, çapanoğlu arayışında bile bir muğlaklık varken, Papa’nın ziyareti örtülü bir amaç taşındığını kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde ortaya koymuştur.
Uzatmadan söylemek gerekirse, ‘diyalog masalı’ sayesinde Türkiye papazı bulmuştur.
Asırlardır birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Katolik ve Protestanların, yani haçlı ruhunun Türk coğrafyasında birbirlerine zeytin dalı uzatması, ‘adam sende’ denilip geçilecek bir olay değildir. Aynı şekilde, kendine ‘ekümenik’ sıfatını uygun gören Fener Patriği’nin Papa’dan destek bulması bir başka önemli gelişmedir.
Türkiye papazı bulmuştur. 16. Benedict’in Sultanahmet Camii’nde ‘huzur duruşu’ ile zevahiri kurtaracağına inanmak safdillik olur.
Patriğin bu tavrını ve eline bayrağımızı alıp sallamasını alkışlayanlarla, Orhan Pamuk’un Nobel zaferini (!) kutlayanların bakış açısı hiç de farklı değildir.
Efendim, Türkiye’nin adı dünya gündemindeymiş, herkes bizden söz ediyormuş!.. Doğru, biri kalkıp Ermeni tezine çanak tutarsa, bir başkası inancımıza hakaret ettiği halde güllerle, barış güvercinleriyle karşılanırsa, Lozan’a çalım atarsa, dünya bizi konuşur. Bunda yadırganacak bir şey yok.
Yadırganması gereken, bizim sergilediğimiz aymazlıktır. Türkiye’nin tanıtımı, AB yolunda destek, medeniyetler ittifakına katkı, dünya barışına el uzatılması vs. bizim akl-ı evvellerin Papa’dan beklediği lütuflardır. Tabi bunlar bizim bildiklerimiz, bilmediklerimiz de muhakkak vardır.
Papa’nın ziyaretiyle diyalogcular, Fener Patriği, Türkiye üzerinde etkinliklerini yoğunlaştıran misyonerler ve İslam’a yeni bir biçim verme arayışındakiler önemli kazançlar elde etmiştir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun dobra ve alkışlanacak hitabeti bile aleyhimizdeki bu kazancı gölgelemeye yetmemiştir.
Sonuç ortadadır. Buna rağmen malum zevatın kalkıp Papa’ya limon muamelesi yapması ve her derde deva payesi vermeye çalışması boş avuntudur. Kendimizi kandırmaktır. Çok zorlanırsa bu girişimin adı ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesine çıkar ki, millet bu anlayış sahiplerine gereken tokadı atmaktan hiçbir zaman geri durmayacaktır.
Tanıtımmış, Avrupa Birliği yolunda yandaşmış, turizme katkıymış bunlar ucuz esnaf girişimleridir. Milli devlet politikasını bu türden ucuz trampalara kurban etmeye yeltenenler, kendi acizliklerini gizleme telaşındadır.
Kaybetmezsek, papazı iyi bulduk dostlar…