Türkiye'nin Mülteci ve Sığınmacı Politikası ve AB’nin Talepleri
Türk hukukunda mülteciler ile sığınmacıların hukuki durumu, Türkiye’nin taraf olduğu 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 1967 tarihli New York Protokolü dışında, yönetmeliklerle düzenlenmiştir. Bahsi geçen milletlerarası antlaşmaların iç hukukun bir parçası olmalarının yanı sıra, mülteciler ve sığınmacıların hukuki durumunu ile bunların barınma ve güvenlikleriyle ilgili düzenlemeler yönetmeliklerle getirilmiştir.
Yazımızda bu düzenlemelerin muhtevası, Türkiye’nin bu konudaki politikaları ile AB’nin Türkiye’den beklentileri üzerinde durulacaktır.
Hemen dikkati çekmektedir ki, ülkesinden siyasi sebeplerle baskı gören insanların Türkiye’ye veya üçüncü bir ülkeye gitmek üzere ülkemize gelmeleri “mülteci” ile “sığınmacı” olarak iki grupta ele alınmaktadır. Buradaki ayrım “coğrafya”, “nicelik”, “nitelik” ve “zaman” ölçütlerine dayanmaktadır. Bu hususlarda Türkiye milletlerarası antlaşmalara çekince de koymuştur.
Türkiye sadece Avrupa’dan gelen insanları mülteci statüsünde kabul etmektedir. Diğer coğrafyalardan gelenler ise sığınmacı statüsündedir. Diğer taraftan, “toplu veya münferit” gelenler mülteci sayılırken, sığınmacılar bakımından sadece “toplu” olarak gelmeleri öngörülmüştür. Böylece Avrupa dışından gelen münferit kişiler sığınmacı statüsünde dahi olamayacaktır. Bunlar yasal yollardan Türkiye’ye girmedikleri takdirde “kaçak” sayılacak ve derhal sınır dışı edileceklerdir. Yasal yollardan girdiklerinde ise “yabancı” statüsünde olarak Pasaport Kanunu ve Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’daki şartlar ve sürelere riayet ederek ülkemize giriş yapabilecek ve kalabileceklerdir. Avrupa’dan gelenlerin mülteci sayılabilmeleri için de üç farklı yol izlenmektedir; göçmen vizesiyle gelme, yabancı statüsünde gelip sonradan talepte bulunma veya iltica edip talepte bulunma… Göçmen vizesiyle gelenlerin yurda giriş yapmalarından itibaren 1 hafta içerisinde, diğerleri ise 2 yıl içerisinde mahallin en büyük mülki amirine başvurup vatandaşlık beyannamesi imzalayıp göçmen belgesi almaları gerekmektedir.
Mülteciler ile sığınmacılar arasındaki niteliksel farklılık sığınmacıların, mültecilere göre daha kısa süreli ve daha yoğun bir tehdide maruz kalmalarıdır. Zaman sınırlaması bakımından da mültecilerin ve sığınmacıların Türkiye’de kalmaları, mülteci veya sığınmacı olarak kalmalarını “haklı” kılan sebeplerin ortadan kalkmasına kadar mümkün olabilmektedir.
Coğrafi sınırlamada ölçüt olarak “Avrupa” alınmış olması ve İskân Kanunu’na göre mültecilik sıfatının sadece “Türklere” tanınmasından, Avrupa’daki, özellikle eski Doğu Bloğu devletlerinde yaşayan Türklerin siyasi baskı görmeleri halinde Türkiye’ye sığınmalarını sağlamak amacıyla bu kriterin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bunun somut örneği yakın geçmişte, 1989 yılında Bulgaristan’daki baskıcı Todor Jirkov rejiminden kaçan Türklerin Türkiye’ye topluca gelmeleridir. Bu mülteci hareketinde 300 binden fazla Türk Türkiye’ye gelmiştir. Münferit iltica girişimine ise Naim Süleymanoğlu’nun Sidney Olimpiyatları sırasında Bulgar milli takımı kampından kaçarak Türk Büyükelçiliği’ne iltica talebiyle sığınması örnek verilebilir. Sığınmacıların göç hareketine örnek olarak da Körfez Savaşı sırasında Irak’tan Türkiye’ye topluca gelmiş olan “yerel unsurlar” gösterilebilir. Diğer taraftan kamu güvenliği ve kamu düzeni sebepleriyle her zaman mülteciler ve sığınmacılar sınır dışı edilebileceklerdir. Bu duruma örnek olarak da 1988’de Türkiye’ye gelen ve dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından “manevi evlat” ilan edilen ve hatta hakkında “Yeniden Doğmak” adında bir film bile çevrilen Aysel adlı genç bayanın, daha sonra Bulgar istihbaratının ajanı olduğu ortaya çıkarılması üzerine sınır dışı edilmesi gösterilebilir.
Mülteciler ve sığınmacılar hükümetin gösterdiği yerlerde zorunlu ikamete tabi tutulurlar. Barınma ve güvenliklerinin sağlanması amacıyla misafirhaneler bulunmaktadır. Ancak bunlar yetersiz kalmakta olduğundan sığınmacılar için sınıra yakın yerlerde kamplar inşa edilmektedir. Sığınmacılar sadece olağan üstü durumun ortadan kalkmasına kadar, nispeten kısa bir süre için Türkiye’de bulunacağından bu nevi geçici tedbirlere başvurmak, maliyeti düşünüldüğünde daha makul gözükmektedir. Mülteciler ise misafirhanelerde kalma imkânına sahip olmalarına karşın, çoğunlukla bunların Türkiye’de akrabaları bulunduğundan onların yanında ikamet etmekte veya müstakil konut edinmektedirler. Bu noktada, bu kişilerin bulundukları yerlerin belirlenmesi ve istatistiklerinin tutulması bakımından sorun yaşanmaktadır. Bir diğer sorun da özellikle sığınmacılar bakımından menşe ülkenin tayinidir.
AB’nin üyelik müzakereleri sürecinde Türkiye’den beklentileri arasında coğrafi ve zaman sınırlamalarının kaldırılması bulunmaktadır. Bunun altında yatan sebep basittir. Avrupa devletleri ekonomilerini zorlayan daha fazla göç almak istememekte, Türkiye’yi adeta bir “tampon” olarak kullanmak istemektedirler. Böylece niteliksiz insanları Türkiye’de eleyip, nitelikli işgücünü almak istemektedir. AB’nin Türkiye’de desteklediği mülteci/sığınmacı projelerinin menşe ülke projesi ve istatistik projesi olması tesadüf değildir. Burada, diğer müzakere koşullarında da olduğu gibi, üyelik şartları ile üyelerin uyması gereken şartlar birbirine karıştırılarak Türkiye’nin iç işlerine müdahale söz konusudur. Üstelik AB mülteciler/sığınmacılar için herhangi bir fon da tahsis etmemektedir.