“Sağlığınız için...”
Bu slogan, hemen her yerde karşınıza çıkar. Televizyon reklâmlarında, gazete ve dergi sayfalarında, kentin çeşitli bölgelerindeki reklam tabelalarında sürekli görürsünüz.
“Sağlınız için” reklâmı yapılan ürünle yan yanadır bu kavram. Terlik reklâmıdır, olsun fark etmez.
“Sağlığınız için”dir. Oje reklâmıdır, sağlınız için, diş macunu sağlınız için, vücut kremi sağlığınız için, meyveli yoğurt sağlığınız için, cipsler, kolalı içecekler, boyalı şekerlemeler, sakızlar, paket sütler, binbir çeşit vitamin hapları, kozmetik ürünler ve daha aklınıza gelen birçok ürün sağlık için (!) üretilmiştir.
Peki, madalyonun diğer yanından bakan var mıdır bu konuya? Hayır!.. Oysa bunların birçoğu vücut sağlığını bozan ürünlerdir. Niçin mi? Bu ürünlerde bulunan kimyasal maddeler, katkı maddeleri, boyalı maddeler vb. vücudun bağışıklık sistemi tarafından tanınamamaktadır. Dolayısıyla alerjilere sebep olmakta ve vücudun bağışıklık sistemi alt üst edilmektedir.
Karaciğer, böbrek, safra kesesi, pankreas gibi, gıdaları vücuda uyarlayan ve ayırım yapan organlar olumsuz etkilenmektedir.
Bırakın aslında para için üretilen bu ürünleri, doğrudan tedavi amaçlı, örneğin “kanser hücresini yok edecek yeni bir ilaç üretildi” türü ortaya çıkartılan kimi ilaçlar, kimi zayıflattığı ilan edilen tabletler, kimi bilmem zindeleştirdiği söylenen vitaminler, aşılar vb. sağlıkta yüzde 5’lik bir fayda bile sağlamazken yüzde 95’lik gürültü koparır.
Çünkü o da “sağlığınız için”dir. Hatta o kadar ki, örneğin manavda satılmakta olan üzümün fotoğrafıyla birlikte size “doğal üzüm tadında” diyerek üzüm tabletleri, hap olarak yutturulmak istenmektedir. Yani “üzüm tadı” demeye ne gerek var. Manavda üzüm var işte. Oradan alıp yesek olmaz mı? Hayır efendim. Bu, üzüm tadında ama bir üzüm çekirdeği özü olan tablettir. Bir haptır. Yutmanız için. Yani; sağlığınız için (!)
Evet, hepsi bizim sağlığımız için...
Sağlıkta beslenme çok önemlidir. Dolayısıyla esas olan bozulan sağlığı korumaya yönelik bin bir çeşit reklâmasyon içerikli ürünlerin halka sunulmasına seyirci kalmak değil, devlet olarak koruyucu yöntemlerin en başında gelen sebze ve meyve tüketimi için vatandaşın yönlendirilmesidir. Bu bakımdan yurdun çeşitli yörelerinde var olan sebze ve meyvelerin üretimine, müstahsilin ürünlerinin de tüketimine yönelik uygulamalar geliştirilmelidir. Örneğin çok uluslu bir firma parası olduğu için, sağlığa birçok yönden zararlı olduğu halde kolalı bir içeceği veya bir cipsi veya ne bileyim herhangi bir cilt bakım kremini özendirecek reklâmlar sunabiliyor. Ama yerli bir üretici, hem de sağlığa doğrudan faydası olduğu halde vücut için olmazsa olmazlardan olduğu halde, bağındaki üzümün, bahçesindeki domatesin, fındığının, cevizinin; mandırasındaki sütünün reklâmını yapamıyor. Peki, bizim Sağlık Bakanlığımız bu konuda ne yapıyor?
Ne yapacak, ölüye bile serum takıp birkaç günlük masraf çıkartarak devletten para koparmanın yollarını arayan firmalarla nasıl başa çıkacağının yollarını arıyor. Yani dört bir yandan tırtıklanmış prosedürle bürokratik işlemlerle uğraşıp duruyor. Öte yandan bakanlık bürokratları, sağlığı cihaz ve malzeme kumpasına almış firmaların elinde şamar oğlanına dönmüş vaziyette.
“Lüzumsuz çekiliyor bütçeye yük oluyor” diye MR’ çekimine bir sınırlama getirmeye çalıştığında “sağlığa engel oluyor” deniliyor. Yasaklamasa bakanlığın bütçesi böylesi kâğıt üzerinde harcamalarla iç edilmeye çalışılıyor.
