Milletimizin son dönemdeki talihsizliğini kendisinden, özünden olmayanlarca yönetilmek olarak özetleyebiliriz. Bu yöneticiler, sun'i ayırımlara tabi tutup aramıza sun'i korkular salmış olabilirler. Enerjimizi topraklamak istemiş, hatta bunu yapmış da olabilirler. Bir sahte Dervişin gelip, üç beş kelime konuşunca iki üç milyar dolarımızı cebimizden alıp gidiverdikleri mutlak doğrudur....
Ufuk Ötesi'ndeki yazılarını zevkle okuduğum Ilgaz Babacan kardeşimin son yazısı, beni derin düşüncelere sevk etti. Çünkü Babacan, "Sonuç olarak, ‘biçilmiş rolleri’ sobelemek bir işe yaramıyor… Yollar sağdan da soldan da gitsek, bizi aynı noktaya ulaştırıyor: Böl, parçala, yönet… Sanal ayrımların fitiline bir kibrit çakmak yetiyor, üç beş bin mutlu azınlığın saltanatı için. Bu düşüncelerle yazıma son verirken, Büyük Türk Milleti’nin geleceğine dair umutlarınızın her şeye rağmen sürmesini diliyorum…" diyerek yazılarına son vereceğini yazıyordu. Benzer bir durumu Karabağ Hadiselerinin en şiddetli döneminde, Hocalı Katliamından hemen sonra Ermeni işgal ve soykırımı sürerken Azerbaycan'da yaşamıştım. O günlerde Bahtiyar Vahapzade, elinin şiir yazmaya gitmediğini söylemiş, kendisine "Şairleri haykırmayan bir milletin, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibi olacağını" hatırlatmıştım. Ilgaz Babacan'a da aynı hatırlatmayı yapmak durumundayım. O şiir tadındaki yazılarına Büyük Türk Milleti'nin ihtiyacı vardır. Çünkü millet, özünü önünde görmek ister. Falih Rıfkı dediği gibi “Bulgarların İstanbul'a yaklaşan top sesleri altında şiir yazmaya devam etmeli” demek istemiyorum; bu yanlış olur. Doğru olan, Akif gibi, çizmeyi giyip, cephede, cephe gerisinde, minberde milletinin hislerine tercüman olmaktır. Ilgaz Babacan ve onun mesai arkadaşlarının şu anda yaptıkları iş, Akif ve benzerlerinin yaptıkları ile aynıdır. Bu millet, çok büyük bir savaşın içinde olduğunu bilmektedir ve değer verdiklerini yanı başında, siperde görmek istemektedir. Milletin umutlarını, Ilgaz Babacan gibi onun bağrından çıkan cevherler sürdürecektir.
Türk Milleti'nin sahipsizliğini sık sık söylüyoruz. Ufuk Ötesi, milletini sahipsiz bırakmamak için, bir gönül adamı Kemal Çapraz Beğin önderliğinde bir avuç gönüllünün büyük gayretleriyle elinize ulaşıyor. Her geçen gün daha da büyüyen okuyucu kitlesi ve gelişen yazar kadrosuyla ümit veriyor, yanmış gönüllere su serpiyor. Elbette zaman zaman bir adım geriye çekilip durum değerlendirmeleri olacaktır. Ama bu "Yavaş yavaş"ı aradan çıkarmak ve daha hızlı koşmak içindir!
