Mensup olduğu çevre (artık hangi yönden bakarsanız bakın) ona böyle bir düşünceyi telkin etmiş ve benimsetmiştir. Bu aşağılamaya muhatap olanların temsilcileri, kendi başlarına bir azınlık hükümeti kurma girişiminde bulunarak ya da bir başka koalisyonun başına geçerek ülkeyi aydınlığa çıkarma umudu varken çeşitli kuşkularla- belki de çeşitli baskılarla- bu sorumluluğu göze alamadıkları için sesleri çıkmamış olabilir. Bozuk düzeni korumak isteyen çıkarcı çevrelerin onları böyle bir emri vakiye boyun eğmeye zorlamış olduğu da düşünülebilir. İşte asıl gözü pek ve özverili olmak böyle durumlarda önemlidir. Gerçi yönetimde yetkisi olanların davranış biçimleri ve sonuçları henüz tam olarak, ayrıntıları ile tartışılmış değildir. Şimdilik şu cümlenin altını çizmekle yetinelim: Bu bahis konusu olay, Türkiye için, kaçırılmış büyük bir fırsattır.
Böyle acıklı bir oyunun baş aktrisinin gündemde kalabilme arayışlarını ciddiye almayıp ilgisiz durmak, doğru bir tavır olmakla beraber, artık kıymet-i harbiyesi kalmadığından kıvanç verici bir tarafı da yoktur. Çünkü kendisini kabul ederek havaya giren parti başkanları bile onu diplomatik nezaket sınırları içinde geri çevirmişlerdir.
Vatandaşlarımızın ağzı çok yandığından mıdır yoksa–her zaman şikâyet etiğimiz-umursamazlığından mıdır bilinmez, bazı olaylara ilgisiz kaldıklarını son zamanlarda daha çok görmekteyiz. Cumhuriyet tarihinde ilk defa yolsuzluk iddiasıyla yüce divanda yargılanan bir eski başbakanın davalarından birinin düşmesini diğerinin de beş yıl boyunca aynı suçu işlememek kaydıyla tecil edilmesini “aklanma” gibi gösterme gayretlerini anlamazlıktan geliyorlar. Bu konu aslında siyasi ve sosyal düzeyimiz bakımından çok önemlidir. Niçin, nerede durduğumuzun ve nelere layık olduğumuzun göstergelerinden biridir. Toplumu hafife alan bir zihniyetin hala takipçileri olduğunun delilidir. Sanığın beraat ettiği havası, günlerce öncesinden estirilerek mahkeme kararının açıklanacağı gün için beş bin arabalık konvoy hazırlandığı haberi yayılıyor. Hâlbuki nümayişçilerin araba sayısı bunun yüzde birini ancak buluyor.
Yine biz burada olayın siyasi, hukuki yönlerini bırakalım (zira bu tartışmaların sonu gelmez) sosyal tarafına bir bakalım. Bir kere bu insanlar destek vereceklerini belirttikleri herhangi bir kişiyi nasıl da kolayca terk ediyorlar. Kendilerini, o lider dedikleri kişilerin fiillerine (yaptıklarına) ortak olarak görüp suçlamaktan mı korkuyorlar? Yoksa “ölen öldü, ortaklık ayrıldı” diyerek ortalıkta fazla görünmekten mi çekiniyorlar? Bunların içinde o dönemlerde büyük sermaye edinmiş, korkunç rant sağlamış iş adamları, büyük bankerler yok muydu? Hele sen bir TV programına konuk ol, bakalım vefakâr halkımız ne diyecek? “Gözlerimiz yollarda kaldı” mı diyecek yoksa bir magazin programının düğmesine mi basacak? Medya-adı üstünde-zaten araç demektir. Onun aracılığı ile kamuoyunu istediğimiz yöne çevirebilirsek kaldığımız yerden devam ederiz. Yok eğer, “Bor’un pazarı geçti” demeye başlamışlarsa biz de başka bir kapı ararız diyenler çıkabilir.
Bu noktada “gerçek dost” kavramı önem kazanır. Varsa, bu gerçek dostlar “Gel vazgeç, hiç değilse belki bir süre ortada görünme!”derler. “Kolay bir iş değil ama kendini unutturmaya çalış!” derler.
Çünkü bu ülkede kimin adının hangi olaylarla beraber anılacağını önceden kestirmek mümkün değildir. İyi insan için de, kötü adam için de…
Bakın ülkenin sıkıntılarını, hatta dertlerini ortada bırakıp yakın çevresine ikbal sağlamakla uğraşanların yanında yer almak, sanıldığı gibi pek <<akıl işi>> değildir. Bu kişiler bakanlık, başbakanlık ve hatta cumhurbaşkanlığı bile yapmış olsa…
Dünyamızın, maddi gücü (silahı, petrolü) ele geçirmiş bulunan orta oyuncularının insafına terk edilmiş. Birleşmiş milletler teşkilatını adam yerine koymayan bazı ayrıcalıklı üyeler her türlü insanlık suçunu işliyor, katliam yapıyor. Ortalık öyle kararmış ki bunların gönüllü bülbülleri bile suspus olmuş. <<Büyük>> denilen devletler de olaylara korku içinde bakıyor. Çünkü asıl saldırganların <<korku içinde olması>> onları korkutuyor.
Onun için nereden, nasıl bir tokat geleceği bilinmeyen şu karışık ortamda artık yeni aktörlerin sahne alması ihtiyacı belirmiştir. Nefsimizden fedakârlık edelim. Denemişsiniz,olmamış ısrar etmeyelim. Eski tüfekleri (kullanılabilir bile olsa) hatıra eşya olarak saklayalım.
Bilmem ki tekrar tekrar saymaya gerek var mı? ABD de kırk kişi uygun adım yürüse bizim borsada deprem oluyor. Sıcak para ile ısınan kişiler ceplerini hemen yurt dışına boşaltıyorlar. ABD merkez bankası enflasyonu “önlemek için birkaç puan faiz yükseltti mi bizim borsamız yüzde 25 düşüyor. Paramızda değer kaybı (ya da kur artışı) yüzde 17 yi geçiyor. Bu oynaklıklar en fazla da bizde oluyor. İç piyasaya baktığımızda üretici fiyatlarındaki küçük bir artışın, inşaat sektörüne “girdi” sağlayan ürünlere ortalama yüzde 60 gibi korkutucu bir oranda yansıdığını görüyoruz. Bu sektörde, konutlarda daha şimdiden maliyet artışları başlamıştır. Bu yüzden vatandaşlarımız da, bankalara borçlanarak ipotekle aldığı meskenlerin borcunu nasıl ödeyeceğini düşünmeye başlamıştır. Toplu halde kredi taleplerinden vazgeçilirse bankaların hesaplarının da alt üst olacağı bellidir. Yabancı sermaye yandaşlarına müjdeler olsun; yakında bu sektörde de yok pahasına yabancılara satışların başlamasıyla, birçok firmanın elden çıkmasıyla övünebilirler.
Bütün bunları görmezlikten gelip tatile devam eden iktidara da onların “biricik” muhalefetine de “iyi uykular” dilemek içimizden gelmiyor.
Bizden söylemesi…