Gazi Topal Osman Ağa ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk arasındaki olayları, kendi çıkar ve emelleri doğrultusunda çirkin bir şekilde gündeme getiren ve bunları kamuoyunu yönlendirmek için yapan kişileri, bu köşede deşifre etmeyi sürdüreceğiz. Bu şekilde tarih alanında saptırma yapanlar, elbette ilgi alanımız dahilindedir. Onlarla mücadele etmenin de temel görevlerimiz arasında olduğunu düşünüyoruz.
Değerli okuyucular, Ufuk Ötesi gazetesinde Temmuz 2006 tarihinden itibaren başlığımıza yönelik yazdığımız yazılar şu anda üçlendi. Bu yazılar zinciri, şu anki şartlar gereği devam edecektir. Çünkü, gündemi oluşturan malum olumsuz kişiler, olumsuzluklarını halen bu düzlemde sürdürdükleri için, bu yöndeki yazılarımız devam etmek zorundadır. Gazi Topal Osman Ağa ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk arasındaki olayları, kendi çıkar ve emelleri doğrultusunda çirkin bir şekilde gündeme getiren ve bunları kamuoyunu yönlendirmek için yapan kişileri, bu köşede deşifre etmeyi sürdüreceğiz. Bu şekilde tarih alanında saptırma yapanlar, elbette ilgi alanımız dahilindedir. Onlarla mücadele etmenin de temel görevlerimiz arasında olduğunu düşünüyoruz. Bu konuyla ilgili olarak, ülkemizdeki dönek Maoculardan Danyal Oral Çalışlar ile karısı İpek Çalışlar gibilerin, gerçek yüzlerini ve hedeflerini de toplumun önüne koymak zorundayız. Bu şahısların, Türk milliyetçiliği kavramından duydukları rahatsızlığı ve bu bağlamdaki anlayışlarını, Türk milletinin gözleri önüne sermeliyiz. Türk milliyetçiliğinden nefret edenlerin, kahraman ve sembolleşen Türk büyüklerinden de, hangi ölçü ve boyutta nasıl rahatsız olduklarını da, bu topluma izah etmeliyiz.
Bu bağlamda, Türkiye’de medya sektörünün pek çok alanına sızan ve buralardan gündemleri belirleyip, kendi düşünce ve fikirlerine göre zeminler oluşturan bu insanlara karşı, mücadele etmemek, Türklüğe ve Türkiye Cumhuriyetine karşı büyük bir ihanettir diye düşünüyoruz. Bu açık ihaneti, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapanlar arasında, Türkiye Cumhuriyetinden ömrü boyunca beslenip geçinen memurlar var mıdır? Bu bağlamda, böylesi süreçlere karşı duyarsız ve ilgisiz olan bu çeşit memurların, sadece gündelik hayatın ıvır zıvırı ile uğraşması, onlar adına suçluluk olgusunu yaratmaz mı? Bu anlamda, malum kesimce bir türkü gibi sürekli tutturulmuş olan “derin devlet” demogosjisinin de, bazı şahısların dillerinde yuvarlanıp gitmesi onların sıtratejisi gereğidir. Aslında derin devlet denilen şeyin, günümüzün gerçekleri incelendiğinde de, içi boş bir unsur olduğu ortaya çıkmıyor mu?
