Osman Ağa-Ali Şükrü ve Atatürk Olayında-1 (Son Yirmi Günün Öyküsü)
Ankara’daki Gazi Mustafa Kemal Paşa ise, artık düşüncelerini ortaya koymak adına, Anadolu’ya doğru yapacağı gezileriyle ilgilenmektedir. Bunun için, gezi güzergahlarından birisi de Anadolu’nun güneyine doğru; 13 ile 25 Mart 1923 günleri arasında pilanlanmıştır. Bu gezi sırasında güzergahın gidiş istikameti:Ankara-Konya-Adana-Mersin ve Tarsus’tur. Dönüş yolunda ise.:Konya-Afyon-Kütahya ve Ankara vardır.
Tarih 13 Mart 1923 Salı. Yer Ankara’daki tiren istasyonu. Hava soğuk. Gazi Mustafa Kemal Paşa ve karısı Latife Hanım, Anadolu’nun Güneyine doğru hareket edeceklerdir. Atatürk, 23 Nisan 1920 yılından itibaren, oluşturulan Ankara Hükümeti’nin en üst seviyedeki lideridir. Ankara’da yaklaşık üç yıl boyunca süren tarihi süreçte de, bir çeşit devlet aşaması oluşturulmuş, bu aşamada, Ermenistan’la, SSCB ve Fıransa ile yapılan görüşme ve anlaşmalarda Ankara’nın lideri ve önderi olarak sürekli Gazi Mustafa Kemal Paşa dünya kamuoyunda belirmiştir. Atatürk bu dönemde Cumhurbaşkanı değildir; fakat Ankara’nın lideridir. Ankara ise, Cumhuriyete doğru gitmektedir. Bu gidişata da, başta Ali Şükrüler, Hüseyin Avniler, Ziya Hurşitler ve benzerleri, TBMM’inde demogojik konuşmalarla karşı durmaya çalışıyorlardı.
Ankara’daki Gazi Mustafa Kemal Paşa ise, artık düşüncelerini ortaya koymak adına, Anadolu’ya doğru yapacağı gezileriyle ilgilenmektedir. Bunun için, gezi güzergahlarından birisi de Anadolu’nun güneyine doğru; 13 ile 25 Mart 1923 günleri arasında pilanlanmıştır. Bu gezi sırasında güzergahın gidiş istikameti:Ankara-Konya-Adana-Mersin ve Tarsus’tur. Dönüş yolunda ise.:Konya-Afyon-Kütahya ve Ankara vardır.
Bu tarihi gezi için, özel bir tiren hazırlanmıştır. Gazi Mustafa Kemal ve eşi, Başyaver Salih Bozok, Muhafız Kıtası Komutanı Yüzbaşı İsmayil Hakkı Tekçe ve muhafız askerleri ile bazı Giresun uşakları da, bu geziye Atatürk’ün emniyetini sağlamak için katılmıştır.Bu gezi sırasında, ünlü Türkçü şayir Mehmet Emin Yurdakul da bulunmuştur.
Bazı üst düzey yetkilileri Gazi Paşa’yı yol etmek için, 13 Mart 1923 günü, Ankara’daki istasyona gelmişlerdir. Gezi için hazırlanmış olan tiren istasyondan, Adana yönüne doğru hareket eder. Bu arada, Lozan’dan dönmüş olan heyet ise, o günlerde Ankara’dadır. Gazi Mustafa Kemal Paşa’da kendi düşüncelerini yaymak ve halkın nabzını tutmak için yola çıkmıştır. Tiren 14 Mart 1923 Çarşamba günü, Konya istasyonunda karşılanır. Bir süre sonra, buradan da hareket edilir. Nihayet 15 Mart 1923 Perşembe günü Adana’ya gelinir. Şimdi hatıralardan takip edelim:
“Atatürk, Adana istasyonunda tirenden inmiş; sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları:’yaşa, varol!’sesleri arasında yaya olarak şehre gidiyordu.Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı, göze çarptı;sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk’ün önünde durdular, arkalarında bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın şahsın da henüz esir bulunan İskenderunlu Antakya’nın Türk olan bütün halkı; “bizi de kurtar!”diye yalvarıyordu.
