Sanki görünmeyen bir kadın şehrin sokaklarında mütemadiyen gezmekte, etrafa kokusunu ve sıcaklığını salmaktadır. Dönüş zamanı geldiğinde ayrılmak istemeyişinizin nedeni sizi konuk eden Amasya mı yoksa Amasya’nın ruhu o kadın mı bir türlü anlamazsınız.
Geleceğin padişahlarına şehzadeliklerinde vali olarak ev sahipliği yapan Amasya’dan Evliya Çelebi dahi ayrılmak istememiş.
Hayatın şırıl şırıl Yeşilırmak’ın koynunda aktığı, her ne kadar modern yaşam, elini oradan buradan uzatsa da, yüzyıllardır ikindi güneşlerinde yıkanan masalsı şehir olma özelliğini koruyan Amasya’dayız bu ay.
Amasya için çok şeyler söylenir, çok adlarla anılır. Şehzadeler Şehri, Tacın İncisi, Tacın Gizemli Şehri gibi. Ama bana göre sessiz, durağan hali ile bütün kentlerin o sert erkeksi yapılarını burada hissedemeyiz. Sanki görünmeyen bir kadın şehrin sokaklarında mütemadiyen gezmekte, etrafa kokusunu ve sıcaklığını salmaktadır. Dönüş zamanı geldiğinde ayrılmak istemeyişinizin nedeni sizi konuk eden Amasya mı yoksa Amasya’nın ruhu o kadın mı bir türlü anlamazsınız.
Geleceğin padişahlarına şehzadeliklerinde vali olarak ev sahipliği yapan Amasya’dan Evliya Çelebi dahi ayrılmak istememiş. Uzun uzun anlattığı bu kentimizin kalesini eski zamanlarda Amâlika kavmi tarafından yapıldığını yazar. Bir de ilâve eder; “Nice yüz padişahtan kalma bir Anadolu kalesidir. Bazı tarihlerde bunu “Dağ Delen Ferhat yaptı” der.
Belki de şehirde ruhani varlığını bize hissettiren Ferhat’ın Şirin’idir. Bir yanında Ferhat dağı öbür yani Kırklar dağı ortasında akar Yeşil ırmağı. Yamaçlarına, kıyısına inci misali dizilmiş kendine has Amasya evleri. Muhakkak hikâyenin kahramanları da o evlerden birinde zamanında yaşamışlardır. Şirin, Amasya beyinin kızı iken kalkar Ferhat’a gönül verir. Gençlik bu severler birbirlerini. Ama bey bu, ille de zalim olmalı tüm hikâyelerdeki gibi. Vermez kızını Ferhat’a. Der ki: “Kim ki bu şehri kuraklıktan kurtaracak, dağın ötesindeki suyu şehre akıtacak, ona vereceğim kızımı” Olacak şey değildir beyin istediği. Ama Ferhat bu size, aşk kuvvetine alır eline balyozu çıkar dağa, başlar gece gündüz demeden dağı taşı oymaya. Koca dağı un ufak edip, Yeşilırmak’ın suyunu salar Amasya’ya… Beydir yapacak zalimliğini ya, haber salar Ferhat’a; “Şirin öldü” diye. Bunu duyan Ferhat deliye döner. Koca dağın un ufak eylediği balyozu kafasına vurarak canına kıyar. Halk onun hatırasına hürmeten demişler o dağın adına Ferhat dağı...
Şehrin adının Amasya'yı fetheden Danişment Ahmed Gazi'nin karısı "Ümmü Asiye" den geldiğini, Ümmü Asiye'nin Amasya'da oturduğunu söyleyenler var. Yine dönüp dolaşıp geldik bir kadına.
Fakat Amasya, Danişmend Gazi'nin burayı fethinden önce de "Amasea" adıyla tanınan, bilinen bir şehirdir. .
Ben umardım ki seni yar-ı vefadâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefakâr olasın
Reh-i aşkında neler çekdiğim ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın
Sen ki can gülşeninin bir gül-i nev-restesinin
Ne revadır bu ki her har u hasa yâr olasın
Beni azade iken aşka giriftâr ettin
Göreyim sen dahi benim gibi giriftâr olasın
Beddua etmezem amma ki Hudâ'dan dilerim
Bir senin gibi cefakâra hevadâr olasın
Şimdi bir hâldeyiz kim ilenen düşmenine
Der ki Mihri gibi sen dahi siyemkâr olasın.