Yine bu açıdan bakıldığında, yaşanılan sürecin ışığındaki hareketler, derin devlet denilen anlayışın, bazı güç odaklarına teslim olmuş bir devlet gerçeğinin olduğunu, gözler önüne sermiyor.mu? Şimdi, bu devletin istihbaratı bu ülkede, bu zamana kadar ne yapmıştır? İstihbarat işlerinden ekonomik anlamda beslenenler, ülkemizde sadece basit dedikodu istihbaratı mı yapmışlardır? Bu ülkede emniyetten, MİT’e, Genelkurmay’dan kuvvet komutanlıkları istihbaratlarına kadar pek çok birimde çalışanlar, neyin bilgi birikimini toplamaktadırlar? Bu topladıkları bilgiler, neye karşı etkili olmuştur? Bu bağlamda, önümüzde sürekli yükselen PKK gerçeği ile bazı dinci, tarikatçı anlayışların güçlenme ivmesinin yükseklere çıkması, var olan istihbarat birimlerinin başarısı mıdır(?) Böylesi birimlerde çalışanlar ya da çalışmış olanlar, neyin görevini hangi ölçüde yapmışlardır ya da yapmaktadırlar? Buralardaki görevliler, bu ülkede tarihe ve millete karşı özeleştiri vermek zorunda değiller midir? Yine bu bağlamda, bazı kişiler, ilgili istihbarat birimlerine rağmen, gayri millilik sürecinde, pek çok olumsuzluğu bu ülkede yaşatmıyor mu? Bu süreçte, komünizmin tarlasından kapitalizmin zirvelerine sokulan, tırmandırılan ve oralarda nadide çiçekler gibi dipleri parayla sürekli sulanan dönekler üzerinde, o malum istihbaratçılar hangi boyutta etkili olmuşlardır? Bugün de Atatürk’e çamur atmanın, uslanmaz ve dayanılmaz şekilde keyfinin izini süren bu mihraklara karşı, devletin istihbaratı ve diğer kurumları, uyumuş bir şekilde durmuyorlar mı? Bu konuda harekete geçmeye çalışan bir adli personele, yani bir savcıya karşı da, anti milli mihraklar, çıkarlarına göre yönlendirme çabası içersine girmiyorlar mı? Acı olan nokta, ülkedeki son tezgahın, Gazi Topal Osman Ağa ile Atatürk düzlemi üzerinde kurulmuş olmasıdır. Yine acı olan nokta; gerek Atatürk’ten nefret eden bu kişilerin, bir o kadar da Gazi Topal Osman Ağa’dan nefret ettikleri de malumdur. Onlar, bu nefretlerini duruma göre kamufle ederler ya da saman altına atıp beklerler. Dikkat edilirse bu tip şahıslar, nefret ettikleri insanları birbirlerine vuruşturarak, hem para kazanırlar, hem de o kahramanları, toplumun gözünden düşürmeye çalışırlar.Aynı zamanda, yeni yetişen nesilleri de, düşünce bazında kendi anlayışlarına göre etkilerler.Bu anlamda tezgah kuranlar, Gazi Topal Osman Ağa’yı, “sadist”, “sahtekar”, “çıkarcı” olarak gösterirken; Atatürk’ü de “korkak”, “hiylekar” bir kişiymiş gibi topluma sunmağa çalışmaktadırlar.
Bu olaylar ve bu olaydaki kahramanlar hakkında, Halil Berktay, Danyal Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Ahmet Hakan Çoşkun, Mehmet Altan gibilerin tavır ve görüşleri nelerdir? Malum olmayan nedir? Atatürk’ün sırtından para kazanan, üniversitelerdeki Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi öğretim üyeleri, bu konuya yönelik olarak ne yapmaktadır? Yoksa onların toplamı, yukarıda adını verdiğimiz şahısların birine bile denk düşmemekte midir? Böylesi öğretim üyelerinin içersine, cemaat mensubu olanlarla, Kürtçü, ve komünist kökenli kişiler sızmış mıdır? Biz bu konuda iddiya ediyoruz. Bu anlamda bildiğimiz insanlar da vardır.