İnsanlar mecraını ve melceini bulamadığı zaman mutsuz ve huzursuz oluyor. Eğer elinden tutan birileri olmazsa, işte onlara kayıp nesil deniliyor. Kayıplar ise gün geçtikçe artmakta. Yıllar önce yaşadığım bir hadise beni hem hüzünlendirir hem de sevindirir. Ramazan ayını idrâk ettiğimiz şu günlerde, ve yaklaşan bayram dolayısıyla bu hatırayı sizlerle de paylaşmak, bu hatırada ismi geçen büyük zatı minnet, hürmet ve rahmetle yâd etmek, kendime çıkardığım dersi en büyük kazanç addetmek, beni yönlendiren kıymetli büyüklerime şükranlarımı da arz etmek istedim.
1990 yılında lise 3. sınıfta okurken yarıyıl tatilinde babamı kaybettim. En büyük dayanağımızdı bizim ve biz o destekten mahrum kalmıştık. Aynı yıl çok istediğim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümünü kazanmıştım, ancak ekonomik açıdan çok büyük sıkıntıya da düşmüştük. Zira babamdan kalan maaş bizim ancak zaruri bazı ihtiyaçlarımızı karşılamaya yetiyor, gerisi ise her zaman dert oluyordu. Annem dışarıya el işi yapıyor, bazen eşin dostun ricasıyla onlar için örgü örüyor, bunlardan gelenleri de harçlık yapıyorduk. Ancak yine de sıkıntı bitmiyordu. Ben de her hangi bir iş bulup çalışamamıştım. Üniversitedeki masraflar bu durumdaki insanlar için oldukça ağırdı. Kitaplarımı ve ihtiyaçlarımı gidermekte zorlanıyor, ihtiyacım olan bazı şeyleri alamıyor, bir çift ayakkabı, iki çift elbise ile idare ediyordum. Devletin verdiği krediye müracaat etmiştim ve bana da kredi çıkmıştı. Üç ayda bir oradan gelen para ile kitap masraflarımın bir kısmını karşılıyordum. Bu arada edebiyat hocamın tavsiyesiyle tanıştığım Halil Açıkgöz, bana birçok bakımdan destek olmuştu. En başta da iyi bir dost ve arkadaş çevresine sayelerinde girmiştim. Yine Halil hocamın vasıtasıyla tanıştığım Kubbealtı Akademisi Vakfı yetkililerinden Sait Başer ağabey, benim durumumu fark ederek bana da burs vermeyi teklif etti. Bu benim için bulunmaz bir nimetti ve okul hayatım boyunca bana en büyük destek olmuştu.
İşte bu yıllardan bir gün, şimdi tam olarak hangi yıl olduğunu hatırlayamıyorum, önemli de değil galiba, ancak bir bayram arefesi idi. O gün de yine Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda Halil hocamla çalışmış, daha sonra da Beyazıt civarındaki bazı dost ve ahbaplara uğrayıp bayramlaşmak istemiştim. Ve o gün içimdeki bir sıkıntı da beni iyice bunaltıyordu. Zira cebimde beni eve kadar götürecek bilet paramdan başka beş kuruşum yoktu. Bu da şu demekti: Bayram boyunca hiçbir yere gidemeyecek, hiçbir büyüğümü, ahbabımı ziyarette bulunamayacaktım. Eve de hiçbir şey alamayacaktım. İşte bu sıkıntılarla Kubbealtı Akademisi Vakfı’na kadar geldim. Oradaki tanıdıklarla hal hatır ettik, bayramlaştık; ben izin isteyip çıkarken Sait Ağabey beni bir kenara çekip bir zarf verdi ve “Bu senin için bırakıldı.” dedi. Zarfı açtığımda içinde para olduğunu gördüm ve şaşırarak sordum: “Ben bursumu alalı epey oldu; bir yanlışlık olmalı, bu neyin nesi, kim bıraktı?” Sait Ağabey gayet rahat, “Sen bunu al, bu bursun değil, bu senin için.” dedi. Şaşırmıştım ama kabul etmekten başka da çare yoktu galiba. Aldım ve vedalaşarak çıktım. Bendeki sevincin haddi hesabı yoktu. Zarfı tekrar açıp baktığımda paranın, aldığım bursun beş altı katı kadar bir miktar olduğunu gördüm. Hani Anadolu’da derler ya “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş.” Bu para bana ilaç gibi gelmişti.
Eve giderken o paradan annem için küçük bir hediye, ev için ufak tefek bir şeyler, yeğenlerim için minik hediyeler aldım. O bayramda hocalarımı ve büyüklerimi ziyarete giderken elim boş gitmedim. Cebimde de bana yetecek kadar harçlık kalmıştı. O bayram ben çocuklar gibi şendim ve kendi kendime ahdettim: “Eğer Allah bana bir gün mesleğimi kazanıp para kazanmayı nasip ederse, ben de hiç olmazsa bir çocuğun cebini az da olsa harçlıksız bırakmayacağım.” Allah’a bin şükür, sözümü yerine getirebilmiş olmanın huzurunu yaşarken o günkü sevincim tekrar tekrar tazelenir.
Peki, o para nereden mi gelmiş. Çok çok sonra bir sohbet sırasında fark ettim: Benim zâtı-ı âlilerini şahsen tanıma, ellerini öpme ve feyiz alma bahtiyarlığına sahip olamadığım Samiha Ayverdi annenin kitaplarından birinin telifi imiş o para. Ne dersiniz, hem kitaplarını okuyup feyiz alın hem de telif ücretiyle güzel bir bayram geçirin, bunu da bir bahtiyarlık olarak kabul etmeliyim. Bu arada elim kalem tutup da yazdığım üç beş satırlık yazı ve hazırladığım kitaplarımın teliflerini de öğrencilerim ve ihtiyacı olanlar için harcamış olmanın bahtiyarlığı da benim için ayrı sevinçtir.
hayriatas@gmail.com