Kasım 2008

Ö T E S İ

 

16.04.2024 



Aykırı Bakış

 
Dr. Yusuf Gedikli

Ortadoğu savaşı: İsrailin karizması çizildi


İsrailin bir pilaja ateş edip yedi çocuğu öldürmesi üzerine 25 haziran 2006�da Hamas, misilleme olarak 2 İsrail askerini öldürüp 1�ini kaçırdı. Buna misilleme yapan İsrail, 28 haziran 2006�da Gazzeye saldırdı. Hamasa destek çıkan Hizbullah, 12 temmuzda 8 İsrail askerini öldürüp ikisini kaçırdı. Zincirleme misillemeler üzerine tabiri caizse İsrail çıldırdı ve güya Hizbullahı cezalandırmak, aslında Lübnanı yakıp yıkmak üzere aynı gün Lübnana saldırdı.

Saldırı halen devam ediyor ve 400�den fazla insanın öldüğü bildiriliyor. Ayrıca yüz binlerce mülteci ve evi yıkılan insanın yanı sıra Güney Lübnanın bütün alt yapısı da mahvedildi.

İsrail tepkilere aldırmıyor, saldırıyor ve tebaası Yahudi olmasa da idari kadrosu Yahudi olan adı konmamış ikinci İsrail (devleti) ABD, bunu �kendini savunma� olarak niteliyor. Meseleye böyle bakılırsa pilajda öldürülen çocuklar adına �kendimi savunuyorum� diyenler de haksız değil.


Kuvvet bir kez daha �haklı�lığını gösteriyor, �kuvvetli olan haklıdır� mantığı cari oluyor. Aklımıza merhum Elçibeyin �Hak kuvvette değil, kuvvet haktadır� felsefi vecizesi geliyor�


ABD ile beraber İngiltereden de müsbet anlamda hiç ses çıkmıyor. İsrail, ABD ve İngiltere �çirkin�liği kimseye bırakmıyor. İngiliz gençlerinin yüzde 85�inin İngilizliklerinden utanması tevekkeli değil (Yeni Mesaj, 20 haziran 2002, 6. s.).


İsrailin yağdırdığı füze ve bombalara en çok ABD silah şirketleri seviniyor. Çünkü bu, ihracat ve istihdam demek. ABD�nin İsraile açık çek vermesinin sebeplerinden biri bu olduğu gibi, ABD�nin Ortadoğu meselesini çözmek istemeyişinin birincil sebebi de budur. Çünkü ABD bu sayede sadece İsraile değil, bölgedeki Arap ülkelerine de milyarlarca dolarlık silah satıyor.


Ortadoğu purobleminin tek çözümü bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır.


Türkiye de ilk defa bu kadar yoğun ve bu kadar açık şekilde İsraile karşı çıktı. Türk dış politikası anti laik dış politikadan laik dış politikaya, yani tabii ve doğru mecrasına doğru kayıyor (Laik dış politikadan kastımız İsrail dahil batıyla ne denli ilişki içinde isek; Arap, İslam ve Üçüncü Dünya ülkeleriyle de o denli ilişki içinde olmaktır). Bu hususta şimdiki hükümetin hakkını teslim etmemek, haksızlık olur. Gerçi Sezer haziran 2006�da İsraile yaptığı ziyarette muhtemelen eski politikanın süreceğini söyledi ama bu hususta da büyü bozuldu, artık dikiş tutmaz.


Bu arada Türkiye Barış Gücüne girebilir ama Hizbullahı silahsızlandırma gibi manipülasyonlara girmemelidir. Bunun sonucu Türk askerinin kurşun yemesidir ki, vahim neticeleri olur. 1950�lerin gönüllü piyon politikasına dönmek vahim hata olur.


Kırizden en çok faydalanan ülkelerden biri de İran oldu. Hem gündemden düştü, hem de Irakta, Suriyede, Lübnanda gücünü arttırdı; hem de BM�yi zayıflatıcı beyanlarda bulundu.