Şimdi Ankara’da Atatürk’le ilgili bir birimin başına getirilmiş olan bir öğretim üyesinin, hangi üniversitenin Cumhuriyet tarihi ile ilgili bölümüne hangi tarikatçı öğretim üyelerini yerleştirdiğini ve bunların da sözüm ona Atatürkçü (!) olduklarını da bilmiyor muyuz? Derin Devlet nerede kalmış? Her halde sınıfta değilde, çok derinlerde kalmış! O belki ancak bizi fişler?Yukarıda belirttiğimiz gibi, Osman Ağa ve Atatürk konusu, son derece önemli olduğu için, elbette bu işin peşini tarihsel düzlemde de olsa bırakmamalıyız. Tarihi süreci doğru dürüst bilmeyen, aklınca iki üç kitap okuyan kişilerin, Türk kahramanları üzerine attıkları iftiraları, elbette bu ülkede kamu vicdanında mahkum etmek, her yurttaşın temel görevi olmalıdır. Bu görev, ülkemizde sadece Türklere düşmemekte, bu ülkenin suyunu içen, havasını soluyan ve bu ülkeden beslenen herkese düşmektedir. Yalanın, iftiranın diz boyunu geçip, adam boyuna ulaştığı günlerdeyiz. Yalan ve iftiradan nemalanan bir dizi insan kılığına girmiş şahsiyetsizlerle mücadele, hangi boyutta olursa olsun, bu ülkede verilmek zorundadır. Bu boyutun kendi şahsım için de, kefenden cekete kadar, bir sınırı da yoktur. Gerek Gazi Topal Osman Ağa ve gerekse Atatürk’e iftira atanlar, bu ülkede bugün ne yazık ki büyük sermaye tarafından da kucaklanmakta, el altından ve el üstünden de, sürekli olarak destek ve teşvik de görmektedirler. Bu destek ve teşviklerin diğer bir fitilinin ucunu ise, ABD’den AB’ye kadar yamanmış olan, bazı zümreler belirlemektedir.
Değerli arkadaşlar! Başka ortam ve ülkelerde adam yerine konmayacak kişiler, ülkemizde dilekçe yazıcılığından öteye geçecek kadar çapı ve bilgi birikimi bulunmayanlar, ne yazık ki bu ülkede sözüm ona yazar olabilmektedir. Doğru dürüst tarihsel birikimi ve sıtratejik bakışı bulunmayan, geleceğe dönük öngörüsü de olmayan bu çeşit çapsız kişiler, Türkiye’de etkili yerlerde olabilmektedirler. Böylesi kişiler, bazı büyük sermaye sahiplerinin de parasal rüzgarını arkasına alıp, ceketlerini yelken gibi şişirerek hareket etmektedirler. Hem cepleri şişen, banka hesapları sürekli artan, gayri mülklerine mülk katan bu adamlar, aynı zamanda, Türk milletinin bütün değerlerine gizli ya da açık olarak saldırmakta veya saldıranlara destek olup, yataklık ve yaltaklık etmektedirler. Bu çeşit adamlar, Türk milletinin tüm birikimlerini zaptı rapt altına almaya çalışarak, bu hayatta dört köşe, unvan ya da makam sahibi olurlarken, milletimizin çoğu, bu durumun farkında bile değildir. Kendi kaderinin farkında olmayanlar, ülkenin parasal birikimlerini gasbeden çapsızların çapından da, habersiz olan insanlar olarak belirmektedir. Milletin bu bilinçsizliğinin, nereden kaynaklanmakta olduğu da incelenmelidir. Bilgi çapsızı olan böylesi kişilerin, ülkemizde sözüm ona yazardan sayılması, bunların