Gönüllü olarak başkalarının iradesi doğrultusunda davranma eğilimi taşıyan insanlar için üzüldüğümüz olmuştur. Hele bunu dünya malı için, belirli çıkarlar için yapmaktaysa bir acıma duygusu gelir yüreğimize çöker. Bir de bunu milli değerlerini mirasyediler gibi satışa çıkaranlara hoş görünmek için ya da- ucuz şöhret olmak uğruna- kendi milletini küçük düşürme şeklinde yapılırsa işte o zaman tiksinti duyarız.
Duyarlı bir vatandaşın böyleleri hakkında suç duyurusu yaparak kanuni yollara başvurmasında pek de yadırganacak bir şey yoktur. Gerçi bazen onları teşhir etmek yerine meşhur etmeye yaradığı da görülmüştür. Bir dava konusu olması halinde o nasipsiz kişilerin, kendilerine alkış tutan malûm çevreler tarafından manşetlere taşınması da pek o kadar önemli değildir. Çünkü AB ye yamalanma uğruna “uyum” adı altında sürekli ödün verme politikasının yol açtığı hazin durumdan yararlanarak nasıl olsa paçayı kurtaracaktır. Asıl yargıya baskı bu şekilde yapılmaktadır ama “hukuk devleti” kavramını sömürerek gündemde kalmayı başaranların umurunda mı böyle şeyler?... Elbette bahis konusu kişiler böyle bir iklimde “yeterli delile ulaşılamadığı” veya “suç unsurunun tam oluşmadığı” gibi gerekçelerle beraet edeceklerdir. Mahkemeler ne yapsın ki…
Aslında bunlar hiçbir zaman “amme vicdanında” temize çıkmamışlardır; çıkamazlar da… Klasik hukuk deyimiyle “beraet” kararı alabilmişlerdir, o kadar.
Bir sürü yaygaracı, sanki bunlar düşüncelerinden dolayı suçlanıyormuş gibi bir hava estirirler de öte yandan inançlarından dolayı baskı altında kalanlarla hiç ilgilenmezler.
Özgür ve saygın (!) basınımızdaki puhu kuşları – acıklı bir tavırla – milletin “huzurundaki” bu sanıkları savunacak bir yazı yazmak zorundaymış gibi bir duyguya kapılırlar. En azından bir defa… Neden? Çünkü yazmazlarsa o sosyetedeki(!) yerleri sarsılır. “Sınıf” arkadaşlarının sorgulayan ve bazen aşağılayan bakışlarından kurtulamazlar. Hatta geçim kapılarının yüzlerinin kapandığını bile görürler. Aslında bazıları bu sayede kendilerinin niçin ve nasıl o “sütunların” gölgesinde tutulduğunu ve güya korunduğunu da anlayabilirler.
Ne gariptir ki hangi özgürlüğü nasıl savundukları belirsiz olan bu güruhun nedense hep darbecilik kültüründen kopup geldiği ve bu durumlarından hiç rahatsızlık duymadıkları görülür.
Yine ne gariptir ki ülkelerindeki “içtimai ve iktisadi adaletsizlik” bunların hiç ilgisini çekmez. Çok beğendikleri ekonomi sisteminin ürünü olan korkunç işsizlik ve bu yüzden kendi ülkelerinde değerlendirilemeyen yetenekli gençler… Birilerinin çok övdüğü ekonomik büyümenin sıcak para girişine ve lüks mallar ithalatına bağlı olması… Bu yüzden cari açığın, hem iç hem de dış borçların, onarılması zor bir yara haline gelmesi… Böyle şeylerden, halk deyimiyle “hiç haber anlamazlar.”
Katil sürülerinin, çağdaş (!) silahlar kuşanıp korkunç bir salgın hastalık halinde yeryüzünde yayılması onların umurunda değildir.
Kendi halkı nazarında bile saygınlığı kalmamış terörist devlet yöneticilerini savunmaya yine bunlar soyunur. Küresel sermayenin desteklediği siyasi darbeler yüzünden adı kötüye çıkarılmış Latin Amerika ülkelerinin birinden gerçeği yansıtan, dürüst bir ses çıktığında buralarda bir ayaklanma çıkarılıp, bir siyasi suikast ısmarlanmasını arzu ile özlemle beklerler. Emperyalizme kafa tutan bir kişi ortaya çıkmaya görsün; hemen tedirgin olurlar.
Savunmasız ülkeleri ezen küresel güçlerin çalımlarından kendilerine pay çıkarırlar. Onların sömürdüğü masum halkların ıstırabından marazi (hastalıklı) bir zevk duyarlar. Kendisi avlanmak riskini bile göze almak istemeyen, ancak bir panterin parçaladığı avdan pay kapmak için kenarda bekleyen sırtlanların davranış biçimlerini benimsemişlerdir.
Bizim böyle adamlarla davamız vardır.
İnsanlık hırkasını sırtından çıkarıp atmamış bir kişinin, eğer yüreğinde zerre kadar insaf kalmış ise, ağzındaki emzikle öldürülmüş bir yavrunun görüntüsünü unutması mümkün müdür? Aşağılık bir propogandaya sahip çıkarak, çocukların kalkan olarak kullanıldığını, dünyanın en adi saldırganlarını mazur göstermek için söyleyebilir mi? bu nasıl beyindir ve kimler tarafından nasıl kirletilmiştir? Ne zavallı insanlardır bunlar.
Elbette onlardan davacıyız.
BM in uzaktan kumandalı oluşundan yüksünmeyenlerle, Lübnan’a gönderilen askerin kime karşı ve kimi korumak için mevzileneceğini sorup araştırmayanlarla, AB ye girmeden adam olamayacaklarını söyleyenlerle, “medeniyetler çatışması” tezini benimsedikleri için bunu gerçekleştirerek kendilerinde bir keramet olduğunu göstermek isteyenlerle, Papa’nın ard niyetli söylemlerinde kendi sapık görüşlerine destek bulan içimizdeki zındıklarla, orta Asya ve Kafkas Türkleriyle kurulacak iş birliğinin ve kültür birliğinin önemini anlamak istemeyen aydınlarla, dostluk dernekleri adı altında emperyalist devletlerin borazanlığını yapan bezirgânlarla her zaman davalıyız.
Bu milleti dünya düzeninin ve hakkın savunucusu, kültürlü ve soylu bir topluluk olmaktan çıkarıp yozlaştırmak isteyenlerle davamız var.
Bilinsin ki bu dünyada da “öte dünyada da iki elimiz yakalarında olacaktır.”