Kim demiş Haçlı seferleri sona erdi diye… Bütün melânetiyle, rezaletiyle, denaetiyle, alçaklığıyla devam ediyor. Dünküler sözde İsa’nın mezarını kurtarmak için Kudüs’e doğru yola çıkıp topla tüfekle geliyor, birbirlerini boğazlıyor, İstanbul’u talan ediyor, Ayasofya’yı soyuyorlar, Marsilya’da “Arzı- Mev’ud’a götürüyoruz” diye kandırdıkları gemiler dolusu insanı İskenderiye’de köle olarak satıyorlardı.
Türk çocuğunun yetiştiği mektep ona Türk’ü sevmeği, Türk için hayatını vermeği öğretmeyecek ise o mektep Türk’ün mektebi değildir.
Dr. Hasan Ferid Cansever
Bugünküler küresel yöntemlerle geliyor: Basınıyla, yayınıyla sinemasıyla, siporuyla, tiyatrosuyla geliyor. Dünyanın en zengin mutfağına sahip ülkelerden biri olan memleketime vız burgerleriyle, çiz burgerleriyle geliyor. Mütareke basınının azat kabul etmez köleleri de alkış tutuyor. Alçaklığın, itliğin, köpekliğin uşaklığın mide bulandıran örnekleri veriliyor. Türklüğün bütün değerlerine saldırılıyor; iftira edilmedik, kara çalınmadık yerimiz bırakılmıyor. Bağımız bahçemiz yağmalanıyor. Giyimimizden mutfağımıza, kurbanımıza dek karışılmadık yerimiz yöremiz kalmıyor.
Kafalarında uzaydan daha korkunç boşluk bulunan bu süper alçakların iddialarından biri de şu: “Türkçeyle bilim yapılmaz!”
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu 1933’te şunları söylüyor: “Türk lisanı en felsefî düşünceleri bile bir Avrupa lisanı gibi vüzuh ve kuvvetle ifade edebilir.” (Mürebbilere, 17. s.)
Takiyettin Mengüşoğlu da 1958’de şunları yazıyor: “Felsefenin anlaşılmazlığını peşin olarak kabul edenler için bu kitap, çok basit görünecektir; bu derece kolay anlaşılır bir felsefe kitabı olamayacağı kanaati uyanabilecektir. Fakat bu kolay anlaşılma, benim bir başarım olmaktan ziyade, Türkçe’nin bir hususiyetidir; Türkçe gibi bu derece konkret [somut] olan ve bu konkretliğini muhafaza eden bir dilde güç yazmak -eğer yazılan şey ezbere değilse- hiç de kolay değildir.” (Felsefeye Giriş XI. s)
Bu küresel köpeklerin hatırı kalmasın; bir iki örnek de batılılardan verelim:
Max Müler: “Türkçe öylesine düzenli bir dildir ki, onu dilbilimcilerin yaptığını sanırsınız.”
“İngilizce’nin yazılışı son derece karmaşık ve mantıksız” diyen Nicholas Negroponte, şöyle söylüyor: “Uluslar arası bilgisayar dili için Türkçe bir rüya gibi. Okunması son derece basit, grameri mantıklı bir dil. Her harf telâffuz ediliyor. Kelimeye takılıp da okunmayan, bu yüzden de kafa karıştıran harfler yok Türkçe’de. Dünya çapında değerlendirilince, bilgisayar sistemlerinde sentez yapmak için Türkçe’den daha uygun bir dil düşünülemez. (Being Digital, Dijital Olmak, 145’inci s.) -Bu eser 1996’da ABD’de en çok satan kitaplar arasındaydı.-
Son günlerde gönüllerimize müjde müjde yağan, gönül bahçemizde renk renk çiçekler açtıran, bahar meltemi gibi esen bir kitap masamın üzerinde: Schopenhauer Paradokslar Üzerinde Raks (Ötüken Neşriyat, O 212/251 03.50)
Senail Özkan eserine, daha doğrusu şaheserine şu sözlerle başlıyor:
“Felsefe ne sadece akademik çevrelerin mülküdür, ne de bir sosyete lüksüdür. Felsefe, her şeyden önce kendi varlığını sorgulayan, varoluşu anlamaya çalışan; Tanrı, metafizik, etik ve estetik gibi konularda düşünen, sonsuzluğu düşleyen insanın zihnî faaliyetidir. Varlığını düşünceye, sanata, felsefeye ve etiğe açanlar varlıklarının yüceldiğini, çoğaldığını, zenginleştiğini ve hayatlarının bir muhteva kazandığını, bakışlarının keskinleştiğini, hayatı ve dünyayı farklı bir perspektiften gördüklerini fark edeceklerdir. Buna karşılık felsefeye, sanata, estetiğe ve düşünceye bîgâne kalanlar ve üstelik bunu marifet sayanlar hiç şüphesiz hayatlarının zevalinde varlıklarının küçüldüğünü, azaldığını, daraldığını ve fakirleştiğini hüzünle anlayacaklardır.”
Nâbî, Vehbî, Pir Sultan, Seyyid Nesimî, Naili Kadim, Yûnus Emre, Jan Jak Rousseau, Volter, Mevlâna, Hakkı Süha Gezgin vb’ye göndermelerde bulunan Özkan’ın açtığı fikir yelpazesinde kimler yok ki!.. Yavuz Sultan Selim Han, Holderlin, Dante, Goethe, Yahya Kemal, Fuzulî, Kant, Nietzsche, Ziya Paşa, Dostoyevski, Şeyh Galib, Mitat Enç, Cervantes, Hafız, Buda, Platon, İkbâl, Ahmet Haşim, Byron, Bekir Sıdkı Sezgin vd.