efendisi olan sermayenin çapı ve bilgi birikimiyle orantılı olsa gerekir! Bu ülkede, kimdir bunların efendisi? Örneğin Aydın Doğan, bu efendilerden birisi değil midir? Aydın Doğan’ın bilgi ve kültürel birikimi hangi boyuttadır? Aydın Doğan’ın okuduğu okullar hangileridir ve basın alanındaki ihtisas alanı nedir? Yoksa ihtisas alanı, özellikle basın mıdır? Eğer o şahsın ihtisas alanı basın ise, o basındaki kalemler de, ancak bu kadar kaliteli olur(!) Elbette, o guruptaki birkaç gerçek yazarı, bu konu dışında düşünüp kendilerini tenzih ederiz. Fakat, öteki kaliteli yazarlar (!) ise, sözde demokrasi havarisi olduklarını savunurlarken, paranın demokratlığında, Aydın Doğan’ın basın alanındaki geniş bilgisini (!) kültürel alandaki birikimini(!) sorgulayabilirler mi? Acaba Aydın Doğan, son yirmi beş yılda, hangi yollardan bu noktaya geldi? Aklınca, her konuda fikir yürüttüğünü, halka yutturmaya çalışan Çetin Altan ya da romancı diye şişirilen oğlu Ahmet Altan, Aydın Doğan’ın bilgi boyutundaki çapı(!) üzerine yazı yazabilme yürekliliğini gösterebilirler mi? Yoksa Altanların, yürekleri ve göbekleri yağ ve cepleri para mı bağlamıştır? Bence cüzdanlarına ya da ceplerine para koyma yerine, kendilerinin alınlarına karaları bağlarlarsa, bu ülkedeki layık oldukları noktaya gelirler. Aydın Doğan denilen şahıs da, ülkemizde çok zengin olmuş olabilir. Türk milletinin saflığından, bilinçsizliğinden ve yanlış örgütlenmesinden de istifade ederek, para babası da olabilir. Hiç ama hiç unutmasın, yaşadığı bu ülke Türkiyedir...Yani Türklerin ülkesidir...Aynı zamanda Türkçenin ülkesidir...Kendi gazeteleri, televizyonları, uşakları, hizmetçileri, kapıkulları ve borazanları da bu ülkede bulunabilir. Onların ülkemizde ele geçirmiş olduğu, ayni ve nakdi birikimlerin yegane kaynağı da Türk milletidir. Bir kere daha diyoruz. Ölene kadar da diyeceğiz. Uyan Türk Milleti! Seni zihnen, fikren, bedenen, ele geçirmiş olanları, ülkeyi soyanları ve yolanları iyi tanı! Aynı zamanda, bu ülkedeki Türk insanını her zaman ikinci sınıf insan yerine koyanları ve koydurtanları da tanı ve onlar üzerindeki yegane gücün ve silahın olan paranı da iyi kullan! Ey Türk milleti! Tekrar ediyorum. Bu ülkede, sana karşı olanların yegane gücü, yine senden ve senin gibilerden kazandıkları paralardır. Ey Türk insanları, kendi ellerinizle, kendi paracıklarınızla, geleceğinizi ve ülkenizi insafsızların insafına bırakmayınız! Onları, yani sana düşmanlık yapanları, payanda olanları, hayatımızın bu ortamında parasız bırakarak, bıraktırarak, denizde havasız kalan bir canlının durumuna sokabilirsiniz. Yoksa onlar, günümüz sürecinde, sizleri yalanın dümenine bağlayıp, malum olduğunuz bir hale getiriyorlar ki, düşünülmesi bile çok acı...Aydın Doğan, Gazi Topal Osman Ağa’nın öyküsünü bilir mi ki? Hiç sanmıyorum. Aydın Doğan Atatürkçü mü? Eğer o, emrinde beslediği bazı yazarları kadar Atatürkçüyse yandık! Doğan Yayınları, Aydın Doğan’ın mı? İpek Çalışlar, malum kitabını oradan mı çıkardı?