Hizbullah



Ancak Hizbullah da kof çıkmadı. Hayfaya ve öteki İsrail yerleşim birimlerine yaptığı füze saldırılarıyla 15�e yakın İsrailliyi öldürdü. Hatta bir İsrail gemisine dahi saldırdı ve 4 askeri öldürdü. Kara harekâtına başlayan İsraile kök söktürdü ve �çok iyi eğitimli� 7 İsrail askerini öldürdü. Bunun üzerine İsrail kara harekâtını geciktirdi ve zırhlı araçlara öncelik verdi.


Hizbullah 2 yıl önce İsrail üzerinde pilotsuz uçak uçurmuş, İsrail kara sularına denizaltı sokmuş, İsrailin bunlardan haberi olmamıştı. Şu da bir vakıa. Artık Ortadoğudaki örgütler bile roket yapıyor (Roket yapmak zor bir iş değil, biraz fizik ve kimya bilgisi yeterli).


Hizbullah 1945�ten itibaren İsraili işgal ettiği yerden çıkaran tek güç oldu (İsrail geçen yıl da Gazzeden çekildi). Böylece devlet gibi örgüt olduğunu isbat etti. Elbette bunun bir çok sosyo-pisikolojik sebebi var, lakin birincil etmen şiiliktir (Irak savaşı başlamadan evvel yazdığımız bir yazıda şiiliğin farklı bir yapısı olduğunu, şiilikle ve şiilerle baş etmenin çok zor olduğunu belirtmiştik. Basının yazdığına göre İsrail, güya bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasından, Irakta şii bir devletin kurulması ihtimalinden ötürü vazgeçmiş).



İsrailin karizmasının çizilişi



Bizce bu savaşın en can alıcı yönü İsrailin büyüsünün bozulması, argo deyimle karizmasının çizilmesidir. Çünkü İsrail bugüne kadar hep inisiyatifi elinde tutuyor, hep galip, üstün ve baskın çıkıyor, yenilse de hiç yenilmiyordu! İlk defa bu savaşta karizması çizildi, başka bir deyişle mağlup oldu. Artık güpegündüz askerleri kaçırılıyor, gemileri vuruluyor, atılan füzeleri engelleyemiyor, uçakları, helikopterleri düşüyor, en iyi eğitimli askerleri öldürülüyor. Bu sadece bizim görüşümüz değil, İsrail basınının daha doğrusu İsrail halk oyunun da görüşü.


İsrail batılı bir devlettir. Ancak şarklı bir tarafı da yok değil. Herkes biliyor ki günümüzde sıcak savaşların devri geçmiştir. Yeni savaşlar entelektüel, iktisadi, kültürel, siyasi, mali sahalarda cereyan ediyor. Ama İsrail hâlâ modası geçmiş metotlarla savaşıyor, Neden? Çünkü Tevratın coğrafyasına sahip olmaya, arz-ı mev�udu (vadedilmiş toprağı) gerçekleştirmeye çalışıyor. Anti laik, ütopik, şövenist, irredantist bir tutum ama çıldırganlığının ve saldırganlığının hakiki ve esas sebebi bu.



Biz niçin Filistinlileri tutuyoruz?



Biz Filistinlileri ve Arapları Müslüman olduğu için değil haklı, mazlum ve mağdur oldukları için tutuyoruz. Aynı durumda Yahudiler olsa onları da tutarız. Zira aydın namusu bunu gerektirir.


Filistin halkının davası meşrudur. Çünkü BM, 1945�te aldığı kararla Filistinde İsraille beraber bir Filistin devletinin kurulmasını da karara bağlamıştır. Oysa İsrail buna izin vermiyor, toprağı işgal ve halkı tehcir ediyor, duvar örüyor, katliam yapıyor, devlet terörü uyguluyor. Devlet terörüne, hukuk dışılığa karşı çıkmak kendi devleti dahi olsa her aydının birinci vazifesidir (24 temmuz 2006).



