Bir film yönetmeni düşünün. Senaryoyu hazırlayan ekibin de başında bulunuyor. Bu yönetmen “en iyi filmi ben çekerim” diye kollarını sıvıyor, yapımcıdan paraları alıyor. Gel gör ki, yapımcıya söz verdiği hiçbir sahneyi çekemiyor. Bunun üzerine settekilerle kavgaya başlıyor, senaryoyu beğenmiyor. Sette çay taşıyan çocukları bile azarlıyor. Senaryoyu hazırlayan ekibin başında kendisinin bulunduğunu ve settekilerden de kendisinin sorumlu olduğunu unutuyor!
Burnundan kıl aldırmayan bu yönetmen, çektiği sahneleri beğenmiyor ama beğenmediğini yapımcıya söylemiyor. Eleştirmenlerin tepkilerini de “Bizi çekemiyorlar” diye geçiştirmeye çalışıyor ve eleştirmenlere veryansın ediyor.
İşler bir türlü yolunda gitmiyor. Filmin sonu yaklaştıkça yapımcıdan paparayı yiyeceği korkusuyla iyice zıvanadan çıkıyor ve panikliyor. Buna rağmen filmin en berbat sahnelerini bile “Biz efekt yaptık” diye güzel göstermeye çalışıyor.
Çekilen film berbat mı berbat… Buna rağmen yönetmen, yapımcıdan yeni bir film için para istiyor, zaman istiyor…
Bu yönetmenin yaptıkları size birilerini hatırlatıyor mu?
Hatırlatmıyorsa…
Daha açık anlatımla devam edelim…
Bir Başbakan düşünün… “Benim ülkemde özgürlük yok, sizin ülkeniz çok özgür” diyerek kızını Amerika’da okutuyor…
O zaman Başbakana sormazlar mı; madem senin Başbakan olduğun ülkede özgürlükler yeterli değil, Anayasa’yı bile değiştirecek bir çoğunluğa sahip olduğun hâlde niçin o özgürlükleri getirmiyorsun?
Bir Başbakan düşünün… “Param yetmiyor, geçinemiyorum” diyor ve Başbakanlık yaparken bile ticaretle uğraşıyor. Ticarette de çok iyi paralar kazanmasına rağmen çocuklarını Amerika’da bursla okutuyor…
Türkiye’de üniversite kapılarında bekleyen milyonlarca genç, Başbakan’dan kendilerini de Amerika’ya göndermelerini niçin istemiyor?
Bir Meclis Başkanı düşünün… Meclis’in açılışının 86. yıldönümünde Meclis kürsüsünden, “Meclis’te millet egemenliğinin olmadığını, bazılarının milletin egemenliğine engel olduğunu” iddia eden bir konuşma yapıyor.
Meclis Başkanı çok güzel bir konuşma yaptığını söylüyor ve kitap olarak basmaya karar veriyor… Yandaşları alkışlamaktan yoruluyor…
Bu konuşmayı Meclis Başkanı değil de bir bilim adamı, düşünür veya sanatçı yapmış olsaydı güzel olup olmadığını değerlendirirdik…
Konuşmayı Meclis Başkanı yapıyor. Çare olması gereken makamda bulunun kişi, çare olmak yerine şikâyetçi oluyor. Üstelik şikâyetini de açık açık söylemiyor, isim vermiyor, veremiyor.
Gerçekten Meclis’te egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olmasını engelleyen güçler, kurumlar, kişiler varsa… Meclis Başkanı olarak niçin bunları engellemedin?
Engellemeye gücünün yetmediğini düşünelim… Engellemek için ne yaptın? İmalı konuşmalardan başka…
Son sözüm de iktidar şak şakçılarına…
Sizin kızlarınız üniversitenin kapısına bile yaklaştırılmazken Başbakanın başörtülü kızlarının Amerika’da okuması size yetiyorsa…
Bırakın sıradan başörtülü kadınları, başörtülü bakan, başbakan, hatta Meclis Başkanı eşleri TBMM’deki resepsiyonlara bile katılamazken eşi başörtülü birinin Meclis Başkanı olması, Merkez Bankası Başkanı olması, hatta Cumhurbaşkanı olması size yetiyorsa…
Halk her gün daha çok fakirleşirken, kepenkler bir bir kapanırken birilerinin kısa yoldan köşeyi dönmesi sizi rahatsız etmiyorsa…
Her gün şehit cenazeleri kaldırılırken, teröristbaşına özgürlük istenebiliyorsa, terörle mücadele adıyla çıkarılmak istenen kanunla bile teröristbaşına özgürlük ihtimalinin doğması sizi ayağa kaldırmıyorsa…
AB’nin dayatmasıyla halkın geleceğini ipotek altına alan yasalar bir bir Meclis’ten geçerken, halkın yararına hiçbir yasa çıkmadığı hâlde, Başbakan ve Meclis Başkanı’nın üstü kapalı konuşmaları ve “Bir gün gelecek…” sözleri sizi rahatlatıyorsa…
İktidarı alkışlamaya devam edin… Hatta daha çok alkışlayın!..