Yine Aydın Doğan gurubundan beslenen Ahmet Hakan denilen ve döneklikle suçlanan kişi, CNN Türk kanalındaki, “Tarafsız Bölge” denilen yayınında, İpek ve Danyal Oral Çalışlar’la neyin demogojisini yapıyordu? Onlara göre malum kitaplarında, sözde Atatürk’ün insani yönü görülüyormuş(!) Bu tablo, bu çeşit insanların kurnazca izledikleri bir taktik olsa gerekir. Aydın Doğan’ın Radikal gazetesinin İnternet sitesinde, 22 Ocak 2006 tarihinde 1187 defa okunduğu belirtilen Ayşe Hür denilen şahsın yazısını geçen ay incelemiştik. Yine Aydın Doğan’ın Radikal gazetesinin İnternet sitesinde, Aydın Doğan’dan nemalanan Murat Belge de, aklınca sadece Falih Rıfkı’yı esas alarak Gazi Topal Osman Ağa olayı ile ilgili yazı yazmış ve şunları da eklemeyi ihmal etmemiştir: “Benim 'milli' fenomenlere fazla bir merakım yok, ama doğrusu beni bu kahramanın temsil etmesini istemiyorum. Burada savaş koşullarında gereksiz görünebilecek bazı sertliklere başvuran bir adam değil, yaptığından derin bir zevk aldığı anlaşılan kaşarlanmış bir sadist görüyoruz.”
Ne idüğünü, yakın dönemde babasının soyundan da bildiğimiz bu Murat Belge’nin, “Benim ‘milli’ fenomenlere fazla bir merakım yok” sözünü, zaten yadırgamıyoruz. Niçin? Çünkü Murat Belge’nin, Türk kökenliyim diyemeyenlerden olduğunu bildiğimiz için! Murat Belge, kendi kökenin ne olduğunu da vakti zamanında köşesinde zaten yazmıştır. Acı olan nokta, Türklükle ilgisi malum şekilde olan böyle adamların ve babalarının, bu ülkede makam ve mevki sahibi olmuş bulunmalarıdır. Bu adamlar, ülkemizdeki yabancı okullarda çocuklarını okuturlar ve Türk milletinin birikimlerini ceplerine ve midelerine indirmekten de hiç çekinmezler.. Acaba Milli fenomeni olmayan Murat Belge, çocuğunu hangi yabancı lisede okuttu? Onun Türklük diye bir derdi yok ki, millilik diye bir derdi olsun! Kendi etnik kimliğinin de, bu ülkede pirim yapmayacağının da farkında. O süreçte de, saldır bakalım Türk’ün milliliğine...Murat Belge’nin ve benzerlerinin bu ülkede millilik diye bir derdi olmazsa da, bizim ve bizler gibi olanların böyle bir derdi vardır. Biz Türküz. “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyoruz. Murat Belge istese de istemese de, bu ülkenin çoğunluğu Türk olan insanlardan oluşur. Yani burası Türklerin ülkesidir ve öylede kalacaktır.
Ey Aydın Doğan efendi! Bakınız! Beslediğiniz kişileri görüp, tanıyınız! Yoksa senin de mi, milli fenomenlere fazla bir merakın yok! O zaman Hürriyet adlı gazetenin sol üst köşesindeki logosunu atınız! Bildiğimiz malum bazı yazarlara para veren bir kişinin, o ifadeleri o gazetede taşıtmasının anlamı gerçekçi olabilir mi? Zira “Türkiye Türklerindir” demek, sizlerin ağızlarınıza yakışmıyor. O sözleri, o duyguları özünde taşıyanlar söylemeli. O sözler, ancak milli değerlere inanmış ve sahip çıkan insanların ağzına yakışır.Evet Aydın Doğan efendi...Senin yazar saydıklarından (!) birisinin daha üzerinde duracağız. Yani; Gazi Topal Osman Ağa ve Atatürk düzleminde fikir yürütmeğe çalışan elemanlarından birisinin daha ipliğini pazara çıkaracağız....