PKK terörü



Artan PKK terörü karşısında Türkiyenin sabrı taştı. Türkiye ABD�ye baskı yapıyor. ABD�nin karşı çıktığı söyleniyor. Sözcü Mc Cormack, �geçmişte destek vermediklerini, şimdi de vermeyeceklerini� bildiriyor (NTV, 19 temmuz 2006).


Bunun tercümesi şudur: Geçmişte de destek vermemiştik, yaptınız. Yine destek vermeyeceğiz, yani yapabilirsiniz.


24 temmuz 2006 günü tv�ler Afganistanda yapılan NATO toplantısında �Türkiyenin Kuzey Iraka girmesinin nasıl önlenebileceğinin� tartışıldığını, NATO ve AB�nin müdahaleye karşı olduğunu Türkiyeye bildirilmelerinin kararlaştırıldığını haber verdi. Bu da şunu gösteriyor: Türkiye Kuzey Iraka hukuki açıdan girebilir, özellikle son İsrail taarruzundan sonra buna karşı çıkmak hiç bir şekilde mümkün değil. Sorun bunun kendilerince nasıl önlenebileceği. Son saysında Newsweek de bu konuya parmak bastı.


Madem NATO Afganistanda terörü önlüyor ve şimdi de Lübnanda konuşlandırılmak isteniyor. Bir de Kuzey Irakta konuşlansın da terörü önlesin.


Ama bu Türkiyenin kendisini her şeyiyle 60 yıldır teslim ettiği NATO, ABD, AB ve İsrailin Türkiyeyi nasıl sattığını göstermiyor mu?


İsraili örnek gösterilerek Iraka girmenin tam zamanıdır. Bir daha böyle fırsat ele geçmez. Baksanıza İran günlerdir Kuzey Irakı bombalıyor, sıcak takip yapıyor. İranın hakkı var da bizim hakkımız yok mu? Nasıl olsa biz İsrail gibi yapmayacağız, yani insanları kitlevi ölüme ve sürgüne tabi tutup alt yapıyı çökertmeyeceğiz. ABD, Türkiye ile karşı karşıya gelmeyi göze alamaz.


ABD�nin PKK ile mücadele edeceği sözünü vermesi tam tamına Makyavelin sözüdür. Göreceksiniz�



AB anketleri ve demokratik reformlar



AB, kendi kurumu Erobarometre vasıtasıyla zaman zaman anketler yaptırıp halkların nabzını ölçüyor. Türkiyede yaptırdığı ilk ankette Türk halkının yüzde 73�ü AB�ye girişten yana olduğunu belirtmiş, 2005 güzünde yaptırdığı ankette �AB�ye girelim� diyenlerin oranı yüzde 63�e inmişti (CNN, 7 eylül 2005).


6 ay sonra yapılan ankette ise bu oran yüzde 43�e geriledi (Posta, 7 temmuz 2006, 14. s.). Kreçmer, durumu endişe verici buldu. Abdullah Gül, 20 temmuz 2004�te Financial Times�e verdiği demeçte liberallarin dahi AB karşıtı olduğunu, bunun da AB�nin çifte sıtandardından kaynaklandığını bildirdi.


Artık millet uyanmaya, AB�ci medyaya rağmen �kimin kime girmeye başladığını� kavramaya başladı. AB kapısında bu kadar yalvar yakar olacaksın, her şeyini vereceksin, karşılığında zırnık bile alamadıktan başka üstelik aşağılanacaksın, ilaveten insafsızca verecek hiç bir şeyin kalmayıncaya kadar soyulacaksın, soyundurulacaksın... Hatta canın bile istenecek� Bir şey dersen de bilmem ne olacaksın�


Bu millet de o kadar saf değil� Her şeyin bir sonu, Türk milletinin de bir sabrı vardır�


Şunu da belirtelim. Demokratik reformlara devam etmeliyiz. AB istediği için değil, gerekli olduğu ve kendimiz istediğimiz için. Bizim vatandaşımızın da en iyi hukuki, demokratik şartlarda yaşamaya hakkı var�



Devletin Kıbrıs çıkarması



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 19-21 temmuz tarihleri arasında 6 bakan ve 14 vekil ile beraber, Kıbrıs barış harekâtının 32. yıl dönümü münasebetiyle KKTC�ye adeta çıkarma yaptı. Erdoğanın Kuzey Irakta ve Ortadoğuda süren ilan edilmemiş savaşların en yoğun olduğu bir anda tam tamına üç gününü Kıbrısta geçirmesi, Kıbrısla ilgili gerçeklerin geç de olsa anlaşıldığının bir göstergesiydi.


