Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Aykırı Bakış

 
Dr. Yusuf Gedikli

Cumhuriyet döneminde Türk-Amerikan ilişkileri


Başbakan Tayyip Erdoğan, 8-11 haziran 2005 tarihleri arasında yaptığı Amerika gezisinde Ortadoğu purojesi için ABD’ye destek verdi. Başbakanın gazete başlıklarına yansıyan sözleri bir çok arkadaşı çok kızdırdı. Durumdan biz de hoşlanmadık. Ama arkadaşlar kadar da kızmadık. Çünkü buna ve benzerlerine alışkındık. Bugünkü ittifak manasında Türk-ABD ilişkilerinin tarihini 1945’te başlatmak mümkündür (Yazıyı geçen sene buraya kadar yazmıştık ve böyle kalmıştı. Şimdi devam ediyoruz).

Lakin meseleyi daha iyi anlamak için kısa bir tarihçe yapmak gerekir:

Kısa bir tarihçe : 1945-1950 arası

19 mart 1945’te Sovyet hariciye komiseri Molotof, 7 kasım 1945’te sona erecek olan Türk-Sovyet dostluk ve saldırmazlık antlaşmasının günün şartlarına uydurulması için Türkiyeye bir nota verdi. 20 aralık 1945’te iki Gürcü purofesörü, Giresuna kadar olan toprakların Gürcistana bırakılmasını istedi.
5 nisan 1946’da Vaşingtonda ölen Türk büyük elçisi Münir Ertegün’ün cenazesini getiren Missouri savaş gemisi İstanbula geldi ve sempatiyle karşılandı. 8 ağustos 1946’da Sovyetler, Boğazlarda üs ve müşterek savunma talep etti. Türkiye 22 ağustos 1946’da bunu reddetti. 28 eylül 1946’da Sovyetler aynı talebi tekrar etti.
12 mart 1947’de Truman, Türkiyeye 100, Yunanistana 300 milyon dolar yardım için senatonun onayını istedi ve 9 mayısta onay aldı. 2 mayıs 1947’de bir Amerikan filosu İstanbula geldi, yine sempatiyle karşılandı. 23 mayıs 1947’de İnönü, ABD’ye bir dostluk mesajı gönderdi. 25 ekim 1947’de Sovyet delegesi Vışinski, BM’de Kars ve Ardahanı istedi.
20 şubat 1948’de iki Türk uçağı Bulgarlarca düşürüldü, Türkiye nota verdi. 4 temmuz 1948’te AID (Agency for International Development, yani Milletler Arası Kalkınma Teşkilatı) Türkiye merkezi açıldı.
4 nisan 1949’da NATO kuruldu. 5 mayıs 1949’da Avrupa Konseyi tesis edildi ve Türkiye 8 ağustos 1949’da konseye üye oldu. 11 mayıs 1949’da Truman’dan destek mesajı geldi. 27 ocak 1949’da bir Amerikan filosu İstanbulu ziyaret etti.

1950-60 arası

14 mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi.
20 eylül 1951’de Türkiyenin NATO’ya alınma kararı verildi. 24 eylül 1951’de Truman’dan yeni bir destek mesajı geldi. 17 ekim 1951’de Türkiyenin NATO’ya giriş purotokolu Londrada imzalandı. 18 şubat 1952’de Türkiye NATO’ya resmen ve fiilen katıldı.
Türkiye NATO’ya girdiği 18 şubat 1952’den 27 mayıs 1960’a kadar olan süre içerisinde Türk-ABD ilişkileri sorunsuz, hakim-tabi (purotektora-vasal) sıtatüsünde yürüdü.
Bu devirde Türkiye tam ve gönüllü bir uydu oldu. Tarihçi Orhan Koloğlu, Menderes hükümetlerinin “aşırı NATO’culuğuna” dikkati çeker (“Osmanlıdan cumhuriyet yıllarına Suriye ilişkileri”, Popüler Tarih, ocak 2004, 41. sayı, 63. s.).

