Midilli adası, Ege denizindeki en büyük adalardan biridir. Türk kıyılarına en yakın ada olan Midilli, Edremit körfezinin tam batısında yer alır, Ayvalık şehrimize sekiz mil, Altınova sahillerine ise altı mil uzaklıktadır. Adanın Türk kıyılarına bu yakınlığı, ada halkı ile Türk halkının yakın ilişkiler kurmasında önemli rol oynamaktadır.
Günümüzde Yunanistan’ın Adalar eyaletinin başkenti olan Midilli bir vali tarafından yönetilmektedir.
Merkez adada doksan beş bin civarında olan nüfus, civar adalarla birlikte eyalette yüz on bine yaklaşmaktadır. Türk izlerinin en yoğun olduğu ada olan Midilli ile Türkler, daha Balıkesir ve çevresine hâkim olan Karesioğulları döneminde ilgilenmeye başlamışlar, hatta İzmir ve dolaylarında ilk Türk denizcisi olarak ünlenen Çaka Bey’in, Midilli’yi Anadolu Selçukluları döneminde kuşattığı, fakat alamadığı tarih kitaplarında kayıtlıdır.
Türklerin Midilli ile ilk ciddi ilgilenmeleri Fatih dönemine rastlar. İstanbul’un fethinden hemen sonra, Boğazların giriş ve çıkışlarını kontrol altına almak isteyen Fatih Sultan Mehmet, yakın adaların alınmasını emreder. 1457 yılında Midilli’ye ilk sefer düzenlenir. (Başlangıçtan 1566’ya Kadar Osmanlı Tarihi. Cilt:1, Sayfa:78. İstanbul, 1978) Başarısızlıkla sonuçlanan bu seferin ardından 1462 yılında bizzat padişahın da katıldığı yeni bir sefer daha düzenlenir ve ada fethedilir. (a.g.e. S.80.) Ada yöneticileri ve soylular, zengin ve elit tabaka İstanbul’a gönderildi. Avamdan iki bin beş yüz kişi köle olarak Anadolu’ya getirildi. Geriye kalan on beş bin civarındaki toprak işleyenler ve el sanatları yapanlar adada bırakıldı. (İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Genel Osmanlı Tarihi. Cilt:4, S.179. İstanbul.1946)
Osmanlı iskân politikasının gereği olarak ilk etapta Midilli’ye Karaman Türkmenlerinden iki bin kişilik bir kafile yerleştirildi. (Yılmaz Öztuna. Büyük Türkiye Tarihi. Cilt.3. Sayfa.235. İstanbul, 1976) Adanın yakınlığı ve gidip gelmelerin çok olması yüzünden, daha sonraki yüz yıllar içerisinde adaya daha bir çok Türk’ün gidip yerleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunların, adaya iskân edilenlerin yakınları, akrabaları oldukları kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Türk milletinin böyle bir geleneği vardı. Biri önce bir yere gider, memnun kalırsa ailesinden başlayarak yakınlarını ve akrabalarını yanına getirir. Midilli’de de aynı şeylerin olduğunu söylemek mümkündür. Midilli’ye de uğrayan Evliya Çelebi 1654 yılında ada nüfusunu tahmini olarak otuz bin kişi olarak veriyor.
Osmanlıların adayı almasından sonra, ada, Kaptanpaşa eyaletine bağlandı ve bir sancak olarak yönetildi. Yunanlıların bir devlet olarak ortaya çıktıkları ilk günden itibaren uyguladıkları, Osmanlı’nın aleyhine genişleme politikasının gereği olarak topraklarına katmayı düşündükleri ilk ve en önemli yerlerden birisi Midilli adasıydı. 1912 yılında başlayan Balkan savaşı sırasında, Ocak 1913 tarihinde Midilli Yunanlılar tarafından işgal edildi. Savaş sonrası yapılan Londra anlaşması (30 Mayıs 1913) ile ada tamamen Yunanlılara bırakıldı.
MÜBADELE VE ETNİK SORUNLAR
Adanın Yunanlılara bırakılmasından sonra, Yunanlıların adada uyguladıkları baskı ve etnik temizlik kampanyası yıllarında, ada Türklerinin bir kısmı, baskılara dayanamayarak adayı terk ettiler ve Anadolu’ya gelerek yerleştiler. Aynı dönem içerisinde, devletin terk ettiği topraklarda bıraktığı Türklerle ilgilenebilecek bir durumda olmaması ve istilacı güçlerin baskıları, etnik temizlik yapmaları sonucu Balkanlardan ve diğer adalardan da Anadolu’ya ve İstanbul’a çok büyük göçler olmuştur. Bugün bize, insanlık dersleri vermeye kalkanların Balkan savaşı ve sonrasında uyguladıkları vahşetleri ve soy kırımları unutmuş olmaları, onların insanlığının sadece sözde kaldığının en büyük kanıtıdır. Girit ve Midilli’de uygulananlar, Balkanlarda da aynen uygulanmış, milyonlara varan, masum ve sivil Türkler, sadece Türk ve Müslüman oldukları için katledilmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ilgilenilmeyen dış Türkler, Kurtuluş savaşından hemen sonra yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından gündeme getirilmiş ve Lozan barış anlaşması ile Balkanlarda ve adalarda kalan Türkler, Anadolu’da kalan Rumlarla değiştirilmiştir. Mübadele adı verilen ve çok büyük acılara sebebiyet veren bu değiştirme işleminin tek müsebbibi Yunanistan ve onun insanlık dışı genişleme politikasıdır. Gittikleri her yerde, etnik temizlik yapan, sadece Türk ve Müslüman olduğu için öldürülen yüz binlerin varlığı, adalarda ve Balkanlarda Yunan idaresinde kalan Türklerin, Anadolu’ya gelme isteğini kamçılamış ve sonuçta Lozan anlaşması ile mübadele gerçekleştirilerek değiş tokuş yapılmıştır.
