Hollywood endüstrisinin “Amerikan hayat tarzını ve küresel hegemonya”nın düşünce sistemini kimi zaman açık açık kimi zaman alttan alta izleyicinin zihnine kazımak için büyük ölçüde kullanıldığını biliyoruz. Burada ağırlığı “Beyaz Adam”ın insanı ve kültürü ortadan kaldırarak “uygarlık” getirdiği ya da batılı hayat tarzının alternatifsiz sunulduğu “işler” oluşturuyor.
“Kurtlar Vadisi-Irak” filmi için yapılan tartışmalarda da kendilerini “ulusalcı” olarak tanıtan bazı kişilerle kendilerini “küreselleşmeci” olarak tanıtan bazılarının filmin bir gaz alma operasyonu olduğu iddiasında birleştiklerini gördük. Amerika’nın ve Türkiye’deki Amerikancıların filme karşı gösterdikleri şiddetli tepki işin gaz alma ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını ortaya koydu. “Sanal İntikam”a dahi tahammül edemeyenleri gördükçe film hakkında komplo teorileri üretmenin ne kadar yersiz olduğu anlaşıldı. Bu konularda konuşurken önce şimdiye kadar Türk kültürünün bu alanlara ne kadar yansıtılabildiğini düşünüp ona göre konuşmak gerekir. Kitlelere dayatılandan farklı bir şeyler söylemeye çalışanları karalamak yerine yapılan işin hakkını vermek lazımdır. 10 – 15 tane markayla bütün dünyaya dayatılan tektipleşme ideolojisinin en büyük destekçilerinden biri de sinemadır. Hollywood endüstrisinin “Amerikan hayat tarzını ve küresel hegemonya”nın düşünce sistemini kimi zaman açık açık kimi zaman alttan alta izleyicinin zihnine kazımak için büyük ölçüde kullanıldığını biliyoruz. Burada ağırlığı “Beyaz Adam”ın insanı ve kültürü ortadan kaldırarak “uygarlık” getirdiği ya da batılı hayat tarzının alternatifsiz sunulduğu “işler” oluşturuyor.
SENİN KAHRAMANIN KİM?
Biz yıllardan beri kendi kahramanlarımızı tanımadığımızı, tanıtamadığımızı, onları yeni yetişen nesillerimizin kafasında canlandıramadığımızı söyler dururuz. Bize dayatılan tektipleştirmeye karşı durabilmek, kendi kimliğimizin devamını sağlayabilmek için gerekirse sanal kahramanlara karşı sanal kahramanlar üretmeliyiz. Harry Potter, Rambo, Rocky, Terminatör, Süpermen, Batman, He-Man, Spiderman gibi isimlerin ve kahramanların arkasından ben-sevici bir dünya görüşü kafalarımıza boca ediliyor. Bütün bu “olağanüstü” man ve men’leri çocuklarımızın zihninden men etmek için kendi kahramanlarımızı işlemeli ve sunmalıyız.
Türkiye’de ise sinema asla bir orijinaliteyi inşa etmek ve bunu izleyiciye sunmak anlamında düşünülmedi. 1.5 veya 2 saat içinde çok şeyler söyleyebilecek bir sinema dili geliştirilemedi. Bunun sebebi bu alanda da temel değerlerimizin ve kültürümüzün es geçilmesiydi. Geçmişte bazı istisnalar haricinde, hep aynı hikâyelerle sadece konaklarda ve köşklerde geçen, Türk toplumunun gerçek meselelerine, gerçek gündemlerine hiç temas etmemeyi şiar edinen bir sinema anlayışı vardı. Son yıllarda yegâne hedefi gişe geliri olan birçok “komik” film ön plana çıktı. Fakat bunlar Türkiye’nin kültür sanat dünyasında “bir şekilde” söz sahibi olan dost ve arkadaş çevreleriyle bağlantılı olunca doğru dürüst eleştirilmediler. Bu eleştirilmeme hali, “kandırmaca” sahiplerinin yaptıkları işe yüzeyselliğini ve kalitesizliğini bile bile müthiş bir ben-sevicilikle arka çıkmalarını getirdi. Ölçüleri kişiden kişiye değiştiren anlayışın mahiyetini ya çıkar ilişkileri ya da insanın psikolojik dengesini kaybetmesiyle açıklayabiliriz.
KORKU İLE ÜMİT ARASINDA…
Bu vesileyle “havf u reca”yı yani kültürümüzün temel direklerinden olan “Korku ile ümit arasında olmak” ölçüsünü hatırlamalıyız. Bilgi posalarının bombardımanına tutularak şuur ve duruş zaafiyeti gösterdiğimiz bir zamanda “korku ile ümit arasında olmak”, o dengeyle yaşamak artık çok daha önemli. Çünkü şimdi “Herkes Kendinden Emin”... Ve maalesef yabancılaşmanın doğurduğu bu hal bambaşka mecralara çekilerek insanın kendi ayakları üzerinde durmasıyla, motivasyonla, kişisel gelişimle açıklanmaya çalışılıyor. Ataklık, girişkenlik, liderlik nutuklarıyla düzmece iletişim modelleri piyasaya sürülüyor. Herkes iletişimin öneminden bahsettiği halde insan ilişkileri büyük ölçüde birbirinin hatasını kollamaya, birbirini yermeye küçük düşürmeye ve dalga geçmeye dayanıyor. Oturmayı kalkmayı bilmeyen; aklın, zekânın ve tecrübenin birlikte yoğurduğu iki cümleyi üst üste kuramayanların “iletişim dehası” olarak tanındığı bir ortamda yaşıyoruz. Emin olunması gereken bir şey varsa o da yerlilik iddiasının gerektirdiği “donanım”ın insanı gerçeklerden ve düşünmekten uzaklaştıran bir gaflet hali’yle sağlanamayacağıdır. Merak duygusunu, düşünce cehdini, araştırma ve öğrenme isteğini kaybederek “Tarihin Sonunu Getirdik!” deyip dünyanın sonunu getirmeye kalkışanlara karşı durulamayacağı bilinmelidir…