Herkesin gözleri yaşarmıştı; hıçkırıklarını tutamayanlar vardı.
Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi. Genç kızın nutku bitince, alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünden bir çelik parıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:
‘Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!’ dedi.
On altı yıl sonra Hatay davasının en heyecanlı günlerinde hasta ve bitkin olmasına, mutlak istirahat tavsiyesine rağmen, Hatay’a yakın olmak için tekrar Adana'ya gitti. Dört saat ayakta durmak ve çalışmak gibi olağanüstü metanet gösterdi. Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü kaybettik.
İsmail Habib, bu bahsi şöyle bitirir:
"Hatay, Hatay!... Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu. "
Atatürk’ün Adana gezisi sırasında üzerinde bir palto vardır. Başında bir kalpak ve o dönemde çok kullanılan dik yakalı gömleğe uygun olarak bağlanmış bir kıravatı bulunmaktadır. Adana’da Atatürk’ü karşılayanlar arasında, Adana milletvekili Zamir Arıkoğlu, Adana Valisi Refet Bey ile Tümen Komutanı Albay Kenan Bey de bulunmuştur.
Atatürk, Adana’daki Türk Ocağı’nda bir konuşma yapmıştır.16 Mart 1923 Cuma günü de Atatürk ve eşi yine Adana kentindedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bu sırada yanında bulunanlardan birisi ünlü şayir Mehmet Emin Yurdakul’dur. Adana’da Mehmet Emin Yurdakul’un yanındayken Atatürk’ün üzerinde koyu bir takım ile başında da kalpak görülmektedir..Başyaver Salih Bozok ise askeri üniformasıyla, Atatürk’ün sağ arkasındadır. Atatürk buradaki Türk Ocağı’nda, çiftçiler tarafından verilen bir ziyafette de konuşma yapar..Bu şehirdeki Türk Ocağı’nda, daha sonra yapılan Esnaf Cemiyeti Çayında da Atatürk bir kez daha konuşma yapmıştır.
Atatürk ve eşi, daha sonra Adana’dan Mersin yönüne doğru hareket ederler. 17 Mart 1923 Cumartesi günü, Mersin’e ulaşırlar Atatürk’ün burada üzerinde mareşal üniforması vardır. İstasyondaki karşılayıcılar arasında, devletin buradaki ileri gelenlerinin yanı sıra ünlü Libyalı Şeyh Sünusi’de vardır. Ayrıca karşılamadaki işlemeli bez pankartlarından birisinde de “Mersin Bahriye Limanı” adlı yazı mevcuttur. Şimdi o günü yaşayanların hatıralarına geçelim:
“Atatürk'ün Adana'da Hatay için:
‘Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!’
Demesinden iki gün sonraydı. Mersin'de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu. Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir levha tutan bir kaç genç kız çıktı. Levhada şu yazı vardı: "Suriyeli hemşehrinizi de kurtarın!"
Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı. Türkiye ise artık dinci değil, milliyetçi bir devletti. Suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi. Lakin kurtarmaya kalkmak fuzuli olurdu.
Etrafta hıçkırıklar ve göz yaşları yoktu; Atatürk'ün de gözleri ıslanmış değildi. Suriyelilerin 1. Dünya Savaşı’nda Türk düşmanlarıyla birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu.
‘Her millet, layık olduğu yaşayışa erer!..’ dedi ve yürüyüp gitti.”
Daha sonra Atatürk Mersin’deki Türk Ocağı’nın hazırladığı toplantıda konuşma yapar. Bu arada, Mersin sahilinde kısa bir gezinti de bulunur. Bu sırada Atatürk sivil giysilidir. Üzerinde Adana’da giymiş olduğu palto vardır. Beyaz gömleği de, dik yakalı değil de günümüzde kullanılan gömlek şeklindedir. Dolayısıyla kıravatı da günümüzdeki gibi üçgen şeklinde bağlanmıştır. Bu sırada Atatürk,
“Şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-‘Bu köşk kimin?’
- Kirkor'un...
- ‘Ya şu koca bina ?’
- Yorgo'nun
- ‘Ya şu ?’