Bir gazelinde “Der ki Mihri” diyen Mihri bir hanımdı. Hem de ilk kadın divan şairimizdi. 1460 yılında Amasya da doğan Mihri Hatun’un asıl adı Mihrinnisa (kadınlığın güneşi) veya Fahrünnisa (kadınlığın övüncü) olarak bilinir. Kadı olan babası Yahyazade Mehmet ona “Mihri” mahlasını uygun bulmuştur. O zamanlar kadına o kadar çok değer verilirdi ki; 2. Bayezid’in üçüncü oğlu Şehzade Ahmed Amasya’da vali iken ilim ve şiir meclisleri kurmuş ve bu meclislerde Mihri Hatun da bulunmuştu. Amasya’nın daracık sokaklarına bir kadının varlığını gölgesiyle hissettirmesine böylece Mihri hatun da bir katkıda bulunmuş.
Bir söylentiye göre de, bir zamanlar buradaki dağlarda elmas madeni işletilirmiş, bundan dolayı şehre "Elmasiye" denmiş, bu ad zamanla Amasya olmuş.
Evliya Çelebi ise dağlarında ve şehrinde bol gümüş madenleri olduğunu söyler. Yıldırım Beyazıt Han burayı feth ettikten sonra oğlu İsa Çelebiyi hâkim tayin etmiş. Padişah şehri olmuş ve hutbe okutmuş, “Amasya’da basılmıştır” diye yazılı akçe kesildiğini anlatır. Çünkü dağlarında ve şehirlerinde bol gümüş madeni vardır. Elmas, altın ve gümüş madenleri ile tanınan şehrimiz her gittiğimiz turda acaba bu yüzden mi bu kadar aydınlık?
Evliya Çelebiye göre, 41 kulesi, 800 bedeni, 9060 adım çevresi ile Amasya Kalesinin burçlarının tepesinden dünya seyredilir. Ama daima o burçlar bulutlar ve dumanlar içinde kaybolmuş gibidir. Havanın açık olduğu öğlen saatlerinde ise içindeki camiler ve mahalleler ile saraylar aşağıdan gözlemlenebilir. Amasya il merkezinin kuzeyini kaplayan Harşena Dağı üzerinde ki kale Harşena Kalesi adıyla da bilinir. Kale Erken Tunç Çağı'nda inşa edilmiştir. Kalenin iç duvarları kesme taş, surları moloz taştan yapılmıştır. Aslında denizden 700 Yeşilırmak’tan 300 metre yüksekte bulunan kale için Evliya Çelebi pek de haksız sayılmaz. Bugün pek harap olan kale üç bölümden oluşur.
1.Hatuniye Mahallesi (İçeri Şehir)
2.Kızlar Sarayı
3.Yukarı Kale (Harşena Kalesi)
İç kale, Cilanbolu Kuyusu, Kızlar sarayı yine Amasya kalesinin iç bölümleri olup gezilmeden dönülmeyen yerlerdir.
240 camisi, 10 medresesi, 40 tekkesi, 10 aşevi, 6 tabhanesi (soğuk günlerde sığınmak için içinde ocaklı odalar bulunan mekân), sanatkârları ve esnafı ile Çelebi anlatırken halkını ihmal etmez. Der ki:
“Bütün halk zevk ve şevk sahibi olduklarından yüzlerinin rengi kırmızıdır. Halkın bir kısmı paşa ve beğ, zaimler, tımar ve hizmet sahipleridir. Bir kısmı da bilginler, kadılar, maaşlı şeyhler, imam ve hatipleri, Kuran okuyucular, tüccarlar ve sanatkârlardır.” Bugün de baktığımız zaman hemen hemen halkın aynı kaldığını görüyoruz. Bunda ise en büyük etkenin şehrin büyük bir bölümünün sit alan olarak korunması sonucu nüfusun az olması, ağırlıklı nüfusun sanayin geliştiği ilçe merkezlerine yığılmasından kaynaklandığını görüyoruz. Kilometre kareye 58 kişi düşerek nüfus yoğunluğunun en az olduğu kentlerimizdendir.
II. Bayezid Camisi ve medresesi ile Çilehane camisini, Darüşşifasını, Yeşilırmak nehrinin iki yamacına sıralanmış kentin kendine özgü evlerini, daracık Arnavut kaldırımlı sokaklarını, medreselerini ve Kral Mezarlarını, Yeşilırmak üzerindeki köprülerini gidip görmek gerek.
Bu bahar kendimize bir armağan olarak Amasya’yı ziyaret edelim. Baharı yemyeşil Amasya’da selamlayıp, Yeşilırmağın ikindi güneşlerinde yıkanalım…