Bu sözcük, yani “değiştim”sözcüğü son üç yılda en çok kullanılan, hatta sakız edilen kelimelerden birisidir. “Değiştim” sözcüğü, Recep Tayyip ile ekibini aklayıp, paklamak ve onları, kendi çıkarları uğruna kullanmak adına, medya kartellerince gündeme getirilmedi mi?
Hatırlayın! Üç-beş yıl öncesini... Değişmek hayatın her evresinde, her zaman biyolojik anlamda istesek de oluyor, istemesek de...
Malumunuz saçlarımız uzuyor, kesiyoruz. Hatta bazılarımızın da, ilerde ki yaşlarında, kesilecek bir tutam saçı bile kalmıyor. O zaman da, gönül rahatlığıyla diyebilirsiniz: “Bakınız! Ben çok değiştim. Kafam eskiden saçım nedeniyle orman gibiydi; şimdi ise saçlarım kalmadığı için, tam bir havaalanı...” Bu durum, fizyolojik görünüş anlamında değişme değilse, acaba nedir? Erkeklerde süreç içersinde; sakalların, bıyıkların çıkması; kızlar da ise göğüslerin oluşması, yaşlanınca da insanların yüzünün, boğazlarının, ellerinin kırış kırış olması ve gözlükler ile takma dişlerin varlığı ve bir sürü ameliyatlar ya da vücuttaki kiloların fazlalaşması, değişmek değil midir?
Değişmek, gerçekten tüm hayatımızın, çok ama çok önemli bir noktasını oluşturur. Hepimiz biyolojik manada, değişime kaçınılmaz anlamda, yaşadığımız süreçte uğrayacağız. Aynı zamanda, yaşadığımız bu hayatın bazı kesitlerinde; sosyolojik, pisikolojik ve ekonomik manalarda da değişime uğrayabiliriz. Bunun en bayağı görüneni, sadece çıkara yönelik olarak, politik manada olanıdır diye, düşünmeliyiz?
DEĞİŞMEK-“DEĞİŞTİM”-DEĞİŞEMEZ
“Değişmek” sözcüğünün, fizyolojik açıdan, zamana göre mekan boyutunda matematiksel analizini yaparsak; olayın geyometrik ve aritmetik yönlerini kolayca algılayabiliriz. Bu bakımdan da, iki yönde gitmemizde fayda vardır. Buna göre, yaşanılan zamana yönelik mekansal geyometrik düzlemde, “değişmek” kavramının, üçlü boyutunu kolayca görebiliriz. Bu boyutun birinci kısmı, “dün”; ikinci kısmı “bugün”; üçüncü kısmı ise “yarın” olgusundan geçer.
“Değişmek” sözcüğünü, matematiğin aritmetik boyutuna da indirgersek, değişmenin ya da değişken olmanın, belirli bir tabanının olduğu ve bu tabanda da, yine belirli ölçülerinin bulunduğunu kolayca görebiliriz.
Buna göre canlılar için, “değişmek” eyleminden, başka, bir de “değişmezlik” konumunun olduğu da kolaylıkla fark edilmelidir. Bu durum, canlılara yönelik değişmenin, aritmetik ya da diyalektik anlamında ki zıtlığının veya karşıtlığının doğal bir göstergesidir. Yani, bir canlının fizyolojik konumunun belirlenmesindeki süreçlerden kaynaklanan değişime uğramasının yanı sıra; bunun zıttı olarak da belirli ve de sabit anlamda, özünde bir “değişmezlik” olgusunu da içerdiği hususu unutulmamalıdır.
Yukarıdaki bu cümle ve bu cümledeki ifade sizi şaşırtmasın! Cümleyi iyice okuyunuz ve bu bağlamda aşağıdaki gibi yorumlamaya çalışınız.
Bu durum, yaşanılan ya da yaşanılacak olanla; yaşanmış ve de bitmiş olanın karşıtlık ilişkisinden türemektedir. Yani, bütün insanlar için, pek çok şey değişse de ya da değişkenlik arz etse de; hayatta değişmez ve de değişemez bazı gerçekler de her zaman varolacaktır. Bu değişmez ya da değişemez olan gerçekler, yaşanılan zamanın bir önceki kesitinden türer. Yani geçmişin tarihsel olgularından, dolayısıyla da atalara yönelik konumlardan kaynaklanır. Tüm bu tespitler, yaşanılan zamana göre bitmiş ve geçmiş zamanı belirttiği için, artık o zamana yönelik değişmezlik de yerli yerine oturmuştur. O geçmişte kalan zamanı değiştirmek mümkün değildir. O zamanın kesiti, bize değişmezliğin özünü verir. Her şeyi değiştirebilmeniz yaşanılan sürece yönelik çalışmalarla mümkün olmaktadır. Yaşanmış sürece yönelik tespitler sonuçlanmış olduğu için, kuramsal olarak ve fizik ötesi düşünsel derinlikler de hesap edilerek değişime yönelik yorumlar yapanlar çıkarsa, bu durum da ilahi iradenin insana yönelik günah ve sevap olgularını tekrar tekrar düşündürür ki, bir Müslümanın bu durumu inancı gereği de tasavvur etmesi mümkün değildir. Eğer geçmişe yönelik insan kaynaklı bir değişimin söz konusu olması dahilinde, pek çok kişinin hatalarına dönmeleri söz konusu olur, bu durum da inançların temelini alt üst eder. Geriye dönüş ve değişim, İslam inancı gereği tek noktada mümkündür. O da insanın Allah önünde geçmişinin muhasebesini vermesi noktasındadır...Öyleyse, yaşadığımız süreçteki geçmişimiz, bu dünyadaki hayat itibariyle değişmezlik arz eder.