Oysa bakanlık çiftçinin ürettiği meyvelerin reklâmını üstlense, halkı doğal beslenmeye özendirse, rekoltesi bol olan fındığın, üzümün cevizin vb. iç piyasada ucuza tüketilmesini sağlasa konuyu büyük oranda kökten çözmüş olacak.
Hükümetler bugün çiftçinin elinde kalmış olan fazla fındığa hâlâ siyasal açıdan bakıyor. Fındığı almazsa oy alamaz. Alırsa parası yok.
Bu fındığı alıp, iç piyasada ucuza tüketimini sağlayacak organizasyonlara ön ayak olsa, aynı şekilde çiftçinin üzümüne, elmasına, armuduna domatesinin tüketimine ön ayak olsa, az miktarda kalan ürünü de işleyip daha pahalı bir biçimde yurt dışına pazarlamayı düşünse, toplum da bu sebze ve meyveleri bol yiyebilse baştan hasta olmayacak.
Toplumun beslenme alışkanlığı değişecek. Halkın sebze meyve ile beraber yoğurt, süt, peynir, ayran tüketimi fazlalaşacak. Bugün kaç şehirli çocuk bir üzümün nasıl yetiştiğini, dalından nasıl toplandığını, şöyle güneşin ışığında nasıl kehribar gibi parladığını biliyor? Hemen hiç… Hatta kimi evlere kolalı içecekler kadar, cipsler kadar girmiyor bile.
Adamlar reklâm ile her türlü manevraya sahipler. Reklâm ile kışın bile dondurma yediriyorlar. Yazın buz gibi diye içirdikleri kolayı kışın da başta türlü sofraya sunuyorlar. Hem de “sağlıklı” diyerek, sağlıkla alakası olmadığı halde.
İkinci ve gözden kaçmaması gereken çok önemli bir husus da eğer herhangi bir üründe tekelleşme veya piyasa oluşturma niyeti varsa, önce o konuda var olan küçük ölçekli çalışanlar bir şekilde tasfiye ediliyor. Nasıl? Yine reklâmla canım…
Örneğin ekranlarda görürsünüz. Çeşitli televizyon programlarında firmaların imalathanelerine kameralı baskın düzenleniyor. Sağlıksız üretim yapan tesisler gösterilip halka deniliyor ki: “Sayın seyirciler, sağlığınız için markası olmayan ürünlerden kaçınınız!” Ardından aynı ürünün markalı olanları piyasaya “Sağlığınız için” sunuluveriyor.
Paket süt, satabilmek için yapılan açık süt düşmanlığını yazmıştık. Sütçüler birer birer yok olunca, paket sütlere muhtaç olacağımızı belirtmiştik. Aynen bunun gibi, tavuklarda da kuş gribi çıkartıldı ve tavukçuluk köylerden kalktı. Şimdi köyleri keneler basıyor. Sağlık Bakanlığı aklını başına toplamalıdır. Gelecekle ilgili sağlıklı bir çalışma yürütüp, toplumu sağlık adı altında pazar olarak gören ürünlerin istilasına karşı, doğal ürünlerle beslemenin yollarını aramalıdır. Eğer bu konuda girişimlerde bulunulursa birçok yönden başarı elde edilir. Bir kere kentlerden köylere göç için beyhude uğraşılara gerek kalmaz. Çünkü köylerden şehirlere göç durur. Üretici olan ve bağındaki bahçesindeki ürünü satılan köylü şehre niçin gelsin? Bu projeyle örneğin kırk bin köyün ürünü teşvik için alınsa ve reklâmlarla piyasaya sunulup gençliğin bu sağlıklı ürünlerini tüketmesi özendirilse, yirmi milyon nüfusun geçim kaynağı temin edilmiş olur.
Bu projeye ayrılacak üç beş milyar ile en az iki milyon insana iş imkânı sağlanmış olur.
Olur da… Burada niyet bu ülkeye hizmet olursa olur. Yoksa siyasi rant olmayan işe kimse dönüp bakmazsa, toplum “sağlığınız için” diye diye, sağlıksız ürünlere “pazar” olur. Çocukluktan itibaren bağışıklık sistemini bozan kimyasal katkı maddeli ürünleri tükete tükete, sağlığını da tüketir. Genç yaşta, sağlığını arayan insanlarla hastahaneler dolup taşar. Sağlık Bakanlığı da bu insanlar niçin hastalanıyor deyip koruyucu sağlık üzerine sistem geliştireceğine, hastalar üzerinden devletin bütçesini hortumlamak isteyen birtakım kanserleşmiş bürokrasiyi operasyonlarla tedavi etmeye uğraşır. Sağlığımız sağlıkla istismar edilmeye devam edip gider...
Sağlıklı günler dileğiyle.