Başbakan Tayyip Erdoğan'ın samimi olarak Türk Milletine hizmet ettiğini düşünmüyor, böyle bir kaygısı olduğunu da zannetmiyorum. Çünkü ikiyüzlü, hatta çok yüzlüdür. Bu millet kendisini aldatmaya çalışan benzerlerini çok görmüştür. Bir yanda yarı çıplak defile, aynı anda tasavvuf müziği. Bir yanda Helenik sütunlar, diğer yanda altın portakallı derin yırtmaçlı Romalı güzeller, Semazenler, Kur'an, diğer yanda rakılar, şaraplar, Fazıl Say'ı üç defa ayakta alkışlamalar!
(17 Eylül 2006 Antalya Büyük Avrasya Gecesi) Bir gün önce Türk Birliği nutukları, bir gün sonra AB'ye şirin gözükeceğim diye Türklüğe hakaret eden Elif Şafak'a kutlama telefonu. (22 Eylül 2006) O telefon şehit ailesinden esirgenmiş ve üstelik bu garip millete efelenilmiş idi. Bu bana 2002 yılında Ceyhun HAZAR dostumdan aldığım Aşgabat (Türkmenistan)dan yazılmış bir mektubu hatırlattı. Bugünün mana ve önemine uygun olduğu için sizlere de takdim etmek istiyorum. Tarih 30 Alparslan 2002. Bu Alparslan da ne oluyor diyeceksiniz: O, Türkmenbaşı'nın değiştirdiği bir ayın yeni adı. Türkiye'de Türkçeleştireceğiz diye bazan öz be öz Türkçe köylerin adlarını içimizdeki azınlıkların yahut beyinsizlerin değiştirdiklerine çokça rastlıyoruz ya! İşte bu da böyle birşey. Mektubu bugünlerde Papa'ya kilitlenmiş Müslüman dünyasına, Türk Dünyası deyip, Türklüğe küfredenleri telefonla tebrik eden Tayyip Erdoğan'a kilitlenmiş Milliyetçi camiaya ithaf etmek istiyorum. Zira bir haftadır CNN papa ile yatıp kalkıyor. Karikatür krizi maya tutmamıştı, belki bu okkalı hakaret tutar diye düşünüp, dönme Papa'nın eline tutuşturdukları sözlerin konuşulmasından sonra, çıkan kıvılcımı arttırmaya, alevi körüklemeye çalışıyor, bunun için özel haberler, yayınlar yapıyorlar. Bu arada Lübnan, Irak gibi konular çöpe atılmış, İsrail rahatlatılmış oluyor. Bu vesileyle Ramazan'a girecek olan İslam Dünyasını tahrik ediyorlar. Zaten Müslümanlar "Abdül" ya! Başka yerlere de taşırdılar; Ne hikmetse çıkan gösterilerde müslümanlar öldü! Türkiye'de duman ne zaman yükselecek diye bekliyordum ki, kıvamına gelmeye başlayan tepkiler bahanesiyle 22 Eylül 2006 akşamı Diyanet İşleri Başkanı ekranlarda dolaşmaya başladı. Ramazan içinde Türkiye'den bir tepki gelmezse, bu sefer Araplara dönüp "Bakın sizin Müslüman bildiğiniz Türkiye, Papa'nın sözüne hiçbir tepki göstermedi!" de diyebilirler. İngiliz, Amerikan, Yahudi işbirliği her bakımdan çok iyi işliyor. Takdir etmek lazım, bizim zayıf damarlarımızı bulmuşlar. La havle! Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Gösteri yapsan bir türlü, düşmanlığı körükleyen olacaksın. Yapmasan kanına dokunuyor. En iyisi, doğru adamların doğru bildikleri yolda, dosdoğru yürümeleri. İte köpeğe, dönmeye, uğursuza takılıp kalmamaları. Adam gibi adamları iktidara, göreve, bilimin başına getirmek!
Düşman düşmanlığını, yılan yılanlığını yapıyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Şimdi Ceyhun Hazar dostumun "Onlar ve Biz" başlıklı mektubunu okuyalım: “Misyoner faaliyetleri ile ilgili hemen her gün yeni gelişmeler oluyor ve duyarlı insanlarımız bu kepazeliklere işaret etmek üzere çırpınıp duruyor. Bankaları, medyası, kiliseleri ve yerel işbirlikçileri Közkaman’larıyla devasa bir organizasyon haline gelen misyonerlerin faaliyetleri önüne çıkanları darmadağın edip yoluna devam ediyor. Tıpkı Papanın çağrısıyla Kudüs’ü fethe giden Haçlıların, yollarının üstündeki birbiriyle husumet içindeki Türk beyliklerini, Türklerin idaresindeki Arap beldelerini yakıp yıktıkları, masum insanları kılıçtan geçirdikleri günkü gibi. Emperyalizmin ve kapitalizmin önündeki en büyük engel olarak gördükleri İslam’ın yerle yeksan edilmesi, hiç değilse İslamcı partiler eliyle ‘’Light’’ hale getirilmesi çabaları herkesin malumu. Bunda kısmen başarılı oldukları da...
