Başbakan sağda solda ve her fırsatta erken seçim olmayacağını söylüyor ama Türkiye erken seçim rayına girmiştir. Bunu neye dayanarak mı söylüyoruz? Cevabı çok basit. Ne zaman ki borsa denen panayırda hisse senetleri aşağı doğu hareketlenir, dolar ve euro yukarı doğru tırmanır Türk halkı sandığa gider. Ne zaman ki Maliye Bakanı ortadan kaybolur, Merkez Bankası Başkanı manşetlere çıkar, ne zaman ki Sermaye Piyasası, Para Piyasası gibi kurumların başkanları günü kurtarmak için beyanatlar vermeye başlar ve ne zaman ki tv kameraları Kapalıçarşı’da, Tahtakale’ de çekimler yapmaya başlar artık anlarız ki erken seçim kapıdadır.
Bu iş hep böyle olmuştur. Taş gibi bütçemiz var, döviz stokumuz dağlar gibi diyen siyasetçilerle alay eder gibi birileri cart diye düğmeye basar, Türkiye kaderi olan ekonomik krizlerden birini daha yaşamaya başlar. Arkasından da seçim sandığı; ödeneksizlikten hademesi olmayan okulların temizlenmemiş tozlu sınıflarına konur. Biz de dedemizin, babamızın bize bıraktığı halkımızın ortak mirasları olan “sabır taşı” ve “umut ekmeği”yle eskilerden daha iyisini seçmek için bir kez daha sandığa gideriz.
Yeni birileri gelecek bizi makûs talihimizden kurtaracak diye umutla beklerken, gene aynı kişilerin tekrar geri geldiğini görürüz. Aynı kişilerin tekrar geldiklerini görünce bu sefer de umudumuzu tüketmez, tekrar geri gelen bu kişilerin değiştiklerini, geliştiklerini hayal eder dertlerimizin artık son bulacağını zannederiz. Birkaç sene daha demokrasi adlı elma şekerini yalar, içinden çıkar çürük elmayı yeriz. En sonunda elimizde kalan çubuğa bakıp bakıp aldatılmanın dayanılmaz hafifliğinde miskinlik uykusuna dalarız.
Bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla, Türk halkı bu filmi yıllardır seyrediyor.
Türkiye’de son günlerde halkımızı korkutan yeni bir hastalık var. “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi” hastalığı gibi adını Türkçe bilmeyen birinin koyduğu bu hastalığa , “Kene” dediğimiz bir haşarat sebep oluyor. Kene; ağaçlarda, otlarda yaşıyor ve kanla besleniyor. Hayvanların kanını emen bu haşere, insanların vücudunada yapışıyor. Vücudun da bu haşaratı gören insan kurtulmak için keneyi kopartırsa haşaratın başı vücut içinde kalır. Kenenin bünyesinde olan bir virüs de vücudun içinde kalan kene parçasıyla çoğalarak garip isimli bu hastalığa sebep oluyor.
Halkımızın bu hastalıktan ödü kopuyor. Her gün onlarca insan vücudunda bir böcek ısırığı görünce hastanelerin acil servislerine koşuyor.
Bu iş bana çok garip geliyor. Aslında halkımızın kanını emen kenelere (!) alışık olması gerekirdi. Yıllardır kanı emilen bu halkın ufacık bir hayvandan, bir haşereden bu kadar paniklememesi lazımdı.
Tabii bu hastalığa sebep olan kenenin özelliği, adamı bir haftada öte tarafa göndermesi. Onun için bizi bu kadar ürküttü ve tepki aldı. Bizim yıllardır kanımızı emen keneler (!) ise daha akıllı ve sinsi olduklarından adamı bir haftada öldürmüyorlar. Bizim kenelerin(!) yol açtığı hastalık süründürme düzeyinde seyrediyor. İnsanlar sürüne sürüne yıllar süren bir işkence sonunda öbür tarafa göç ediyorlar. Biz bu kenelere (!) o kadar alıştık ve o kadar değer veriyoruz ki; onlara kutsal hayvanlar gibi saygı besliyoruz. Firavunlar döneminde Mısırlıların en saygı duyduğu, en fazla değer atfettiği hayvan “Bokböceği”ydi. Mısırlılar bokböcekleri için tapınaklar bile yapmışlardı. Bizde bizim keneleri (!) Eski Mısırlıların bokböceklerini sevdiği kadar seviyoruz adeta. Onları başımızın üstünde taşıyor ve onlardan bir türlü vaz geçemiyoruz.