Çocukluk yıllarımdan ilk gençlik yıllarıma kadar hayatıma renk katan en güzel anılar, belki de her yıl göçle yaylaya gidişimiz olmuştur. Yayla göçünü adeta ders yılının son ayı boyunca her gün beklerdik ve nihayet göç yükü ile doldurulmuş arabalar yaylalara doğru yol alırdı. Bizse yük arabasının “kuza”sından arkada kalan dağlara, yollara bakarak yeşilliğe bürünmüş, eşsiz manzaralı tabiatı hafızamıza kaydederdik.
Yaylalar biz Erivan Türkleri için çok doğma idi ve biz Türk hayatını göçsüz hayal edemiyorduk. Çünkü Küçük Kafkas dağlarının eteğinde yaşayan bizler, yalnızca Türklerin göç ettiğini görmüştük. Çevremizde yaşayan az sayıdaki Ermeniler, Kürtler ve Malakanlar ise göç hayatından tamamen uzaktılar. Maalesef 21. asrın Türkiyesinde ve Azerbaycan’da gençlik, göç hayatının bu sevinçlerinden mahrum kaldı. Şu bir gerçektir ki, Ön Asya Türkleri atalarından kalma bu töreyi yayla-kışla arasındaki göç töresini 21. asra taşıyamadılar. İlk önce 19. asrın başlangıcından 20. asrın ortalarına kadar şimdiki Ermenistan sınırları arasında kalan Batı Azerbaycan topraklarından Zengezur’dan, Dereleyez’den, Karakoyunlu’dan, zorla göç ettirilen Türklerin yayla hayatına son verildi. Bu illerin ekserisinde sahipsiz kalmış Türk köyleri gibi yaylalar da boş kaldı. Nihayet asrın sonuna doğru Karabağ’ın dağlık bölgesinin Ermeniler tarafından işgal edilmesiyle Karabağ, Mil ve Mugan Terekemelerinin (göçerlerinin) göç hayatına son verildi. Gürcistan sınırları içerisindeki Azerbaycan topraklarından, Borçalı’dan gelen haberler de ümitsizdi. Artık yaylalara ellikle (hep birlikte) üç dört aylığına değil, sadece bir kaç günlüğüne dinlenmeye veya şölenlere gidiliyor. Türklerin başlıca geleneklerinden bu şekilde uzaklaşma dalgasından Anadolu da kenarda kalmadı. TRT kanalının hazırladığı bir programda 2001 yılında Toros Yörüklerinin yarım göçebe hayat süren son ailesinin de son defa göç ettiği ve bundan sonra yaylaya göç etmeyecekleri bildirildi. Bu durum genetik olarak göç hayatına alışmış Türk toplumu için hiç de olumlu sonuçlar getirmedi. Göçün durmasının ilk dalgası yaşlı nesli vurdu.1988 yılında Batı Azerbaycan topraklarını terk eden Türklerin yaşlı nesli kalmadı.
Göç zamanı yaylaya göç ederken ve yayladan dönerken iki kez kurban kesilirdi. Yaylada herkesin belli bir çadır yeri vardı. Hatta şimdiki gibi hatırlıyorum, rahmetli babam çadır yerini en başta kurardı. Herkesten sonra yaylaya çıksak bile, kırmızı fermuarlı çadırımızın yeri boş kalırdı. Hiç kimse başkasının çadır yerini almazdı. Rahmetli anam arabadan iner inmez tandır yerini nerede yapacağını ayarlardı ve herkesin çadır kurma telaşı başlardı. Ön Asya Türkleri her yerde, Türkiye’de bile aynı zamanda göç eder, aynı zamanda dönerdi. Azerbaycan’da Terekemeler yaylaya mayısın17’inde gider, eylül ayının 7’inde inerdi. Türkiye Yörükleri için de göç tarihi hemen hemen aynı günlerdir. Türkiye’nin Uludağ bölgesinde yaşayan Yörükler her yıl eylül ayının 4’ünde Söğüt’e gelerek Ertuğrul Gazinin mezarını ziyaret eder ve kurban keserlerdi. Ertuğrul Gazi şölenlerine Yörükler, özellikle Karakeçili Yörükleri Türkiye’nin her yerinden, Urfa’dan bile gelirdi. Anadolu’da bu töre hâlâ devam etmektedir. Türkler bütün önemli tedbirleri, barışları, savaşları, kız alıp vermeleri, akraba olmaları ekseriyetle bu tür şölenlerde gerçekleştirirdi. Göç hayatına alışmış, yaşlı neslin yaşam tarzından ayrılması göçün durdurulması ile çok büyük bir faciayla sonuçlanmıştı.