1960-1965 arası ve birinci buhran

27 mayıs 1960’dan sonra ufak tefek bazı puroblemler olduysa da, hakim taraf ABD olduğu için tabi taraf Türkiyenin esamisi dahi okunmadı. Bu devirde Türk-ABD münasebetlerini belirleyen esas faktör, 1963’ün 21 aralığında başlayan Kıbrıs olayları oldu. Gelişmeler şöyle cereyan etti:
İnönü hükümeti 4 haziran 1964’te Kıbrısa müdahale kararı aldı. Bunun üzerine ABD başkanı Lyndon B. Johnson (okunuşu Cansın), ünlü mektubunu, yani NATO için verilen ABD silahlarının Kıbrısta kullanılamayacağına dair mektubunu gönderdi. Cansın’ın mektubu Türk-ABD münasebetlerindeki ilk büyük buhrandı. Bu mektup Türkiyedeki ABD karşıtlığını tetikledi, aşağıda görüleceği gibi ülkemizde Amerikan aleyhtarı ilk miting ve mitingler bundan yaklaşık 2.5 ay sonra Ankarada yapıldı. İnönü CHP’si dahi bundan sonra ortanın soluna kaydı.
9 haziran 1964’te İnönü, Cansın’ın mektubunu cevaplandırdı. 7 ağustos 1964’te Türk uçakları Kıbrısta ihtar uçuşu ve 8 ağustosta bombardıman yaptı. Cengiz Topel şehit oldu. Türkiyede ilk Amerikan aleyhtarı gösteri, 27 ağustos 1964’te Ankarada ABD’nin Kıbrısla ilgili sürekli baskı yapması dolayısıyla yapıldı. 28, 29 ağustosta İstanbul ve İzmirde de mitingler yapıldı. İnönü hükümeti korkusundan 30 ağustos 1964’te İzmir fuarını kapattı.

1965-1980 arası ve ikinci buhran

Bu devir genellikle Süleyman Demirelin suya sabuna dokunmayan, sıtatükocu hükümetleriyle karakterizedir. Çekingen tabiatı dolayısıyla Demirel Amerikaya karşı gelemezdi, ancak gönüllü Amerikancı da olmadı; 1983’ten sonra iktidara gelen haleflerine nazaran çok dikkatli, hassas bir politika yürüttü.
Bu esnada Türk-ABD ilişkilerinde ikinci mühim buhran meydana geldi. Ecevitin 1974’te Kıbrısa yaptığı müdahale Amerikanın silah ambargosuna yol açtı. Bu da hakim-tabi sıtatüsü içerisinde olduğundan ötürü Türkiyece sineye çekildi.

1980-1990 arası

Bu devrede kayda değer önemde olaylar yaşanmadı. Yalnız Rogers (okunuşu Racırs) sözü de sineye çekilmek zorunda kalındı.

1990-2003 arası

Bu devirde Türk halk oyunda gittikçe artan bir antipati görülür. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi 1990’da Saddamın Kuveyti işgal etmesi üzerine ortaya çıkan gelişmelerdi (Kürt mültecileri, Çekiç Güç ve saire). Bilhassa Amerikanın Çekiç Güçle ilgili eylemleri çok tartışıldı. İkincisi Sovyetlerin dağılmasıyla Türk kamu oyu artık Amerikan ittifakına eskisi kadar önem vermemeye başladı.
Sovyetlerin dağılması radikal İslam ve İslamcıların da Amerika ile olan ittifakını bitirdi. Çünkü radikal İslam ve İslamcılar, dini afyon gören Sovyetlerin yanında ehven-i şer olarak Amerikayı destekliyorlardı. Sovyetler dağılınca düşman Amerika oluverdi. Ladin gibiler de saf değiştirip Amerikaya karşı cephe aldı.