- Salomon'un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz?”
Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur:
- Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağları’nda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam...
Atatürk bu hatırasını naklederken:
“Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur’,der..”
Daha sonra eşiyle, Tarsus yönüne doğru hareket eden Atatürk, buraya gelir ve geceyi Tarsus’ta geçirir. 18 Mart 1923 Pazar günü, Atatürk’ün anlattığımız gezisinde, Tarsus Türk Ocağında yaptığı konuşmasıyla ilgili bir alıntıyı burada okuyalım:
“Şimdiki Emniyet Merkez Karakolu’nun bulunduğu ve uzun yıllar Tekel Binası olarak hizmet veren, işgal yıllarında Fransızlar tarafından Rahibe Mektebi olarak kullanılan bu bina, o yıllarda Türk Ocağı binası olarak hizmet veriyordu. Mustafa Kemal, burada Tarsuslu gençlere uzun bir söylevde bulundu:
‘Tarsus gençlerini takdirle selamlarım!
Devletin hayatı da bireylerin hayatı gibi üç dönem geçirebilir. Eski Osmanlı hayat dönemlerinin üçünü yaşadıktan sonra yokluğa karıştı. Onun yerine yeni Türk Devleti geçti.
Yeni Türkiye Devleti bütün Türklük karakterini, yani onun dinç, kararlı, erdemli dünyalarını kendisinde toplamıştır. Gençler, biz size geçmişten, geçmişin boş inançlarından, geçmişin kalıntılarından arınmış bir yeniden doğuş getirdik.
Olaylardan, olayların gerekliliğinden beliren bu doğuş, sizin pek değerli katılımınızla, aydın çabalarınızla çıktı. Bu doğuşu büyütüp geliştirmek bizlerden sizlere yönelir. Bu görevde başarı kazanacağınıza gördüğüm kanıtlar ışığında pek çok güçlerle inananlardanım.
Saygıdeğer gençler, hayat uğraştır. Bundan ötürü hayatta yalnız iki şey vardır; yenmek, yenilmek. Size,Türk Gençliğine bıraktığım ve verdiğimiz vicdan armağanı yalnız ve her zaman yenmektir ve inançlıyım her zaman yeneceksiniz.
Milleti yükseltilmesinin şartları için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda asla kararsız olmayın. Milleti o yükseliş yerine ulaştırırken, önümüzdeki engellere hep beraber karşı koyacağız. Bunun için her türlü gücünüze, bilginize başvuracak, fakat sonunda kayıtsız şartsız o amaca ulaşacağız.
Gerek burada, gerek gezdiğim bütün yerlerde genç arkadaşlarımız hep sizler gibi duygulu, kararlı gözü pektir. Bu ülke bundan dolayı şimdiden geleceğin parlak ışıklarını görmekte kıvançlıdır. Bu millet sizin gibi gençleriyle, layık olduğu çağdaş uygarlığı bulacaktır.
Beni çok mutlu ettiniz. Buradaki kararlı sözlerinizle sevinçliyim. Size arkadaşlarınıza ve Tarsus halkına teşekkür borçluyum.’
Mustafa Kemal, Türk Ocağı’ndaki hatıra defterine ise şu notları yazmıştır;
‘Tarsus Türk Ocağı namı altında birleşen ve Türklük harsını (kültürünü) yükseltmek gibi kıymetli bir vazife ifa eden Türk Gençliğini takdir ederim.
Temenni ederim ki; ocak bu dakikadan itibaren Tarsus’ta Türk’ün sönmez ocağının yandığını ismi ile ilan etsin.”
Tarsus’taki gezi bölgesinde Latife Hanımla birlikte konuk kaldığı bir evde de Atatürk’ün yaptıklarını izleyelim.