Yayla-kışla göçünün durdurulması her zaman Azerbaycan Türklerinin korkulu rüyası idi. Korktukları başlarına geldi. Rusların bu bölgeye, Kafkaslara gelmesi ile topraklarımızda, özellikle dağ eteklerinde hortlayan Ermeni çeteleri, Türk göçünün durdurulmasına çalışıyorlardı. Rusya imparatorluğuna her türlü çirkin iftirayı yazmaktan çekinmeyen Ermeniler, Türklerin yayla göçlerinin durdurulmasını talep ediyorlardı. Bu tür münakaşalar ilkin 1905 yılında olmuştu ve silahlı Ermeni çeteleri yayladan dönen Türk elatlarına (kabilelerine) hücum etmiş, Türklerin sahip olduğu hayvanların ekin tarlalarına zarar verdiğini söylemişlerdi. Bu olaylar o zaman Azerbaycan ziyalılarından Ahmet Ağaoğlu’nu ve Ali Hüseyinzade’yi harekete geçirmişti. Onlar Rusya imparatorluğu karşısında Türk halkının vekilliğini yaparak, Ermenilere ve Rus hâkimlerine gerçeği açıklamışlardı. Yaylaya göç eden Türkler hiç bir ekin yerine zarar vermeden, göç yolu ile hareket ediyorlar ve hiç kimse de Ön Asya’da binlerce yıl Türklerin gidip geldiği göç yoluna sahip çıkamazdı. Zaten Türkler burada yabancı işgalci gibi hortlayan Rus, Ermeni ve gayri müslimlerin yaşamalarını önemsememiş, onları her zaman hiçe saymışlardı. Ünlü yazar Feridun Köçerli şöyle yazıyordu:
“Azerbaycan Türklerinin hepsi 18. yüzyılın ortalarına kadar yarım göçebe hayatı sürdürürdü. 19. yüzyılda buralarda hortlayan Ruslar ve Ermeniler şu gerçeği çok iyi anlamışlardı: Bu yüzden onlar ilk önce bizim hayat tarzımızı değiştirmek istiyorlardı. “Ermeni tarihçisi Raffi Pogosyan Türklerin Ön Asya’da bin yıldan çok süren egemenliğini Türk insanının özgürlüğüne bağlıyordu ve bu özgürlüğün yarım göçebe hayattan kaynaklandığını bildiriyordu. Ermeniler Türklerin yarım göçeri hayatını lağvetmek isteklerini Sovyetler döneminde de devam ettirdiler. Sovyetler döneminde Zengezur yaylalarının da Ermenistan sınırları içerisine alınmasından istifade eden Ermeni Bolşevik yönetimi sonraki yüzyılın ortalarında yayla göçünü durdurarak muratlarına erdiler. Bir Türk olarak manevi değerlerimizin kaybolması, unutulması beni çok üzüyor. Türk milleti olarak adetlerimizi, törelerimizi, geleneklerimizi gittikçe kaybediyoruz, ama çoğumuz bunun farkında bile değiliz.
Not: Av. Hüseyin Özbek ve Hayri Ataş’ın “Ufuk Ötesi”nin son sayısındaki yazılarını her Türk gencinin okumasını tavsiye ederim. O zaman neleri unuttuğumuzu ve neleri kaybettiğimizi açık bir şekilde görürüz…