2003 ve sonrası: Üçüncü, dördüncü, beşinci buhranlar

Türk-ABD ilişkilerinde üçüncü buhran 1 mart 2003’teki tezkere olayıyla yaşandı. Bu sefer buhran, tabi taraftan geliyordu ve haliyle karşı tarafta tepkileri olacaktı. Ancak buhran, 2004 yazında Irakta Müslüman askere ve Türkiyeye ihtiyaç olduğunu düşünen ABD tarafından büyük ölçüde yok sayıldı. İkinci tezkere anında çıkmasına rağmen Irak istemediği için Türk ordusu Iraka gidemedi.
Türk-ABD ilişkilerinde dördüncü buhran, 4 temmuz 2003 tarihinde Süleymaniyede yaşanan çuval olayıyla gün yüzüne çıktı. Basit gibi görünen bu hadise Türkiye için çok önemli oldu. Çünkü Türk insanı ilk defa bu hadise dolayısıyla bağımsız değil, tabi (vasal) bir devlet olduğunu fark etti.. O zamana kadar kendisini Everestin tepesinde veya dünyanın merkezinde sanıyordu. Bu hadisede Türk askerlerinin başına çuval geçirilmese, bilinen metotlarla sorgulama ve tutuklama yapılsa, mesele bu kadar büyümezdi. Çuval geçirme vakası, her hangi bir şeyde üslubun ne kadar önemli olduğunu gösteren bir olgudur.
Türk-ABD ilişkilerinde beşinci buhran, ABD’nin PKK’ye karşı her hangi bir eyleme geçmemesi üzerine çıktı ve halen devam etmektedir. Bütün dünyada teröre karşı savaşan Amerika, iş Türkiyeye gelince PKK ile zımni ittifak içine girdi.
Karşılıklı husule gelen buhranların dördü ABD tarafından, biri Türkiye (tezkerenin reddi) tarafından kaynaklandı. Bunların üçü, yani üçüncü, dördüncü, beşinci buhranlar AKP hükümeti devrinde vuku buldu. İkisi ABD tarafından, biri Türkiye tarafından sadır oldu.