Recep Tayyip Efendi ve şürekası için, sürekli olarak, toplumu yönlendirmek için değişmiş deniliyor. Onlar geoyometrik dünya düzleminde, dünkü günlerini, bugünkü günleri için kabul etmeyebilirler. Fakat; analarını, babalarını, dayılarını, teyzelerini, amcalarını, halalarını ya da atalarını değiştirebilirler mi? Sıkıysa, değiştirsinler de görelim!
Değişmez boyut, bu anlamda tarihsel olanı içerir. Her şeyin değiştiği ya da değişebildiği ortamlarda, elbette değişmez yönlerin var olduğunu da, özellikle belirtiyoruz... Bunları istesek de istemesek de, yaşanılan ya da yaşanmış olan gerçekler olarak kabul etmek zorundayız. Nedir bu durum ve gerçekler? Bunlar, daha önce de belirttiğimiz gibi, soyumuza yönelik olan durumlardır. Bu anlamda, Recep Tayyip Efendi değişmiş midir? Değişebilir mi? Değişebilmesi mümkün müdür? Diyoruz ki, değişemez, değişmesi de mümkün değildir. Zaten Recep Tayyip Efendi, pek çok saha da değiştim derken; özellikle bu konuda, yani soya dönüklük düzlemde, millet kavramlarına yönelik olarak değişmediğini, değişemeyeceğini açıkça beyan ediyor.
Bu ülkedeki bazı kişiler de, bunlardan sözde Türk ve hatta sözüm ona özde Türk olanlar(!) dahi, Recep Tayyip Efendinin kendisine, Türk’üm demesini ya da Türk olarak nitelemesini bekliyorlar. Onlar, ya aklın çıkar boyutunu ya da hayal boyutunu benimsedikleri için mi bu yoldalar? Sanki Recep Tayyip, Türküm dese ne olur, demese ne olur? Türk milleti dün de vardı, bu günde var. Doğaldır ki, yarın da var olacak! Recep Tayyip, günümüzde bazı güç odaklarının paralelliği çerçevesinde, bir şey söylüyor da olabilir. Onun söylediği şeyler, genel itibariyle Türk milletinin geleceği için yenilir, yutulur lokmalar da olmayabilir. Yiyenler ve yutanlar varsa, o şahıslar için o lokmaların hazmının da zor olacağını ve ileri de belki de, fikir kabızlığına da düşüp, ıstırap çekmelerinin de kaçınılmaz hale geleceklerini, onlara şimdiden hatırlatmak lazımdır. Yarın ki günlerde, o şak şakçılar eliyle Recep Tayyip Erdoğan, başka başka şeylere de tutunup bir daha “değiştim” diyebilecek mi? Türk milletinin saf yurttaşları, elbette bugün için onun bu ülkedeki bazı tahribatlarını anlamıyor olabilirler. Fakat bizler çok iyi anlıyoruz. Tayyip Efendi şunu unutmasın ki, kendisini en az çevresi kadar tanıyoruz. Yanındaki kol verdiği, bazı Kürt kökenli danışmanlarını da, çok iyi biliyoruz. Bizim bunları bildiğimizi ve de ölümümüze kadar da bu acı gerçekleri unutmayacağımızın da bilinmesinde yarar vardır diyoruz...
Bize göre, Recep Tayyip’in Türk’üm dememesi konusunda, özellikle büyük Türk milleti için, çok büyük hayırlar vardır. Kaldı ki, her hangi bir kişiyi, dahil olmadığı, kabullenemediği bir topluluğa sokmak, pek akılcı bir şey olmasa gerekir. Bunun tersini düşünüp de, kısa günün karı olarak olumlu bakanlar olabilir; ama yarınlarımız için bu durumlar, çok olumlu olmayacaktır. Nitekim Recep Tayyip Erdoğan, önümüzde varlığı ve yaptıklarıyla oturmuş, nadide açılmış bir örnektir...