Şahsın adı Mehmet Y.Yılmaz...Bu adamcağız da Aydın Doğan’ın kanatları altında çapının verdiği şekilde, kulaç atmaya çalışıyor. Bu adam, “Mahkeme Tarihi mi Yargılayacak?” yazısında diyor ki: “Başka kaynaklarca da doğrulanan tarihsel bir olay bu!” Mehmet Y. Yılmaz’ın bu çarşaf olayını doğrulayan kaynak dediği hangisidir? Onu göstersin. Fakat şimdilerde bu kesimlerin, yalan düzleminde, mahkum olmamak için, bazı tezgahlar kurma gayreti içersinde olacakları görülecektir.Aydın Doğan’ın adamı olan Mehmet Y.Yılmaz çok rahatsız olmuş. Rahatsız olduğu konu, bu ülkedeki yiğit bir Türk yurttaşının duyarlılığı sonucunda, tahrifatçı İpek Çalışlar’ı savcılığa şikayet etmesidir. Bu bağlamda, savcının da bu konuda harekete geçmesiyle, M.Y.Yılmaz denilen kişinin, bu tahkikattan son derece muzdarip olduğunu makalesinden anlıyoruz. Mehmet Y. Yılmaz, “Mahkeme Tarihi mi Yargılayacak?” yazısıyla, aklınca ve çapınca demogoji yapmaktadır. Çap ayarı malum olan şahıs diyemiyor ki, mahkemede Atatürk’e atılan iftira, yalan ve bunun özel ve maksatlı kişiler eliyle oluşturulan kurgusu yargılanacak...Elbette bu tip adamlar da, bunu diyebilecek yürek yoktur. Onlar da, sadece demogojinin laf salatası vardır. Gelişmelerden çok rahatsız olan Aydın Doğan’ın beslediği Mehmet Y.Yılmaz, buna göre: “Türkiye’de savcılar, kendilerine gelen her dilekçeyi soruşturma konusu yapmak zorunda mı?Dilekçe sahibine “kardeşim, bu mahkemenin işi değil, yargıyı boşa işgal etme” demek çok mu zor?” diyor.
Görüyorsunuz değil mi, çap ayarı düşük şahıs, aklınca çapını yükseltmeye çalışıyor ya da öyle yaptığını zannediyor. Adama bakınız! Savcıya akıl veriyor. Neymiş efendim: yargı boşa meşgul olmaktaymış.Arkadaşlar! Bu adam, Aydın Doğan denilen şahsın gazetesinden ekmek yiyor. Her halde, yediği de, sizin bizim gibi de değildir! Tahmin ediyorum ki, cebi de, iyi para görüyordur? Kim bilir, evi nerede? Aylık geliri nedir? Bu adam, Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyetin ortamında beslenip yaşıyor. Bu cumhuriyetin kurucusu üzerine, yapılmış olan iftirayı, aklamak için savcıya diyor ki: “Türkiye’de savcılar, kendilerine gelen her dilekçeyi soruşturma konusu yapmak zorunda mı?” Yani Atatürk’e iftira atmak doğal (!) Fakat bu iftiraya tahammül edemeyen bir Türk yurttaşının savcılığa dilekçe vermesi, sıradan bir şey olarak gösteriliyor. Ey Aydın Doğan, işte adamların! Atatürkçüyüm diyenler neredesiniz! Sizlere açıktan mı küfretmek lazım!
Mehmet Y.Yılmaz demogojik yazısını şöyle tamamlıyor: “Anlayamadığım bir başka konu da, Atatürk’ü kanun aracılığıyla koruma çabası”.
Atatürk’ün korunmak için buna ihtiyacı yok.
Onu korumaya yaptığı devrimler ve devrimlere gönülden bağlı olanların sevgisi yeter.”