AKP hükümeti ve ABD

Şimdi yukarıda yazdıklarımızı ve saydıklarımızı göz önüne alarak AKP hükümetinin ABD’yle olan ilişkilerini objektif şekilde değerlendirelim (Bir amacımız da Türk insanını meselelere objektif bakmaya alıştırmaktır):
En başta şurasını önemle vurgulayalım ki AKP hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde laik dış politika uygulayan, Amerika Birleşik Devletlerine karşı gelen ve Amerika Birleşik Devletlerine tabiri caizse kazık atan tek hükümet oldu. Şöyle ki:
1. Hükümetin ilk kazığı birinci tezkere oylamasında vuku buldu. Başbakan Abdullah Gül ile gölge başbakan Tayyib Erdoğan arasında kalan tezkere reddedildi.
Ancak hükümet veya AKP isteseydi, bu tezkere geçerdi. Çünkü o zaman gurup kararı alırdı. Nitekim bir yıl sonraki tezkere gurup kararıyla anında geçti (Bazı arkadaşlar tezkere geçerse bazı doğulu vekillerin AKP’den kopacağını söylüyorsa da, bir yıl sonraki oylamada neden böyle bir şey yaşanmadı).
Bu istememede ordunun sessiz kalması da rol oynadı. Ordunun sessizliği, tezkerenin lehinde olmadığını gösterir. Tabii ki AKP bundan da cesaret aldı.
Reddedilmede başbakan Gül ile genel başkan Erdoğan arasındaki yetki ve karar karmaşası (topu bilerek ve isteyerek sürekli birbirlerine attılar), meclis başkanının tezkereye açıkça tavır alması da rol oynadı; lakin meclis başkanının açıkça tavır almasının Gülden veya Erdoğandan müstakil olduğunu kabul etmek mümkün değildir.
Tezkerenin reddinde kamu oyu tepkisinin rol oynadığını söyleyemeyiz. Çünkü dış politikada AKP dahil, hiç bir Türk hükümeti kamu oyunu dikkate almaz.
2. Başbakan Erdoğanın başbakanlığının ilk günlerinde İsraili eleştirmesi ve devlet terörü yaptığını söylemesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa görülen bir olay değilse de en şiddetlisi idi. 1999-2002 arasında Ecevit de benzer şeyleri söylemiş ve bundan dolayı tam dört kere özür dilemişti.
3. Hükümet, ABD’nin öteki isteklerine de gönülsüz yanaştı. Mesela İncirlik üssünün görev süresinin uzatılmasında olduğu gibi.
4. Türkiye, Ortadoğu ülkelerine demokratik telkinler yapmakla birlikte bunu ABD istediği için değil, fakat kendisi inandığı için yaptı. Aynı tavrı İslam Konferansı seçimlerinde de gösterdi.
5. Erdoğanın ve Gülün Irak seçimleri ve Fellucenin haritadan silinmesi üzerine söyledikleri sözler de olağan dışıydı.
6. Türkiye, İran ve Suriyeyle ilişkilerinde ABD’nin istediğini değil, bazıları ABD isteklerini içermekle birlikte yine kendi istediğini yaptı ve ABD’nin dayatmasına uymayarak İran ve Suriyeyle ilişkilerini tamamen kesmedi, dondurmadı.
7. Başbakan Erdoğanın ve Gülün Kurtlar Vadisi filmine gitmeleri ve filmi beğendiklerini gizlememeleri, yine teamül dışıydı.
8. AKP en son Hamasın sürgündeki siyasi büro liderini Türkiyeye davet etti ve bunun da dört mühim neticesi oldu.
a. Türkiye tarihinde ilk defa kendisiyle direkt alakalı olmayan bir meseleye el attı, “ben de varım” dedi.
b. ABD, AKP hükümetinden desteğini çekti. Bunu hem Amerikan, hem yerli basın yazdı.
c. Lakin ABD ve İsrail’in Türkiyeyi tamamen ve kolay kolay gözden çıkaramayacağı da görüldü.
d. BOP’ta ABD’nin büyük ümitler bağladığı, bu yüzden seçimlerde desteklediği ve rol biçtiği AKP’nin rolü bitti ve BOP da şimdilik rafa kaldırıldı (Bu hususu haziran 2005 tarihli Ufuk Ötesinde “BOP ve ılımlı İslam” başlıklı yazımızda incelemiştik).
Başka bir deyişle Türkiye 1950’lerde Menderes iktidarının üstlendiği gönüllü piyon rolünü, baskı karşısında dahi oynamadı ve İslam dünyasında eskisine nisbetle daha pirestijli hale geldi. Yalnız AB ve Kıbrıs politikaları hariç olmak kaydıyla.
9. Hamas liderinin davetinin akabinde Cüneyt Zapsunun Vaşingtonda Amerikalıları PKK ile görüşmekle suçlaması (8 nisan 2006), ardından CHP vekili Şükrü Elekdağın Türk-ABD Dostluk Gurubunun yemeğinde ABD büyükelçisi Ross Wilson’la tartışması (9 nisan 2006, CNN, 23.00), Türkiyenin Amerikan hariciye personeline güneydoğu yasağı koyması (18 nisan 2006, NTV, 8.5) ilişkilere tuz biber ekti.
Zapsunun görüşmesindeki kullanmak filine takılmaya gerek yok Şu iyi bilinmeli ki 1974’teki Ecevit iktidarı hariç, lakin 1999-2002’deki Ecevit iktidarı dahil, bütün hükümetler kendilerini ABD’ye gönüllü veya gönülsüz kullandırtmışlardır.