Milletimizin son dönemdeki talihsizliğini kendisinden, özünden olmayanlarca yönetilmek olarak özetleyebiliriz. Bu yöneticiler, sun'i ayırımlara tabi tutup aramıza sun'i korkular salmış olabilirler. Enerjimizi topraklamak istemiş, hatta bunu yapmış da olabilirler. Bir sahte Dervişin gelip, üç beş kelime konuşunca iki üç milyar dolarımızı cebimizden alıp gidiverdikleri mutlak doğrudur. Limanlarımızı, tersanelerimizi, hava alanlarımızı işgal etmiş, madenlerimize el koymuş olabilirler. Büyük Atatürk bunu görmüş ve yapılması gerekenleri söylemişti zaten. Peki bizim ne yapmamız gerekiyor? Milletimizi yeniden güçlendirip akıllandırmamız ve kendisini idare edenlerin cevher-i aslîsine bakar hale getirmemiz gerekiyor. Bu da basın-yayın organları, sinema, tiyatro ve sanatla oluyor. Ufuk Ötesi gibi gazeteler, dış destekli basın gibi günlük yayınlanır hale gelirse umudumuz sürecektir. Aksi halde boşa kürek çektiğimizi düşünüveririz.
Her defasında Amerika'yı yeniden keşfe çalışıyoruz. Yapılacak iş, milletin içki, sigara, kumar, uyuşturucu gibi illetlerden kurtarılmış sağlıklı nesillere kavuşturulması, bu nesillerin beyninin gergef gibi ilimle, bilgiyle işlenmesidir. Her türlü fiziki hastalıkla mücadele, ahlaki, felsefi kusurlarla mücadele kaçınılmaz! Zaaflarımızın başkalarından önce tespiti ve tedbirlerin alınması gerekiyor. Tabii her önümüze konan meseleyi büyük bir mesele gibi görüp gücümüzü de boşuna harcamayalım. Bizi yönetenlerin, "Padişahın işi ne!" Biz, üstesinden gelebileceğimiz, bildiğimiz işlerden başlayalım, küçük işler yapalım ama bunu sürekli yapalım. Gün gelecek daha büyük işler yapabilecek güce kavuştuğumuzu göreceğiz.
Kendinizi ordusunun komutanları düşman safına geçmiş bir başkomutan gibi düşünebilirsiniz. Çocuklarımızı başka milletlerin kültürlerine kaptırmış gidiyoruz. Vaktiniz olursa lütfen hangi müziği dinlediklerine ve zevklerine bir bakıverin! Bu yabancılaşmayı da ihanet içindeki basın ve ona engel olmayı akıllarından geçirmeyen yetkili kurumlar körüklüyor. Meselelerimiz sahipsiz. Yurt dışındaki vatandaş ve soydaşlarımız kendilerini yapayalnız görüyor. Devletin Türk Milletinin geleceği ile ilgili bir siyaseti yok. Üç günlük etnik unsurların geleceği, haritaları, varmak istedikleri yer belli, ama binlerce yıllık mazisi olan bu garip milletin geleceği kimsenin umurunda değil.
Efendim, bu Nevruz olaysız geçmiş! Memlekette Apo sloganları atılmış, PKK bayrakları sallanmış ama olsun, olaysız geçmişmiş! Bu ne kepazeliktir? İçişleri Bakanı'nı istifaya davet ediyorum. Zaten Şemdinli'den sonra orada oturmaması gerekirdi! Adalet Bakanını istifaya davet ediyorum. Hakkâri’de PKK kıyafetleri, devletin resmi kurumlarına yerel kıyafet olarak yutturulmak istenmiştir. Bu konuda defalarca suç duyurusunda bulunulmuş, sonuçsuz kalmışken, devletin bir savcısı, Türk Ordusunu şaibe altında bırakacak bir iddianame hazırladığı için bakan o koltukta oturmamalıdır.