Görüldüğü gibi, tahrifatçıların destekçilerinden birisi, önce çamuru atıyor, sonra ucuz ve demogojik bir yaklaşımla kaçmaya çalışıyor. O istediği kadar kaçsın, fakat biz bu kişileri biliyoruz. Efendim Atatürk’ü koruma kanuna ihtiyaç yokmuş. Bunlar hep ucuz sözcük oyunları...Atatürk’ü de, Türklüğü de, Türk büyüklerini de, İslam’ı da, Peygamberleri de koruma kanuna bu ülkede ihtiyaç vardır ve her zaman da olacaktır. Niçin? Çünkü içimizdeki, küçük, basit anlayışlara sahip olan insanlardan korunmak için? Bu konuda, üç aydır yazdığımız yazılar, bu pislik, bu iftira, bu çamur sürdürüldüğü ve bu ortamdan para kazananlar olduğu içindir. Bu konuya, duyarlı olan bir savcının önünü kesmek için, harekete geçen Aydın Doğan’ın, yukarıdaki elemanın yanı sıra, başka gazetelerde bulunan birkaç kişi daha bu konuda kem küm etmiş şimdilik onlar üzerinde durmuyoruz. Bunlardan tam anlamıyla yontulmamış bir kereste, bu konuya aklınca el atmış. Ona yontulmamış diyoruz. Çünkü anlayabileceği dil budur da onun için! Yoksa amacımız, keresteler gibi insanlığa hizmet eden objelere kesinlikle hakaret etmek değildir. Aslında İspanya’da belirli şehirlerde koşturulan öküzler vardır ya, bir oraya saldırırlar, bir buraya, tam anlamıyla başı bozuk ve kırmızı renkten nefret eden canlılardır. Bu yontulmamış kerestenin de, başı bozu mudur, nedir bilemiyorum? Fakat bildiğim, o kereste kalıplı şahıs, aklınca Atatürk’le, Türk milliyetçiliği ile açık ya da kapalı alay ederek., bir yere varacağını sanmaktadır. Zamanı gelince, bu köşede onu da yamultacağız..Şimdilik sırasını beklesin!
Fakat Turgay Ciner’in Yeni Aktüel’inde de aynı anlayışla, savcıyı etkisiz kılma olayı gündemdedir. Yani Atatürk’e atılan iftiralar üzerine gidecek olan savcıyı yönlendirme çabalarıdır hep bunlar... ‘Yeni Aktüel’ dergisinde;“İşte Savcının Aradığı Tanık” hikayesinde olduğu gibi.Cumhuriyet savcısını yönlendirme çabaları söz konusudur. Bu anlamda işin peşinde sadece, Bağcılar’daki savcı değil, Cumhuriyetin başka savcıları, başka memurları da olmalıydı. Bugün iftiralara pirim verenler, yarın çok daha beter şeylerle de karşılaşmaya hazır olsunlar. Tahrifatçılar, iftiracılar ve destekçileri aynı saflarda kolayca hat oluştururken, devletin sözde Atatürkçüleri nerededir? Safları nerede? Her türlüğü olumsuzluğu, pişmiş kelle gibi sırıtarak topluma pompalayanlar, nasıl bu ülkede ayakta durabiliyorlarsa; bizlerin ve bizler gibi düşünenlerin, aynı saflarda buluşup, hatlar oluşturmamız, bozuk düzenin tacirlerini bu ülkede, etkisiz kılmamız gerekmektedir. Değerli dostlar, Gazi Topal Osman Ağa ile Ali Şükrü olayındaki tüm ayrıntıları önümüzdeki aydan itibaren açıklayacağız. İpek Çalışlar’ın iftirasını, ne yalancı tanıkları silebilecek, ne de şimdilerde kurdukları tezgahlar, ne de onların destekçileri...Eğer İpek Çalışlar’ın bu açık iftirası, bu ülkedeki adli yargı sürecinde örtbas edilirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin artık iflah olmaz bir sürece girdiğini de göreceğiz. Günümüzün bu sürecinde, böylesi konuları, işlerine geldiği gibi işleyen, Mehmet Altanlara,Ahmet Hakan Coşkunlara, Halil Berktaylara ve Danyal Oral Çalışlara elbette meydan eninde sonunda dar edilecektir. Onları besleyen Aydın Doğanlar, Turgay Cinerler ve benzerleri de tarihin elbette sorgusuna uğrayacaklardır.