O, “Değer kim varsa onun peşine düştüm” diyor ve “Her değere dost, her sahteye düşman” diyen Cemil Meriç’i hatırlatıyor bizlere. Konulara baştan hüküm vermek değil, anlamak gayesiyle yaklaşan, kalıpları kırarak değerlere el uzatan bir aydın iradesine muhtacız. İlber Hoca’nın gülen yüzü, kendinden emin üslubu ve duruşu pek çok kişiyi etkiledi, tarihimizi sevdirdi ve merak ettirdi.
O, zamanın da mekânın da kıymetini çok iyi bilen bir insan. Onun için, İlber Ortaylı’nın hayatını ve hakiki bir aydının nasıl yetiştiğini ortaya koyan kitabın ismi çok yerinde olmuş: “Zaman Kaybolmaz”. Bu kitap, kişisel tarihini dolu dolu yaşamış; hem zamanı doğru kullanmış hem de mekânın inceliklerini ve kendine haslıklarını kavramış bir insanın bugün nasıl geniş kitlelere tarihi konuşturabildiğinin sırlarını okuyucuyla paylaşıyor. İlber Ortaylı özellikle son yıllara damgasını vuran bir tarihçi ve akademisyen. Fakat o, akademisyenliğin, profesörlüğün yetmeyeceği bir tanınma ve anlaşılma alanı inşa etti kendisi için. Öyle ki, artık İstanbul sokaklarında yalnız, sessiz ve sakin yürümek onun için pek mümkün değil. İlber Ortaylı’yı tanımak, bir entelektüel’in oluşumunda; alimi ve arifiyle insan tanımanın, kendini yetiştirmenin, gelişmede devamlılığın ve işini ciddi yapmanın önemini anlamak demek…
DEĞER KİM VARSA ONUN PEŞİNDE...
O, “Değer kim varsa onun peşine düştüm” diyor ve “Her değere dost, her sahteye düşman” diyen Cemil Meriç’i hatırlatıyor bizlere. Konulara baştan hüküm vermek değil, anlamak gayesiyle yaklaşan, kalıpları kırarak değerlere el uzatan bir aydın iradesine muhtacız. İlber Hoca’nın gülen yüzü, kendinden emin üslubu ve duruşu pek çok kişiyi etkiledi, tarihimizi sevdirdi ve merak ettirdi. Tecrübesi, ifade kabiliyeti ve iletişim becerisiyle, gerektiğinde en derin meseleleri sade bir üslupla anlatmayı başaran İlber Ortaylı bu yönüyle Türkiye’deki akademisyenlere ve yazarlara örnek oldu. Ne kadar anlaşılmaz yazarsa o kadar saygı göreceğini zannedenler ve “Ben en basit şekliyle anlatıyorum” deyip okuyucunun düşünce gücüne ve ufkuna hiç bir katkı sağlamayan tembel okumuşlar artık bu yanlışlarından vazgeçmelidir. Samimi bir aydın, bilgiyle şuuru ve pratikle derinliği nasıl kaynaştırabileceği üzerine kafa yorar. İlber Ortaylı halen içinde bulunduğu akademik dünya için şunları söylüyor: “Türkiye’de yapılan bazı şeylerin gerilemesinin nedeni, zannedildiği ve iddia edildiği gibi ‘Müslüman yobazlığı’ değildir. ‘Basitlik’tir. Derine inememe ve ciddi çalışmamadır. Hemen işi ‘mevki sahibi olmaya ve kendine’ yontmaktır... Mesela adam, ‘Bizans tarihçisi olayım, yazayım, yazdıklarım okunsun’ demiyor da... ‘Profesör olayım’ diyor. Bütün sorun bu. O zaman da ‘üniversite’ olmuyor.”
GAZETECİLİK ÜSLUBUMU DÜZELTTİ…
Kısa bir süre yaptığı gazeteciliğin kendisine nasıl faydalı olduğunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Düzeltmenler ‘gramer’ biliyordu. Bana ‘ öğretenler’ vardı yani açık söyleyeyim. Ve Türkçeme çok yararı oldu. O ‘kuru akademik üslup’ öldü gitti ondan sonra. Gazetecilikteki o üç ay beni düzeltti, dilime açık bir üslup getirdi. Onun için ara sıra bu işe bulaşmak gerekiyor.” Konferanslarını takip edenler iyi bilir: İlber Ortaylı’ya soru sormak adeta çok sayıda farklı kollara su verebilen bir nehrin, kaynağından hızla çıkışına şahit olmak gibidir. Farklı alanlarda derinlemesine bilgi sahibi olan bir aydına sorulan soru, kolay kolay unutulmayacak şekilde hafızaya yerleşen bir cevabı alır.
AMERİKANİZE OLMAK UMURLARINDA DEĞİL!
Yakın yıllara kadar Türkiye’de Türk tarihi büyük ölçüde bir problem alanı olarak varlığını sürdürüyordu. Fakat İlber Ortaylı gibi aydınlar, yaptıkları çalışmalarla tarihi ve kültürel devamlılığın önemini geniş kesimlerin zihnine nakşettiler. Geleceğimizi inşa edecek bir tarih anlayışı geliştirdiler. “Boğazdaki Aşiret”in en önemli marifetlerinden birisi, tarihimizin Türk milletinin geleceğini inşa vazifesini yürütmesi yerine, uzun bir süre ideolojik kamplaşma malzemesi olarak dondurulmasıdır. İçinde yaşanan milleti anlamanın başlıca yolu olan bir bilim ve mili birikim bilinçli bir ihmalle yüzüstü bırakılmış oldu. Koyu pozitivizm yerli kültür birikimiyle uğraşırken, Türk insanını küresel tüketim ve tektipleştirme ideolojisinin pençesine bıraktı. İlber Ortaylı her fırsatta Amerikanize olmaktan bahsedip bundan şikayet etse de bazı kafalar hâlâ iç karışıklıklarla ve kavgalarla nemalanma ideolojisini terk etmiyorlar. Fakat son 7–8 yıldır, özellikle Osmanlı’nın 700. yıldönümünden beri artık tarih ideolojik damgadan kurtulmuş ve merak edilen, anlaşılmak istenen bir alan haline gelmiştir. Bu olumlu gelişmeyi hazmedemeyenler bugünlerde 40–50 yıl öncesinin ezbere kafa yapısıyla “Tarihimizle Yüzleşmek”ten bahsetseler de artık tarihimiz geleceğimize ışık olmaya başlamıştır.