Bu millet, sahip olduğu saf insanı, coğrafyası ve zenginlikleriyle sömürüye açıktır. Bu yüzden kolayca sömürülmekte, yönetilmektedir. Ama bu kadar acımasızca sömürülenin de bir noktada bazı haklarının olması gerekir. Türk Milletinin diğer sömürülen milletlerden farkı, uyanmaması için elindeki bütün imkanlarının alınması yetmiyormuş gibi, bunları düşünebilecek tek bir beyin bile kalmamacasına iğdiş edilmek istenmesidir. Asıl mesele bu iblis oyununa bütün imkansızlıklara rağmen dur diyebilmektir. Neden iblis oyunu diyorum: Küçük bir örnek vermek istiyorum. Her yıl Çanakkale'de Anzaklar Çanakkale'ye çıkarma yaptıkları 25 Nisan günü bir tören yapmaktadır. Hiç düşündünüz mü? Neden sadece "Anzaklar" (Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinin kısaltması) tören yaparlar, İngiliz ve Fransızlar da törene katılır? Neden asıl düşman olan İngiliz ve Fransızlar adam gibi ortaya çıkıp "ben bu tarihte gelip size düşmanlık yapmıştım" diyerek tören yapmaz? Neden tonton Türk vatandaşları Rus'u büyük düşman "Moskof" olarak bilir de İblis İngiliz'i, ondan kat kat daha fazla düşmanlığını gördüğü halde düşman bellemez? Hatta, İngiliz kumaşı, pantolonu, futbolu, bilmem nesi diyerek derinden saygı duyar, daha doğrusu duyması için çalışılır? Türk Devleti, okullarında daha fazla ticaret yaptığı, yapması gerektiği milletlerin dilini değil de, o berbat dili, dünya dili diyerek öğretmeye çalışır? Ders kitabı olarak bizzat İngiltere'de basılmış kitapları okutmaya devam eder? İngilizce öğrensinler diye MEB bütçesinden kat kat fazla para harcayıp dışarıya öğrenci gönderir? Ve neden yetiştirdiği bilim adamlarının ürünlerinin önce Türk bilim yayınlarında Türkçe yayınlanması için çalışmaz da, yabancı dergilerde yayınlanmasını teşvik eder? Milli Eğitim hangi devlete hizmet etmektedir? İngilizce’ye ve İngiltere’ye, akabinde ABD'ye hizmet eden bir nesli, gözümüzün içine baka baka yetiştiren işte bu iblis İngiliz'dir. Çanakkale'de 250 bin insanımızı heba eden de o İngilizdir ama ortaya Anzak'ı sürmektedir. Sanki Çanakkale'de hiç İngiliz ve Fransız olmadı, biz sadece Anzaklarla savaştık! Çanakkale'ye gelip konsolosluk açar, bu topraklara bir şekilde sahip olabilmek için çalışır, görünüşte sana dosttur, hatta hiç düşmanlık yapmamıştır! Lavrens, Kempbel, Bel, milletimizin evlatlarını Arabistan Çöllerinde, Türkistan'da sanki arkadan hançerlememiştir!
Bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum: Kıbrıs'ın güneyine, özellikle Karpaz bölgesine düşmanların verdiği önem petrolden kaynaklanmaktadır. AB'ciler, İngilizciler, Amerikan ajanları bir an önce Güney Kıbrıs'ın AB’ye girmesi meselesi için çırpınıyorsa biliniz ki bunun tek sebebi Türkiye ile Kıbrıs arasındaki zengin petrol yataklarıdır. Türk Kuzey Kıbrıs, AB ülkesi olarak Güney Kıbrıs içinde eritilebilirse Rum kara suları peyderpey genişletilerek petrol arama alanı oluşturulacak, Türkiye bu konuda etkisizleştirilecektir. Sadece bu konu bile Türk Milletinin Kıbrıs'a dikkatini gerektirir.
Özetlemek gerekirse; Ilgaz! Sen Anadolumuzun yüce bir dağısın. "Ey Millet, ben gidiyorum, sen umudunu kaybetme!" demek, cepheyi terk etmek olur ki bizim sözlüğümüzde yoktur. Ilgaz Kardeşimin sözlüğünde de olmadığına kesinlikle eminim. Dikkatlerimizi taze tutan, gerçek düşmanı işaret eden senin gibi kıymetli kalemleri, başka müstear adla bile olsa daima aramızda görmek istiyoruz. Seninle bu çetin yolu yürümek güzel!