Erdoğan, Kıbrısa maddi yardım dahil her türlü yardımın yapılacağını bir kere daha teyit ve taahhüt etti.


TSK da kutlamalara geniş ölçüde katıldı. Hem de manidar bir şekilde, 32 yıl önce Kıbrısa çıkan Foça deniz komando birliğinin katılımıyla.


Hatırlarsınız, 3-4 sene önce milliyetçi arkadaşlar dahi Kıbrısın bize yük olduğunu söylüyor, her sene yaptığımız takriben 500 milyon YTL�yi çok görüyorlardı. Aslında Kıbrısı kendi kendine yeter hale getirmemek de bizim devletimizin hatasıydı (Bazı zaman ve zeminde rüzgâr bir yönden esmeye başladı mı bir kaçı hariç bütün başaklar eğilir).


Erdoğanın cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, başbakan Ferdi Sabit Soyer, meclis başkanı ve kolordu komutanının yanı sıra eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaşla da görüşmesi dikkat çekiciydi. Aynı Erdoğan 3-4 sene önce Denktaşı ağlatacak dokundurmalarda bulunuyordu.


Basın yine her zamanki gibi hadiseye gereği kadar yer vermedi. Geçiştirmeye çalıştı. Hatta Almanya dahil olmakla çoğu İslam ülkesi olan 10�dan fazla devletten gelen resmi temsilcileri bile söylemedi.


Türkiye AB ile arasında patlak veren liman kırizinde yerden göğe kadar haklıdır. Bilindiği gibi AB Rumlara hava ve deniz limanlarını açmayı öngören ek purotokolü fiiliyata geçirmesi için Türkiyeyi sıkıştırıp duruyor. Ama AB �çirkin politika, nalıncı keseri politikası� uyguluyor. Söz verdiği halde izolasyonları kaldırma, mali yardım, ticaret ve sair hususlarda bir milimlik ilerleme dahi göstermedi. Hal böyle olunca Türkiye haklı olarak �önce izolasyon, sonra limanlar� demek gereğini hissetti.


Batı basınının �hükümet seçimlere yatırım yapıyor, AB kırizi seçim sonrasına ertelemenin yollarını bulmalı� tarzındaki yorumlarına katılmıyoruz. Çünkü seçimler o kadar yakın değil ve bu, �hiç bir şey vermeden Türkiyenin her şeyini, hatta bekasını dahi almaya� azmetmiş AB�nin ne olduğunun artık Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından da anlaşılmaya başlandığını gösteriyor.


Her zaman olduğu gibi yine haklı çıkan biz olduk. Çünkü biz tarih biliyorduk, çünkü biz bilgi sahibiydik, çünkü biz düşünüyorduk, çünkü biz laf değil çözüm üretiyorduk. Ve 70 milyonluk Türkiye Cumhuriyetinde, Türkiye Cumhuriyeti devletini idare eden devlet adamı, hükümet adamı, bürokrat, purof ve enetelektüelleri geride bırakarak Kıbrıs konusunda tek çözüm üreten kitabı biz yazdık. Orada AB�nin ve batının, Rumların ve Yunanlıların ne olduğunu, Rumların fiilen kayıp bir yeri hukuken kaybetmemek için bir anlaşmaya imza atmayacaklarını, AB�nin katakulli ile Kıbrısı AB toprağı yapıp Türkiyeyi işgalci göstereceğini 1997�den itibaren müteaddit defa yazdık ve tek sorunsuz, çıkar yolun federe bir devlet değil, tam bağımsızlık olduğunu üstüne basa basa, altını çize çize belirttik.


