�Gözüm, cânım efendim, sevdiğim devletlü sultanım� (Fuzûlî)
�- Ne diyon kızım yaa!
Manyaksın sen oğlum, asıl sen ne diyon?
�����
Yanımdaki masada oturan ve hallerinden sevgili(!) oldukları belli olan çiftin konuşmaları böyle sürüp gidiyordu. İster istemez kulak misafiri olduğumuz konuşmada delikanlının sevgilisine hitabı �kızım�, genç hanımefendininki ise �oğlum�du. Uzunca bir hayatı beraber paylaşıp yürütmek için çıkılan yolda, tarafların birbirlerine hitap edişleri ne kadar arsız ve bayağı geldi bana. Oysaki hitap şeklimiz karşımızdakinin hem gönlünü fetheder hem de ona verdiğimiz değeri göstermez mi? Tabii hitap şeklimiz aynı zamanda terbiye şeklimizi de ortaya koyar. Yukarıda verdiğimiz örnek her halde bizim terbiye şeklimiz olmasa gerek. Bir İstanbul beyefendisinden ve hanımefendisinden bu ve benzerini duymamız asla mümkün olmazken bugün iyice yozlaşan cemiyet hayatımızda maalesef hanımefendi, beyefendi, efendim, canım vs. gibi hitapları duymak da zorlaştı. Belki de alıştık bu türlüsüne. Ancak yine sevgiliye şöyle hitap etmek daha zarif olmaz mıydı? Bakınız nasıl Aydil Erol ağabeyim nasıl sesleniyor sevgiliye:
�Nâr tânesi, nûr tânesi hülyâlarımın,
En içlisi, en içteni rü�yâlarımın,
Tanrım seni övmüş de yaratmış diyorum,
Dünyasısın ey sevgili, dünyâlarımın.�
Muhatabın bu mısralardan heyecan duymaması ve sevinmemesi, hatta biraz da gururlanmaması mümkün mü? Bu yüzdendir ki söz her zaman değil söyleyebilenin dilinde kıymet kazanıyor.
Eh bu şiir, o da şair, herkes böyle mi hitap edecek derseniz başkaları da var. Yıllar önce Tekirdağ�ın bir köyünde 80 yaşlarını geçmiş bir karı koca tanımıştım. Mızrap amca diyorlardı erkeğe ve o hanımına hanımı da ona hep �nişanlım, canım� diye sesleniyordu. Niye �nişanlım� diyorsunuz dediğimde uzun uzun hikâyesini de anlatmıştı ancak pek hatırımda kalmamış. Galiba nişanlıyken askere almışlar onun için. Yine tanıdığım bir çift birbirlerine �paşam� ve �sultanım� diye sesleniyorlar. Hep gıpta ederim onlara. Annemle rahmetli babam da birbirlerine çoğu zaman �Gülüş, Gülüşüm� diye seslenirlerdi.
Oğuz Ermumcu ise karısına şöyle sesleniyor. Hem mütevazı hem romantik:
�KARIMA
Küçük
Korkak
Ufarak
Bir adamın
Karısısın sen
Ben
Yumurtanın
Kabuğuyum
Akıyım
Sarısın sen
Biliyor musun
Evren benim
Ben evrenim
Bu evrenin
Yarısısın sen�
Hâsıl-ı kelâm hitabınız ya şâhâne (şahlara yakışır biçimde) olmalıdır; tıpkı Kanûnî�nin Hürrem�e hitabı gibi:
�Sitanbul�um, Karâmânu�um, diyâr-ı milket-i Rûm�um
Bedehşân�um vü Kıpçak�um ü Bağdâd�um Horasan�um�
veya şâirâne olmalıdır Ahmet Muhip Dıranas�ınki gibi:
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.