Bugün mübadelenin acılarını yaşamış, doğduğu ve büyüdüğü topraklardan zorla ayrılmış bulunan insanların acılarına saygı duyuyoruz. Onların doğdukları topraklarda yaşama hakları olduğuna gönülden inanıyoruz. Fakat ortada bir gerçek var; o da mübadelenin yapılmış olmasıdır. Bunun için suçlu arayanların sadece Türk devletini suçlu gibi göstermeye çalışmaları hangi insaf ölçüleri ile değerlendirilir? Takdirini, o acıları yaşamış insanlara bırakıyorum.
Mübadele yasası TBMM’ye 23 Ekim 1923 günü sunuldu ve 8 Kasım 1923 günü yasa kabul edildi. Mübadele, yasa kabul edildikten iki gün sonra başlatıldı. Mübadele süresince Midilli adasından getirilenlerin toplam sayısı 7511 (Yedi bin beş yüz on bir) dir. Türkler Midili adasını tam 461 (Dört yüz atmış bir) yıl yönetmişlerdir. Yunanlıların birkaç yıl içinde gerçekleştirdikleri etnik temizliği yapmak isteselerdi, adada tek bir Rum’un kalmayacağı gayet açıktır. Mübadele sırasında kırk bin civarında olan ada nüfusunun ancak altıda biri Türkiye’ye getirilmiştir. 1923 yılında, yedi bin Türk’e karşılık, adada otuz üç bin Rum yaşamaktadır. Bu durum Türk yönetimindeki Rumların ne kadar rahat yaşadıklarının en büyük kanıtıdır. Bu adada da, Girit’te ve diğer yerlerde olduğu gibi kendi hür iradeleri ile Müslüman olan Rumlar mutlaka vardır, fakat sayıları diğer yerlerdekilerle karşılaştırıldığında oldukça düşüktür. Çünkü bu ada halkına, diğer yerlere verilen Müslüman olma teşvikleri verilmemiştir.
Midilli’den mübadele sonucu getirilenlerin çok büyük bir kısmı saf, katışıksız, Karaman Türkmenlerinin torunlarıdır. Sadece Fatih döneminde adaya iki bin Karaman Türkmeni yerleştirilmiştir. Nüfus artış hızı yüksek olan bu Karaman Türkmenlerinin dört yüz altmış yılda, en az on beş misli çoğalmaları gerekirdi. Yani, mübadele sırasında adadan getirilenlerin sayısının en az yirmi beş bin olması gerekiyordu. Fakat gelenlerin sayısı sadece yedi bin beş yüz on birdir. Biz, şimdi, iddia ediyoruz, bugün Midilli’de en az on beş bin Türk yaşamaktadır. Bunlar, zorla dini ve etnik temizliğe tabi tutulmuşlar, dinlerini ve milliyetlerini kaybetmişlerdir. Bu bir insanlık suçudur.
Bugünlerde, Ege kıyı şeridimizde ve bilhassa Ayvalık ve çevresinde yaşayan Midilli mübadillerine “siz aslen Türk değilsiniz. Sizlerin atalarını, Osmanlı zorla Müslüman yaptı ve siz kendinizi bu yüzden Türk ve Müslüman sanıyorsunuz. Gerçekte sizler, bizler gibi Rumsunuz. Gelin eski dininize ve milliyetinize dönün” şeklindeki propagandanın ne ilmî, ne de insanî hiçbir gerçek yönü yoktur. Çünkü Osmanlı, fethettiği yerlerdeki halkları zorla Müslüman yapmaya kalkışsaydı, bugün ne Yunanlı, ne Bulgar, ne Makedon ne de Rum bir tek kişi kalmazdı. Bunu anlamayanlara verilecek tek cevabımız olmalıdır. “Biz Türk oğlu Türk’üz. Ne mutlu Türk’üm Diyene”
Avrupa Birliği masalı sürecinde bu tür propagandaların çoğalmasının sebebi, elimizde kalan, onların Hıristiyan toprakları olarak gördükleri toprakları elimizden almak, yani bizi vatansız bırakmak isteğidir. Bunlar Batılıdır. Bunların gerçek yüzlerini görmek ve bilmek gerekir. Bunların insanlık anlayışları, kendileri ile sınırlıdır. Çünkü kendilerinden başka hiç kimseyi, insan olarak kabul etmezler. Kızılderilileri, Mayaları, İnkaları yok edenler bunlardır. Afrikalıları, sadece derilerinin rengi yüzünden, pazarlarda köle olarak satanlar bunlardır.
Güneş her gün doğudan doğar, batıdan batar. Bu yüzden Doğu aydınlıktır, ışıktır; Batı karanlıktır, zulmettir. Batılı karanlığın, yani cehennemin bekçisidir.
Kimliğimize, vatanımıza ve bayrağımıza sıkı sıkıya sarılalım ve Batının heveslerini kursaklarında bırakalım!