Neyse, henüz geç kalmadınız. Kusura bakmayınız ama size daha önce bir kaç kez tavsiye ettiğimiz �Kıbrısta En Uygun Çözüm Nedir?� kitabımızı bir kere daha tavsiye etmek zorundayız. Ne yapalım? Ülke hepimizin.


Fakat bu bir şeyi daha gösteriyor. Türkiyenin bir kaç sene sonrasını dahi göremeyen kişiler tarafından yönetildiğini.


Çeçen davasının bitişi



Çeçenlerin ünlü komutanlarından Şamil Basayev, 10 temmuz 2006�da İnguşetyada öldürüldü.


Çeçenler 100�den fazla etnik gurubun yaşadığı Rusya Federasyonunda sayısı milyonu aşan dört halktan birisidir. Diğer üçü Türk halklarından olan Tatarlar, Başkurtlar ve Çuvaşlardır.


Çeçen-İnguş cumhuriyetinin yüz ölçümü 19.300 kilometre kare idi. 4 mart 1994�teki anlaşmayla toprakların takriben yüzde 30�u İnguşlara bırakılmıştır. Çeçenlerin 1989�daki sayıları 958.309, İnguşların ise 237.577 idi. Çeçen nüfusu bugün bir milyonu biraz aşar. Çeçenlerle İnguşlar hemen hemen aynıdır. Ufak bir şive farkıyla ayrılırlar.


Çeçenistan 6 eylül 1991�de istiklalini ilan etmiş, 27 ekim 1991�de düzenlenen ilk cumhurbaşkanlığı seçimini yüzde 92 oy alan Cevher (Çahar) Dudayev kazanmıştı.


Çeçenler 31 mart 1992�de Rusya Federasyonu anlaşmasını imzalamayı da reddetmişlerdi.


Bundan sonra Rus kuvvetleriyle çatışmalar başlamış, Çeçenler beklenmedik bir kahramanlıkla Rusları bozguna uğratmışlardı. Yapılan mütarekeyle 2001�de bağımsızlık referandumu düzenlenmesi kararlaştırılmıştı.


Ancak Rusya da boş durmuyordu. Eşelon sistemi denilen dinleme sistemiyle Dudayevin yerini tesbit edip 1996�da Dudayevi öldürdü (Eşelon sisteminde belirlenen açar kelimeler, yani anahtar kelimelerle aranan kişinin bulunduğu yeri tesbit zor değildir. Apo da bu şekilde tesbit edilmişti). Bu, Çeçenlerin ilk önemli askerî ve siyasi lider kaybıydı. Yerine seçilen Zelimhan Yandarbiyev de Katarda Rus ajanları tarafından öldürüldü.


Diğer bir komutan Salman Raduyev hapishanede öldürtüldü. Son askerî lider Basayevle liste tamamlandı ve böylece Çeçen bağımsızlık hareketi de en azından şimdilik sona erdi.


Basayev efsane bir komutandı. Lakin siyasi yönden basiretsizdi. 2000 senesinde Dağıstana saldırması çocuğun, delinin bile yapmayacağı bir hareketti. Şayet bu hata olmasaydı, Çeçenistan bugün bağımsız bir ülke olabilirdi. Hele geçen yılki Beslan baskını� Neyse burada keselim�


Çeçen hareketi demokratik olarak başlamış, zaman zaman terörist metotlarla devam ettirilmişti. Başarılı olunsaydı hukuki olacaktı (Putin açıkladığı terörist örgütler listesinde PKK�ye yer vermedi. Kanal 7, 21 temmuz 2006).


Şimdi artık Çeçenlerin yapması gereken nüfus artışına hız vermek ve ülkelerini entelektüel ve iktisadi yönden kalkındırmaktır. Gerisi ondan sonra düşünülür�


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam 8536 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002