Osmanlı devletinin yıkılmasıyla birlikte oluşturdukları devletçikler ve bu devletlerin başına tayin ettikleri suud ailesi, şerif Hüseyin soyu gibi Mankurtlarla Arap dünyasını denetim altına almakta pek zorlanmadılar. Bütün İslam’ın ortak malı olan petrol gelirleri başka İslam yurtlarının imhasına kaynaklık etmek üzere batılı bankalara aktı, akmaya da devam ediyor. Lakin dünyanın göbeğindeki Türkler bir türlü istenilen kıvama getirilemedi. Çıkarılan iç karışıklıklar, dış baskılar, dayatmalar yeterli olmadı. Mandacıların, onların torunları, torunlarının torunlarının bütün gayretlerine rağmen Türkler ‘’İnnedini indallahil islam’’ demeye devam ediyorlar. Felahı ABD ve AB gibi iki elleri kanlı sömürgecilerin lütfunda aramayanların hatta karşı durmaya çalışanların - deryada damla mertebesinde de olsalar- feryatlarının hiç değilse gaflet içerisindeki yüreklere ulaşmasını diliyorum. Zira dalalet ve hıyanet içerisindekiler zaten zıvanadan çıktılar. Arsızca, hayâsızca ve insafsızca olan biteni izleyerek zevkten çıldırıyorlardır herhalde.
Rönesansla kiliseyi emri altına almış, kazanmak için herşeyi mübah saymış, dünyayı kendileri ve diğerleri diye ikiye bölmüş sömürgeci batının bugünkü pazarladığı malın adı Globalleşme ya da yenidünya düzeni. Bilindiği kadarıyla herkes, her ülke şimdi bu ulvi! Çerçevede bir hizaya getirilmeye çalışılıyor. Bu hizmetin görünen kahramanları da her zaman olduğu gibi misyonerler.
Bilindiği üzere Sovyetler zamanında inançlara yasaklamalar getirilmiş, daha çok camiler olmak üzere ibadethaneler kapatılmış, yıkılmış ya da başka amaçlar için kullanılmıştı. Şimdiki durum, komünizme bile rahmet okutacak kadar vahim. Arkalarına aldıkları ekonomik güçle kasabalara, köylere kadar yayılan misyonerler, zaten büyük bir ruhi boşluk içerisindeki gençleri eğlenceler, geziler düzenleyerek, para dağıtmak üzere sözde çekilişler düzenleyerek yanlarına çekmekte, evleri kilise haline getirerek ayinler düzenlemekteler.
Türkmenistan’da bu faaliyetler yasak. Nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkede bağımsızlığa kadar açık olan tek cami yoktu. Daha doğru ifadeyle açılacak cami yoktu. Buna karşılık Aşgabat’ta üç kilise bulunuyordu. Başkent Aşgabat’ta Gorbaçov döneminde izin alınarak yapılmaya başlanan cami ancak bağımsızlıktan sonra tamamlanabilmiş. Atamurat caddesi üzerindeki zibil dökülen alanın camiye dönüşmesi epey zaman almış ama Türkmen halkının kendi çabasıyla yapılan ilk ibadethane olmasından dolayı daha sonra yapılanlardan farklı bir anlam kazanıyor. Şimdi başta Türk milletinin katkısıyla yapılan ve Türkmenistan’ın en büyük camisi olan Ertuğrul Gazi Camii olmak üzere birçok camiden yükselen ezan sesi Aşkabat’a tarihi kimliğini yeniden kazandırmış durumda. Bizzat Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın telkinleriyle, İslam’la tanışan Türkmenler, özellikle gençler camileri dolduruyorlar.
Biz ne yapıyoruz?
Maalesef hiç bir şey. Hatta hiçbir şeyden de öte...
En son Din işlerine bakan ataşe görev süresini doldurdu. Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye döndü, emekli oldu, geldi Aşgabat’a yerleşti. İçkili bir Restoran açtı, muvaffak olamadı, paralarıyla beraber Türkiye Cumhuriyetinin itibarını da batırdı, Türkiye’ye döndü.
Diyanet işleri başkan yardımcısı geçici olarak geldi, tatil yaptı, fıtık ameliyatı oldu, geri döndü.
Şimdi Eğitim müşaviri vekâlet ediyor.
Türklerin yaptırdığı Ertuğrul Gazi Camii, buradaki yabancı Müslümanların ve Müslüman ülke büyükelçileri ve diplomatlarının namaz kıldıkları Cuma cami konumundaki, merkez cami.
Din işlerine bakan eğitim müşavirini burada gören yok. Bu zatın oruç tuttuğunu gören yok ama her gün Yimpaş’ta yemek yediğini ve bilardo oynadığını herkes biliyor.
Geceleri öğretmenleri kontrol ediyorum diyerek disko, disko dolaştığı ve büyükelçiye yaptığı özel hizmetler konumuzun dışında olduğu için geçiyorum.
Denilebilir ki inanç hürriyeti var veya herkesin dini kendine. Ben de aynı kanaatteyim. İnsanlar diledikleri gibi yaşamalı, istediklerine inanmalı veya inanmamalıdırlar.
Ama herkes bildiği işi yapmalı ve aldığı görevin sorumluluğuna uygun davranmalıdır. Milletin parasıyla millete ihanet etmemelidir. Hz. İbrahim’in ateşine bir damla su ya da bir çöp taşıyan serçeler gibi dost mu düşman mı olduğunu belli etmelidir.
Bilmiyorum, çok şey mi istiyorum? “
Sayın Okuyucularım, durum bugün de pek farklı değil gliba! Biz bir şey yapmıyoruz!
aybarsfirat@yahoo.com