Birbirleriyle savaşmadan çok az zaman geçirebilmiş Avrupa devletlerinin kurduğu birliği övenler nedense Türkiye’nin tarihi birikimine, ait olduğu coğrafyaya ve bağlarına gelince birlikten değil ayrıştırmadan yana oluyorlar. Bu kirliliğin, düzenli dezenformasyonun ve hiç bitmeyen psikolojik harekâtın karşısında 5 yaşında çocuklar gibi izliyoruz medyayı. İnsanları belli bir noktaya yoğunlaştırmak isteyen bir medya dili kullanılıyor ve önemlinin önemsizle yer değiştirdiği bir atmosfer oluşturuluyor.
Lübnan’da 1 ay boyunca bir vahşet yaşandı. Lübnan’daki ibretlik görüntüler Türkiye’deki medya tarafından yorumlanınca başka bir ibretlik durum ortaya çıktı. İsrail Lübnan’da vahşeti yaşatırken bizdekiler Türkiye’de bu konu etrafında kamu oyu oluşmaması için ellerinden geleni yaptılar. Önce İngiltere’ye El Kaide saldırısı olacağına dair yalan habere sarıldılar. Ve gazetelerimiz “11 Eylül’den daha korkunç olacaktı”, “10 uçağı havada patlatacaklardı” gibi komplo haberlerini komple sürmanşetlerine çektiler. Varsayılan vahşetin, halen yaşanan vahşetten daha önemliymiş gibi sunulması ne kadar bulanık bir iletişim ortamında yaşadığımızı bir kere daha bizlere göstermiş oldu. Aynı günlerde 6 bin dolarlık belgeselle 11 Eylül hadisesiyle ilgili resmi tezlerin çürütülmesi durumun vehametini daha açık biçimde ortaya koydu. Yeni El Kaide komplosu tutmayınca bu sefer “Lübnan’ı bırakalım PKK’ya bakalım” korosu oluşturuldu. Sanırsınız bu isimler için dünyada en önemli şey PKK terörü. Bu ülkenin geçmişinde Osmanlı kimliği diye bir şey olduğunu sadece Araplar söz konusu olduğunda hatırlayan bu güruh, bir de “Araplar bize ihanet etti” korosunu oluşturdular.
DEVLETSİZLEŞTİRME OPERASYONLARI
Birbirleriyle savaşmadan çok az zaman geçirebilmiş Avrupa devletlerinin kurduğu birliği övenler nedense Türkiye’nin tarihi birikimine, ait olduğu coğrafyaya ve bağlarına gelince birlikten değil ayrıştırmadan yana oluyorlar. Bu kirliliğin, düzenli dezenformasyonun ve hiç bitmeyen psikolojik harekâtın karşısında 5 yaşında çocuklar gibi izliyoruz medyayı. İnsanları belli bir noktaya yoğunlaştırmak isteyen bir medya dili kullanılıyor ve önemlinin önemsizle yer değiştirdiği bir atmosfer oluşturuluyor. Kamu oyu yalanlarla uyutulurken bu arada mesajlar veriliyor. Öyle ki Türkiye’nin etrafında gerçekleştirilen devletsizleştirme operasyonları bile demokrasiyle tanışma olarak sunulabiliyor. Gürcistan, Ukrayna ve şimdi de Ortadoğu. Bu devletsizleştirme operasyonunda siyaset ve kültür bir arada gidiyor. Omurgasızların temsil gücüne sahip olduğu her yerde kapitalist uyumculuk gelişiyor.
Bütün bunlardan daha acı olan ise Türkiye’de kapitalist uyumculuğa ve çözümcülüğe karşı bir irade hareketi geliştiremiyor olmamızdır. İradenin oluşmaya kalktığı yerde hemen hiç beklemediğiniz insanlar dahi “gerçekleri görelim, uçmayalım, komplo teoriler kurmayalım” diyebiliyor. Zihinler küresel-kapitalist hegemonyanın tesirine o kadar açık hale gelmiş ki teslimiyetin boyutları bile idrak edilemiyor.
RASYONEL BEYİNLER ve TESLİMİYET
Ahmet Davutoğlu “Küresel Bunalım” isimli kitabında uluslar arası siyasete medeniyet ve sağlam dünya görüşü perspektifiyle bakan bir aydın duruşunu şu cümlelerle yansıtıyor: “Rasyonel mekanizmaların kullanılmasıyla, güvenlik alanı genişlemek şöyle dursun, daha da daralmaya başlamıştır. Nagazaki’ye, Hiroşima’yla bomba atan pilotlar, demokratik bir mekanizmadan geçen bir kararla, rasyonel bir biçimde uygulanan sistemik bir düşünceyle bu bombaları attılar. Şimdi rasyonalite ve demokrasi insanlara güven getirecekse, bu çelişki nasıl çözülebilir? İnsanoğlu özgürlük ve güvenlik probleminin çözülmediği kanaatine sahipse tarih sona ermemiştir ve mutlaka, yeni arayışlar devam edecektir.”
Dünya görüşü sakatlanmış olanlar ya kendi hayatlarında bir altın devir meydana getiriyor ve orada donup kalıyor ya da hep rasyonaliteden bahseden, güçlülerle hiç kötü olmamaya çalışan ve güçsüzleri hiç umursamayan tavırlar sergiliyorlar. Rasyonalite ile gayb’a iman etmek arasındaki hiç bir şeyle telif edilemez derin karşıtlığı çok iyi anlamak gerek. Çünkü onların teslim olduğu rasyonalite belirsizliği getirdi, değerler kaosunu getirdi.
Zihinlerde yaşanan teslimiyet hayat tarzını da etkiliyor. Hayat tarzı yara alınca da duyarak hissederek yaşamak mümkün olmuyor. Velhasıl, tarz-ı hayat varsa “kapitalist yaşam biçimi ve tüketim kalıpları” reddedilebilir.