Özkan’ın okumalara doyamadığımız kitabına devam ediyoruz:
“Düşünce ışığından, şüphe nurundan ve her felsefî zıyadan kaçan bu nevi düşüncesiz ve kaygısız insanlar, Kuranî bir tabirle, ‘Asra yemin olsun ki ziyandadırlar.’ Onların gözlerini ufka açmak, ruhlarını mânâ ışığıyla aydınlatmak, idraklerini metafizikle buluşturmak felsefenin, sanatın, estetiğin ve tefekkürün gayesi olmak gerektir.”
Sanırız bunca sözden sonra soruyu tekrarlamanın yeridir: “Türkçe’yle bilim yapılabilir mi?..” Bu noktada sevgili Dr. Yusuf Gedikli’ye kulak vermek gerekiyor: “Tabiî onların bildiğine Türkçe demek doğru ise!.. Yetersiz olan Türkçe değil, sözde aydınlardır.” (Bamteli, 163. s., Ufuk Ötesi yayınları).
“Evvelâ dil…” diyen Özkan’ın bu konudaki görüşlerine de göz gezdirmeden edemeyeceğiz:
“Felsefe, sanat, estetik ve etik gibi konulardaki yayınların günden güne çoğaldığını görmek umut vericidir. Bu yayınların hoş olmayan tarafı ise arı, duru, anlaşılır, halis bir Türkçe’den mahrum oluşlarıdır. Bir medeniyet dili olan Türkçe’nin, felsefî ve estetik mevzuları izah ederken ne hâle getirildiğini görmek insana cidden acı vermektedir. Dil zevkinden yoksun, felsefî düşünceye ve terminolojiye hâkim olmayan sözde düşünürlerin ve tercümanların piliç çevirir gibi hem güzel Türkçe’mizi ve hem de Batılı veya Doğulu filozof ve düşünürleri ne hâle çevirdiklerini görmemezlikten gelemeyiz. O yüzden ‘Evvelâ dil’ diyoruz.”
Küresel kafalıların iddialarını çürüten, pırıl pırıl bir Türkçeyle “Felsefe meraklılarına, felsefeden korkan meraklılara roman tadında bir felsefe kitabı” sunan, benim diyen babayiğidin üstesinden gelemeyeceği bir işi hakkıyla gerçekleştiren, kendisini kutlayacak söz bulamadığımız Senail Özkan’ı bir hoyratla selâmlıyoruz:
Öz kanım öz kanım
Damarımda öz kanım
Felsefeyi sevdirir
Senail’im Özkan’ım
Sosyal Güvenlik Kurumları
(Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun dikkatlerine)
Bağ-Kur İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne gidip dedik ki: Anacığım 13.12.1994 günü hayata gözlerini yumdu; babamızdan kalma emekli aylığı alıyordu. Lütfen hesabı kapatınız… Elimize bir kâğıt tutuşturdular; bunu, dediler, muhtarlıktan doldurt, nüfus müdürlüğüne onaylat, bize getir.
Denilenleri eksiksiz yapıp belgeyi Bağ-Kur’a teslim ettik.
- Size yazı gelecek denildi…
Lütfen dikkat buyurulsun: Tarih: 19 Ocak 1995… Numara 6463… Servisi: 13…
………..
Aradan bunca zaman geçti; lâkin ne bir yazı geldi ne de bir ses çıktı!!! Bağ-Kur İstanbul Bölge Müdürlüğü Şişli’de… Fakirhane: Beylikdüzü’nde… İstanbul’un bir ilçesinden öteki ilçesine bir yazı, bunca zaman içinde kaplumbağaya değil, karıncaya verilseydi yerine ulaşamaz mıydı?..
O günlerde de, adı geçen kuruluşun duvarında şöyle bir yazı vardı (Sonradan kaldırıldı!..):
“Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır.”
Atatürk
Gelelim SSK’ye… Bir sağlık ocağına veya bir hastaneye gidiyorsunuz. Doktorun yazdığı ilâcı bilgisayara bakan eczacı vermiyor: “Listeden çıkarılmış SSK kabul etmiyor” diyor… Halbuki kısa bir zaman önce veriliyordu. Madem liste dışı yapılmış, doktorlara niçin bildirilmez?!! Bu durumda hastalar da gayet haklı olarak söyleniyor:
- Bize gelmeyin; gelirseniz de güvenmeyin; diyorlar. Bizi yavaş yavaş alıştırıyorlar…
- Biz yoksul kişileriz, ilâçsız da, doktorsuz da ölebiliriz!..
- SSK’yi işçiler mi dolandırdı(?)
Mâniler
Yamandan daha yaman
Cehle vermiyor aman
Fırtına gibi esti
Sempozyumda Selman Can
Sanat bu, kolay mı?.. Var
Hem bilgisi, hem teri.
Son derece parlaktı
Erol Parlak konseri
“Celâl”lenme “Hasan”ım
“Güzel”leri sezelim
“Yayla”ya arka çıkıp
Geriliği ezelim
Yemelere doyulmaz
Bizim bağın tere’si
Adamdan sayıyorlar
Ne hikmetse teresi!..
Atila’nın önünde
Yere eğildi Papa…
Bugünkü durum neden
Böyle tuhaf acaba?...
Çıkardılar tıpayı
Düşürdüler çapayı
Kim çağırdı acaba
Vatikan’dan Papa’yı?!!
Hamsi mübarek hayvan
Yemeyenler saf olur
Kılçığından kadayıf
Gözünden hoşaf olur
Kimler doymuş o doysun
Hamsinin tavasına
Neler feda etmezdim
Giresun havasına