Şimdi kimileri kızacak fakat, Türk’ün ruh kumaşı böylesine acınası bir doğranma ile heder edilmiştir. Vatan diyorsun, adamın aklına Marmaris sahilleri geliyor… Bayrak diyorsun, kutu kutu biralarla tribünleri doldurmak… Görev diyorsun, oğlunun nafakası en âli uğraş olup çıkıveriyor… Sizi bilmem amma, ben gözü dikip, Ta ki abi ne diyecek onu bekliyorum. Gidiş gidiş değil yani…
Kapakta şiirimizin ustalarında İsmet Özel’in iki dizesiyle merhaba dedim sizlere… Hepimiz bir şekilde ‘beyazlar’a ve ‘yerliler’e karşı kabahatliyizdir. Bu durumda, “yerin kalmadı herhalde, kapağı Ufuk Ötesi’ne attın” diyenler olabilir… Peşinen söyleyeyim, postu sermiş falan değilim… Mahkemenin kadıya mülk olmadığı malûmunuzdur. Gelin, ‘geçici bir ikamet’ olarak koyalım adını… Bir soluklanma ânı… Bu vesileyle herkese merhaba…
‘Beyaz’ ve ‘yerli’ demişken, yakın zamanda zuhur eden ‘zenci’ tartışmasını teğet geçmek olmaz herhalde? Türkiye’de adına siyaset denilen çetrefilli oyun, zaman zaman böylesi ‘kahır dolu çıkışlar’ı kaçınılmaz kılar. Bu bir anlamda verilen sözü yerine getirememenin de tescilidir. Siyasetçi der, yapar… Der, unutur… Der, dediğini yer… Sayın sayabildiğiniz kadar. Halk da dinler, yer… Dinler, söver, dinler, yutkunur… Bilir ki, o da en az seçtikleri kadar suçludur. Daha fazla eşelemenin, lafı evirip çevirmenin bir mânâsı yoktur…
****
Siyasetçi değilim… Seçmenliğimin ‘Ali Dibo’ düzeneği ile ilintisi yoktur. Oy verdiğim parti sütten çıkmış ak kaşık mıdır, hâşâ! Oy vermediğim parti pir-ü pak mıdır, elbette değil… Öyleyse, sorun bir sistem sorunudur. Gelip de ‘götürmeyen’ yoksa orada duracaksınız! Çarkın dönüşünü, dişlilerin kimi ezerek enerji oluşturduğunu düşüneceksiniz… Bu ‘götürme’ işine bir milat aramaya kalkışmayın. Düzenin kurup da unuttuğu, onlarca müessese sayabilirim size… Trilyonların ceplere aktarıldığı onlarca kurum. Varlıkları sadece ve sadece türedi zenginler peydah etmek olan kurumlar… Mantık şudur: Al ve sus… Sonra git - siyasetin doğası gereği - partililerine yalandan ağla… “Ben istedim de, olmadı da…” Zaten partililer de bir kenarından bal küpüne yapışmıştır. Çok haylazlık eden çıkarsa ‘bir grup marjinal’ der sırtından atarsın… Günlük siyaset böyle de, genel politikalar çok mu farklı yani… Daha dün okumadık mı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin çetelerin eline düştüğünü? ‘Taaki’ acar bir meslektaşımız, Genelkurmay’ın muhtıra vereceği kokusunu almasaydı, ruhumuz mu duyacaktı olup biteni (!)
Ben bu yaşadıklarımıza bir ‘ruh bölünmesi’ diyeceğim izninizle… Başbakan Erdoğan’ın Arap Zirvesi’ndeki aile fotoğrafında yüz hatlarını inceleyin siz de bana hak vereceksiniz. Tamam, Erdoğan orada ‘medeniyetler ittifakı’nın erdemlerinden dem vurdu. Teröristin dini, imanı olmayacağını söyledi. Ancak, “Hangi medeniyetlerin ittifakı?” sorusu, sanırım önündeki Kaddafi’den bakışlarını kaçırırken onun da aklına geldi. Zirveye 8 İslam ülkesi liderinin katılmaması da bu soruyu pekiştirmiyor mu? Tersinden okuyun soruyu… Aynı Erdoğan, AB aile fotoğrafına dâhil olduğunda, o iğrenç karikatürlerin müsebbibi, Danimarka’nın başbakanı için neler düşündü dersiniz?
Asıl can alıcı soru şudur: Biz niye iki arada, bir deredeyiz! Olay bu mudur yani! Herkese mavi boncuk… Bize kala kala doğu-batı arasında ‘çöpçatanlık’ görevi mi kalmıştır?
Şimdi kimileri kızacak fakat, Türk’ün ruh kumaşı böylesine acınası bir doğranma ile heder edilmiştir. Vatan diyorsun, adamın aklına Marmaris sahilleri geliyor… Bayrak diyorsun, kutu kutu biralarla tribünleri doldurmak… Görev diyorsun, oğlunun nafakası en âli uğraş olup çıkıveriyor…
Sizi bilmem amma, ben gözü dikip, Ta ki abi ne diyecek onu bekliyorum. Gidiş gidiş değil yani… Şaka bir yana değerli okuyucular, bu cânım ülkeye yazık, hem de çok yazık oluyor. Millî hedefleri ortadan kaldırılmış, millî sırları bile sokağa düşmüş bir ülke düşünebilir misiniz?
Allah bizi bu vebali çekenlerden etmesin…