Tarih 19 Mart 1923 Pazartesi...Yer Yine Tarsus
“Mustafa Kemal, Tarsus’ta geçirdikleri ikinci gece, misafir kaldıkları evin sakinleri ile tanışmak istediklerini belirttiler. Bunun üzerine Doktor Ali Refik (Tars) Bey, eşi Nimet Hanım, Nimet Hanımın annesi Hülkiye Hanım (Ferik Ali Rıza Paşa’nın kızı), Reji memuru Fuat Bey ve eşi Tenasüp Hanım hep birlikte Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım’ı ziyarete gittiler. Mustafa Kemal ve Latife Hanım, konukları ayakta karşıladı. Doktor Ali Refik Bey’in eşi Nimet Hanım;
‘Sizi Tarsus kadınları adına selamlarım, efendim’ dedi.
Mustafa Kemal teşekkür ettikten sonra;
‘Şöyle buyurun, ayile gibi oturalım!’ diyerek ev sahiplerini rahatlatmaya çalıştı. Sohbet esnasında Mustafa Kemal:
‘Çocuklarınız var mı?’diye sordu.
Doktor Ali Refik Bey;
‘Evet var’, dedi.
Mustafa Kemal;
‘Çocukları getirin de sevelim!’ deyince Doktor Ali Refik Bey, Güzin ve Ümran isimli kızlarını yataktan kaldırıp Mustafa Kemal’in ve Latife Hanım’ın kucağına getirdiler. Mustafa Kemal iki kız çocuğunu sevgi ve şefkat ile kucağına aldı. Nimet Hanım’ın yazdığı şiyiri Güzin ezbere Mustafa Kemal’e okudu.
‘Türk kızıyım, Türk kızıyım.
Bu vatanın yıldızıyım..
Mini mini ellerimle,
Çıtır pıtır dillerimle,
Askere dua ederim,
Hem de gözyaşı dökerim.
Peygamber duydu ahımı,
Allah verdi muradımı.
Sebep sensin Kemal Paşa,
Askerinle binler yaşa.’
Mustafa Kemal şiyiri dinledi, güldü ve memnuniyetini belirterek Güzin ile Ümran’ın isimlerini sordu. İsimler söylenince:
‘Bunlar Arapça isimler, bunlar artık geride kalacak, Türkçe isimler kullanacağız.Güzin’în adı Gazne, Ümran’ın adı da Turan olsun!’
diyen Mustafa Kemal,Türkçe’nin yabancı sözcüklerden arındırılmasının gerekliliğini anlattı.”
İşte Mustafa Kemal, böyle bir liderdi. Kafasında Türklük ve Türk milleti esas amaç olan bir insandı. Fakat, onun bu anlayışı, elbette gerçekçilik düzlemindeydi. Örneğin Enver Paşa’nın kendi ülkesinin ve Türk Dünyasının çapını, konumunu ve o günkü gücünü ya da güçsüzlüğünü hesap etmeden yapacağı bir hareketi, siz Mustafa Kemal’den bekleyemezdiniz. Çünkü şartları bilmeden hareket ettiğinizde, o şartların olumsuzluğuna da katlanmak zorunda kalırsınız. Enver Paşa, bu anlamda hayatında bunu yaşamış ve yaptığı çalışmalar, kendisine ve inandığı düşünceye yarar getirmekten ziyade, çoğunlukla zarar vermiştir. Enver Paşa’nın bu konuda, yani Türklük konusundaki çabalarına örnek ise, Orta Asya’da yaşadığı gerçeklerdir. Bu gerçeklerin nedeniyle, ömrünün sonucunu da, önemli bir oranda kurtarmayı istediği, fakat inandıramadığı, bazı Türkler eliyle hazırlamıştır. Onun o bölgede şehit düşmesiyle de, bölgedeki Türkler, komünizmin esaretine açık bir şekilde gelmişlerdir. Bu konuda Ufuk Ötesi gazetesinin 15. sayısında, yani Haziran 2003 yılındaki,”Yeni ve Gizli Sevr-6-Eski Yeşil Kuşak ve Enver Paşa” adlı yazımızdan konumuzla ilgili olduğu için tekrar bir alıntıyı aktarmak isterim. Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’e önerdiği Hindistan Komutanlığı, o bölgede güçlü bir Türk gücü ve alt yapısı olmadığından, Atatürk tarafından kabul görmemiştir. Konu şöyle gelişmiştir.
