Başbakan Erdoğan’ın argo konuşma üslubu yine gündeme oturdu. Kimileri Tayyip Erdoğan’ın bir çiftçiyi “Artistik yapma lan” diye azarlamasını normal karşılıyor. “Başbakan’ın üslubu bu, alışmamız lâzım” diyorlar. Herkes, yalakalığının ölçüsünü kendi belirliyor. Bize söz söylemek düşmez. “Lan” tartışması çiftçinin ve halkın belirlediği bir gündem.
Bir de Başbakan’ın kendi belirlediği gündem var; Danıştay’ın başörtülü bir öğretmen hakkında verdiği karar.
Kararın savunulacak hiçbir tarafı yok. Mesleği, işi, kariyeri ne olursa olsun, insanların sokaktaki ve evdeki giyim kuşamına karışmak, tek kelimeyle ayıp…
Hukuki açıdan da çok farklı yerlere çekilebilecek ve çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir karar. Hukukun temel gayesi toplumda barışı ve huzuru sağlamaktır, bozmak değil… Hiç kimse bu kararın topluma barış ve huzur getireceğini söyleyemez…
“AB yiyecek ekmeğimizden giyeceğimize, hatta kimlik kartımıza kadar her şeyimize karışıyor. Devletin bir kurumu olan Danıştay da biraz karışmış çok görmeyin” deseniz de doğru değil…
Benim dikkat çekmek istediğim konu ise çok farklı…
Malum çevreler tarafından Türk Ceza Kanunu’nun “Türklüğe hakaret” suçunu düzenleyen 301. maddesinin kaldırılmasının istendiği günlerde Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in bir açıklaması olmuştu. O gürültüde kaynayıp gitti…
Bakan Çiçek, TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmesini isteyenlere, “Yargıtay’ın içtihatlarını beklemek lâzım. Ona göre gerekirse değiştiririz” demişti…
Kısacası Adalet Bakanı Çiçek, yasamanın düzenlemesi gereken bir konuda topu Yargıtay’a atmıştı. Olacak şey mi bu!
Türkiye’de kuvvetler ayrılığı var. Meclis kanunları yapar, yürütme yani hükümet uygular, yargı da denetler…
Adalet Bakanı ise yasamanın işini yargıya havale ediyor.
Bu olayın birinci garip yönü…
Olayın ikinci yönü ise…
Topu yargıya havale eden hükümet yetkilileri, yargıdan istemedikleri bir karar çıkınca kıyameti koparıyorlar. Yargıyı ve Yargıtay’ı hedef alan açıklamalar, ağır eleştiriler bitmek bilmiyor…
Bunun son örneği yine Yargıtay gibi yüksek bir yargı organı olan Danıştay’ın başörtüsü ile ilgili verdiği kararda yaşanıyor…
Topu yargıya atıyorsun, yargıdan istemediğin bir karar çıkınca kıyameti koparıyorsun. Bu hangi akla, hangi mantığa sığar…
Daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin başörtüsü ile ilgili verdiği kararda da aynı gariplikler yaşanmıştı. AKP iktidarı, uluslararası sözleşmeler ile AİHM’nin kararlarını, kanunlarımız ve Anayasamızdan üstün tutacak şekilde değiştirmişti. Sonra da kalkıp AİHM’nin verdiği kararı eleştirmişlerdi.
Olayın üçüncü yönü ise daha da dramatik…
Müdür olarak ataması yapılmayan öğretmen, idareye karşı dava açmıştı. İdare mahkemesinde de davayı kazandı. Ancak Başbakan Erdoğan’ın başında bulunduğu yürütme organı yani idare, öğretmenin kazandığı bu davayı temyiz etti…
Başka bir deyişle Başbakan Erdoğan’ın başında bulunduğu idare, beğenmediği kararı Danıştay’da “bozulsun” diye temyiz ediyor. Temyiz etmese karar kesinleşecek ve Danıştay’ın böyle bir karar alma imkânı kalmayacak.
Danıştay 2. Dairesi de Başbakan’ın başında bulunduğu idarenin isteği doğrultusunda kararı bozuyor.
Başbakan’ın başında bulunduğu idare, davayı kazanıyor ama Başbakan bu davayı kazandığına sevinmiyor. Aksine çok kızıyor, köpürüyor.
Diyeceksiniz ki, bu dava belki de Tayyip Erdoğan başbakan olmadan önce açılmış ve temyiz edilmişti. Olabilir…
Ama mahkemede feragat (davadan vazgeçme) denilen bir usul var. Başbakan’ın hukukçuları bunu bilmiyor mu?
“Efendi, bu senin işin değil, Diyanet’in işi” diye Danıştay’a köpüren Tayyip Erdoğan’a soruyorum:
Gerçekten bu iş Diyanet’in işi ise elinde Anayasa’yı bile değiştirecek bir çoğunluk varken bu düzenlemeyi bugüne kadar niye yapmadın? Necmettin Erbakan’ı hapisten kurtarmak için hemen yasal düzenleme hazırladın. Başörtülü öğrenciler ve sokaktaki başörtülü insanlar Erbakan kadar önemli değil mi? 3.5 yıldır niye bekledin?
Sayın Başbakan…
Davul da senin elinde tokmak da… Niye kötü çalıyorsunuz diye etrafa kızıp köpürüyorsun…
Umarım insanlarımız da bu gerçekleri görür…