İkinci Dünya Savaşı sırasında Dış İşleri Bakanlığı Konutu o günlerin deyimi ile Hariciye Köşkü davetlerin merkezi hâline gelmiş, dünya politikası ve savaşın gidişatı hakkında en sağlıklı haberlerin alındığı kaynak olmuştu. Her akşam verilen resepsiyonlarda çok ince bir politika izleniyor, bir akşam müttefik ülkelere, diğer gün ise mihver ülkelere veriliyordu. Müttefik ülkelerin yanındaymış gibi görünen Türkiye bu sırada Almanya ile de arayı açmak istemiyor, diğer ülkelere gösterdiği ilgiyi Almanya’ya da gösteriyordu.
Bu ay yine anlatacaklarım var Başvekil ile yardımcısı Hariciye vekiline.
Aynı ile vakidir ki:
İkinci Dünya Savaşı sırasında Dış İşleri Bakanlığı Konutu o günlerin deyimi ile Hariciye Köşkü davetlerin merkezi hâline gelmiş, dünya politikası ve savaşın gidişatı hakkında en sağlıklı haberlerin alındığı kaynak olmuştu. Her akşam verilen resepsiyonlarda çok ince bir politika izleniyor, bir akşam müttefik ülkelere, diğer gün ise mihver ülkelere veriliyordu. Müttefik ülkelerin yanındaymış gibi görünen Türkiye bu sırada Almanya ile de arayı açmak istemiyor, diğer ülkelere gösterdiği ilgiyi Almanya’ya da gösteriyordu.
Bu nasıl ince bir politika idi ki? Günlük mü? Gelecek yıllara mı yönelik? Bunu zaman gösterecekti. Bizim o günlerde yapılanları yargılamak, yanlış yahut doğruydu davranışları demek gibi bir lüksümüz olamaz.
Türkiye’nin üçlü ittifakı (Türk-Fransız-İngiliz) imzalamasından sonra Saracoğlu’nun İngiliz ve Fransızlarla dostluğu çok daha gelişmişti. Sabahları yürüyerek Hariciye Köşküne gelen İngiliz büyükelçisi Hugessen cümle âleme karşı köşkün verandasında Saracoğlu ile sabah kahvelerini yudumlayarak günlük muhabbetlerini yapıyorlardı. Fransız büyükelçisi ile dostluk ise akşamları verilen davetlerde yan yana boy göstererek arz-ı endam ediyordu.
Nerden bakılırsa bakılsın davetlerin bir numaralı yıldızı ise Hariciye vekili Saracoğlu idi. Tıpkı bir mıknatıs gibi her akşam verdiği davetlerde Ankara’daki büyükelçiler ve yabancı misyon şefleri etrafını sarıyor ve ağzından çıkacak bir kelâma bakıyorlardı…
Bu yakın dostluklar bir sabah İtalya’nın Fransa’yı işgale başlaması ile sona erdi. Türkiye yaptığı anlaşma gereği böyle bir durumda Fransa’ya müdahale etme sözü vermişti. Haberi ofisine geldiğinde Saracoğlu kendisini telefonla arayan Fransız büyükelçisinden öğrendi.
—Mösyö Saracoğlu, İtalyanlar ülkemize saldırıya geçti.
—Öyle mi Mösyö Massigli! Nereye saldırı başlattılar?
—Güney sahillerinden birlikler giriyorlar! Peki, siz de bizimle berabersiniz değil mi?
—Türkiye taahhütlerinin arkasında olacaktır. Merak etmeyiniz Mösyö
dedi ve telefonu kapadı. İnönü’nün Trakya gezisinden dönmesini beklerken, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Başvekil Refik Saydam ile görüştü, toplantılar yaptılar ve Ankara’ya dönen İsmet Paşa zamana oynamaya başladı. Almanlara direnemeyen Fransa muhakkak ki İtalyanlara da direnemeyecekti. Ve yapılan sözleşme gereği Türkiye Fransa’ya destek vermek zorunda idi. Bu ise hem meclisin hem de kabinenin işine gelmiyordu. Mecliste bir iki sesin dışında herkes Fransa yanında Türkiye’nin savaşa girmesine karşı çıkıyordu. Bu arada devamlı Saracoğlu’nun yanından ayrılmayan Fransız Büyükelçisi bir cevap bekliyordu. Ankara’nın nabzını öğrendikten sonra Saracoğlu ve Saydam ile bir araya gelen İsmet Paşa kararını açıkladı.
—İttifakta Sovyet gerekçesini ileri süreceğiz. Bunu da kamuoyuna duyurmayıp sadece ülkelere bildireceğiz. Fransa’nın düşmesi yakındır. O zamana kadar idare edelim, bu fırtınayı atlatmış oluruz.
Saracoğlu kararı Fransız büyükelçisine açıkladığında Fransız büyükelçisi Massigli şaşkındı.
—Nasıl olur Mösyö? İmza koyduğunuz bir sözleşme var! Bakınız Mösyö Saracoğlu, biz sizinle her türlü tehdide karşı nasıl savaşa gireceksek sizin de bizimle beraber olmanız zaruridir. Elimizde imzaladığınız sözleşme var.
—Elinizde sözleşme var da Mösyö! Arkanızda duracak bir hükümet yok! Sahi kuzum en son hangi gün haber aldınız hükümetinizden? Bunları dedikten sonra Saracoğlu toplantıyı fazla uzatmamak için ayağa kalkarak kibarca kapıyı büyükelçiye gösterdi.
Fransa bunu hiç unutmadı. Hani deriz ya “not aldı.” Aynen öyle oldu. Bol keseden dağıttığı Lojyen D’honour nişanları, verdiği Fahri konsolosluklar ile işlerini yürüttü. Hükümetler arası köprü onlar oldu. Gün oldu bizim Paris’teki büyükelçimiz için dahi dış işleri bakanlarından onlar randevu aldılar. Ekonomik anlaşmaları ayarlayanlar onlardı. Sık sık gerilen Türk-Fransız ilişkilerini düzeltmede aracı olan yine onlar oldu. Ayrılıkçı kürtlere gösterdikleri aşırı yakınlık ve destek, Fransa’daki sözde sürgündeki kürt parlamentosuna bakanları, vekilleri ile verdikleri desteği ne Türk milletine ne de Türk hükümetine gösterdiler.
İkinci Cihan Harbinde genç bir kız olan Madamları dahi o günleri ve kinini unutmadı da, Türkiye Cumhuriyetini parçalama çalışmaları yetmiyormuş gibi üstüne bir de kürt sevgili edindi.
O gün Saracoğlu vardı bugün Gül var.
O gün Saracoğlu buzdan bir heykel gibi dimdik ayağa kalkarak kapıyı gösteriyordu Fransa’ya…
Bugün Gül ise boynunu bükerek sorarken.
—Ben Fransa topraklarını ziyarette iken ermeni soykırımı yalan dersem beni hapse mi atacaksınız?
Muhatabı ise hınzırca gülüyor…
Devletlerin politikaları günü kurtarmaya endeksli olmaz. En az elli yıllık olur. Bir yılı harcadığınız zaman kalan kırk dokuz yıl için “Allah kerim” diyemezsiniz. Hemen yerine artı bir yıllık planlarınızı yapıp koymak zorundasınız.
Bu son dört cümlem de benden başvekil ile yardımcısı hariciye vekiline nasihat olsun…