“Enver Paşa bana, Hindistan’a doğru sefer yapmak isteyip istemediğimi sordu. Emrime üç alay vereceklerdi. İran’dan halkı ayaklandıra ayaklandıra, Hindistan’a kadar gidecektim.’Ben o kadar kahraman değilim’ dedim.
Talat Paşa ‘niçin bu görevi kabul etmediğimi’ sorduğu zamanda:
‘Bize bir harita getirsinler’ dedim. Durumu gösterdikten sonra da ‘Hem niçin üç alay? Tek bir adam gönderin yeter. Nasıl olsa kendi kuvvetini kendi yapmaya mahkum değil midir?’
‘Bu fedayiliği üstüne almalıydın.’
‘’Eğer böyle bir şeye imkan olsaydı, sizin emrinizi beklemezdim. Kendim gider, kuvvetler bulur, Hindistan’ı fetheder ve imparator olurdum, cevabını verdim.”
Enver Paşa, Hindistan için Atatürk’ten olumlu cevap almazsa da, Afganistan için, Hüseyin Rauf (Orbay) dan zoraki bir evet alacaktır.”
Fakat, bu konuda Atatürk gibi dirayetli ve de uzak görüşlü bir kişi olmadığı için, görevi kabul eden, Rauf Orbay, yol güzergahında ve Kirmanşah bölgesinde hem perişan olur, hem de bu seferden başarısızlıkla dönmek zorunda kalır. İşte aradaki fark budur. Bu da Mustafa Kemal lehine üstünlük kazandırır.
Atatürk’ün düzlemi,. yaşadığı dönemdeki yaptığı işlerle de elbette belirgindir. Fakat bu belirginlik, bazılarını özellikle rahatsız ettiği ve onlar Atatürk’ü bu milletin bağrından silip atamayacakları için, başka taktikler geliştirmişlerdir. Buna göre, Atatürk’ü ve Atatürk’ün düşüncelerini sindirmek ve onun ufkunu ters yüz etmek için, cımbızla aldıkları kelimeleri ya da cümleleri (Yurtta Barış, Cihanda Barış) hayatın hangi gerçeğinde ve ne amaçla söylediğini de belirtmeden, toplumun önüne sunmaktadırlar. Bu çeşit organize olmuş olumsuz şahıs ve gurupların ellerindeki ekonomik kaynaklar da, bunun yayılmasını hızlandırmaktadır. Atatürk’ün gölgesine sığınmaya çalışan bazı asalaklar da, gerçekte emperyalistlerin ve Anglo-Sakson-Siyonist Yahudi ittifakının hizmetkarlarıdır.
Atatürk gerçeği, İpek Çalışlar ve onun gibi malum anlayıştakileri sürekli rahatsız eder. Onlar yıllarca Atatürk’e açıktan tavır alamamışlarsa, bunun sebepleri vardır. Bugün bunu yapabiliyorlarsa, bunun da sebebi vardır. Çünkü devletin kolu kanadı, Turgut Özal’dan itibaren yavaş yavaş kırılmış ve tepki gösterecek mekanizmalar baskı altına alınmış ve sadece kendileri gibi kişilere de, malum sermaye tarafından destekler verilir olmuştur. Ülkemizin kademelerinde yakın geçmişte sorumlu olanlardan bazılarının, demokratlık makarasına sarılıp, saklanması ve saklanırken de, Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyetin parasını yiyip, görevine yönelik şekilde sahip çıkmayarak “yan gelip yatması” ve en üst makamlara tırmandırılıp, rütbeler takması, devlet adına tahsis edilen evlerde rahat rahat oturmasının sağlanması, güvenlikleri için ekstra imkanlar yaratılması ve gittikleri yerlerde el bebek gül bebek yapılmaları, ne kadar ibret alınması gereken bir durumdur. Böylesi durumlardan elbette birileri son santime kadar istifade edeceklerdir ve de etmişlerdir. Makam sahipliğinden nemalanarak ömürlerini geçirmiş olan sahte demokratları ne tarih, ne de Türk milleti affedecektir. Bu konuya, yani; “Son Yirmi Günün Öyküsü”ne gelecek ayda da 20 Mart 1923 tarihinden itibaren devam edeceğiz...