Sonuç

Bilindiği gibi Türkiyenin devlet politikası 10 kasım 1938’den, özellikle 1945’ten beri laiklik ve batılılaşma adına hep batının yanında olmak olmuştur. AKP bunu devam ettirmekle beraber İslam ve Arap ülkeleriyle hiç seviyesinde olan ilişkileri geliştirdi. Böylece devamlı süregelen yanlış ve anti-laik politikadan kısmen sıyrılıp iki kanatlı bir politikaya ağırlık verdi. Lakin şunu hatırlatmanın da yeridir. İslam ülkelerinin içinde Türk ülkeleri de vardır. Maalesef hükümet Türk ülkeleriyle olan münasebetlere gerekli ehemmiyeti vermiyor.
Böylece Türkiye bizi sürekli rahatsız eden sadık müttefiklikten kurtulma ve Amerikadan bağımsızlaşmak yolunda hayli ilerleme kaydetti. Ancak buna sevinemiyoruz. Zira Türkiye öbür yandan gittikçe batıya bağlandı ve bağlanmaya devam ediyor. İstendiği takdirde Amerikadan kurtulmak kolaydır. Zira Amerika deniz aşırı bir güçtür. Türkiyeyle kara bağlantısı yoktur. Türkiyeye karşı ön yargılı olmalarına rağmen, Avrupalılar kadar şiddetli düşmanlıkları yoktur. Oysa Avrupanın Türkiyeyle karadan bağlantısı vardır, üstelik Türkiyeye husumeti vardır ve batıya bağlanmak daha tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Yugoslavya Hıristiyan bir devletti. Yugoslavyayı parçalayan bir Avrupanın Türkiyeye tahammül etmesi mümkün ve hatta muhtemel değildir (Bu ayrı bir mevzu olduğu ve üzerinde evvelce çok durduğumuz için şu an fazla bir şey yazmıyoruz).
Her fırsatta belirttik: Türkiyenin dış politikasını Arşimedin kaldıracına benzetmek mümkündür. Arşimet “bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım” demişti. Şayet Türkiye kendisine yakışan bir politika uygulasa, Arşimedin kaldıracı gibi dünyayı yerinden oynatır. Bir gün bunun da gerçekleşeceğinden eminiz. Zira ırmak tabii mecrasında akacaktır.

AB ve Türkiyenin terör meselesi

Son zamanlarda medyada şöyle bir fikir empoze edilmeye çalışılıyor: “Türkiye AB’ye girerse güneydoğu meselesi halledilir. Bu mesele AB’nin müreffeh toplumu içerisinde erir gider. Fakat yükselen Türk milliyetçiliği Türkiyenin AB yolunu kesmeye çalışıyor (burası doğru), böylece güneydoğu meselesinin çözümü de engelleniyor…”
Bu fikri 2006 başında ABD’nin Foreign Affairs dergisinde Türkiyenin AB macerasını yazan üç Türk yazarı da dile getirmişti (Bu yazarlardan birisi bizim de arkadaşımızdır). Foreign Affairs dergisinde yazı yayımlamak her yiğidin harcı değildir, Huntington da meşhur Medeniyetler Çatışması makalesini burada yayımlamıştı.
Hemen söyleyelim ki bu bir dezinformasyondur ve bize yapılan bir haksızlıktır ve tamamen AB’ye girişin haklı gerekçesi olmadığını artık görenlerin ve AB’nin talepleri karşısında artık zor duruma düşenlerin sarıldığı bir gerekçedir.
Tam aksine Türkiyenin AB macerası güneydoğu meselesini alevlendirmiş, alevlendirmekte ve alevlendirecektir. Çünkü:
Türkiyede ve Türkiyenin güneydoğusunda Türkiyenin ve dünyanın Kürt dediği insanlarımız, vatandaşlarımız –ki Kürt terimi aslında yanlış bir adlandırmadır; sözü edilenleri Kırmanç, Sorani, Zaza, Arap, Süryani; Keldani, Nesturi, Yezidi şeklinde, yani asıl isimleriyle zikretmek daha doğrudur-, AB’ye şöyle diyorlar:
“Türkiye bize baskı yapıyor, siz de ona baskı yapın ki bize daha çok hak hukuk bahşetsin… Çünkü Türkiye sizi dinler, dinlemek zorundadır. Çünkü Türkiye AB’ye girmek için her şeyini, her şeyini verir, hatta canını bile… ve sair ve ilahır…”
AB de ne yapacak yani? Zaten söylenenler onun da düşündüğü… Denilenleri aynen yapıyor… Yaptı ve yapacak da… Türkiyeyi idare edenler de (buna sadece hükümetler dahil değil, bütün kurumlarıyla devlet dahildir) AB’ye girip çağdaşlığını Brüksele tasdik ettirme, bütün kadınların başının açık olduğunu görme uğruna bunu sineye çekiyorlar… Yanlış mı?
Ama artık işiniz eskisi kadar kolay değil. Zira millet, yani uyuyan dev uyandı…


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002