Diyoruz ki, “değiştiği” söylenen Recep Tayyip’in, değişmediği en önemli husus, içindeki “Türk” fobisidir. Bu manada değişmediğini ve de değişemeyeceğini de biliyoruz.
Yakın maziyi hatırlayınız! Almanya’da 1993 tarihinde, Recep Tayyip Efendi şu sözleri söylememiş miydi?“İşte bak! Şu anda Türkiye’yi paramparça ettiler. Neden? Sen yıllarca ille de ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ dersen, kaidedir ki, etki tepkiyi doğurur.”
“Ne Mutlu Türküm Diyene”, diye bildiğimiz bu yüce sözleri, kim demiş? Atatürk dememiş mi? Atatürk’ün kurduğu bu ülkede, Başbakanlık makamına kadar çıkma ya da çıkarılma becerisine sahip olan bu şahıs, bu sözleri Atatürk’ün söylediğini bilmiyor mu? Elbette biliyor. Her zamanki gibi, işine geldiğince konuşuyor.. Biz de bir Türk olarak, bu sözlerin ölene kadar da arkasındayız. İnanıyorum ki, bu sözlerin arkasında, benim gibi çok sayıda, insan da var. Bizlerin talihsizliği, ülkemizde öksüz gibi kalmamız, bizler gibi düşünenlerin, karşımızdaki güçler kadar organize olamayıp birleşmemizden kaynaklanmaktadır.
Tayyip .Erdoğan, 6 Aralık 1997 tarihinde karısının memleketindeki konuşmasında da:
‘Türkiye’de düşünce özgürlüğü yok ve ırk ayrımı yapılıyor (...)Türkiye’deki ırk ayrımına kesinlikle son vereceğiz (...)Türkiye’deki ırk ayrımına son vereceğiz. Bunu bu hale getirenler utansın”dememiş miydi?
Recep Tayyip Erdoğan’ın, dünkü süreçte, yani; 1993 yılında ve 1997 yılında, Türk kelimesinden rahatsızlık boyutu o kadar ileri derecedeydi ki, bunu her ortamda dışa vurmuştu. Günümüzde de bu konudaki dozajı daha da arttırması, Türk kelimesini alt-üst kimlik kargaşasına sokması da, bu anlayışın izlerini taşıyor olmasın sakın! O zaman kesinlikle diyebiliriz ki, Recep Tayyip Erdoğan değişmemiştir. Hangi konuda değişmemiştir? Türk kavramına bakışı hususunda, hiç ama hiç değişmemiştir. O, 1993 ve 1997’deki bilinen söylemlerinin izinden halen gitmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ı yönlendirenler arasında, onun çevresindeki Zapsu ve Fırat gibi danışmanları da vardır. Hatta bu danışmanlardan Zabzu ile ilgili görüntüler, karikatürlere dahi malzeme olmuştur. Acı olan nokta ise, geçmişte dava dava diyen ve de o şekilde mücadele ettiğini beyan eden, bazı kişilerin dahi, Recep Tayyip’in çevresinde ya da partisinde bulunmasıdır. Bunlar arasında bakanların, bürokratların, öğretim üyelerinin, gazetecilerin, belediye başkanlarının ve başka boyutlarda görev alanların da olması, bize şunu hatırlatıyor, paranın ve çıkarın yumuşak yüzünün olduğu, makamın cazibesi ve her şeyden de öte, insanoğlunun çiğ süt emmiş olması gerçeğini...Bu adamların, Türk milletine mensubiyetleri ya da geçmişteki dava hikayeleri, demek ki, tam anlamıyla çıkarbazlık temelindeymiş. Bu gibi kavramları da, ülkemizde yeni yetişenlerin, çok iyi algılaması lazımdır.
Recep Tayyip Türk kelimesini,özellikle dilinden uzak tutmaya gayret ediyor ya da yuvarlak laflarla geçiştirmeye çalışıyor. Bizlerin de bu durumu, Türk oğlu Türküm diyen herkese, her fırsatta, her zaman aktarmamız ve şahsın gerçek anlayışını da ortaya koymamız lazımdır. Recep Tayyip aynı zamanda, Atatürk kelimesinden de büyük ölçüde kaçmıyor mu? Bu kelimenin içinde Türk var diye mi, bu kelimeden kaçıyor? Siz Tayyip Erdoğan’ın kaç kere Atatürk dediğini duydunuz? Bir yerlere yazınız. Aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın Türklüğe bakışının hep sabit olduğunu, bu bakışın hiç değişmediğini ve eline geçirdiği fırsatta da, Türklük kavramı üzerine kendi bildiğince yürüyüp durmaktadır. Bu duruş size göre olumlu mudur?
O, DEĞİŞEMEZ! ÇÜNKÜ!!!
Günümüzde bu ülkede yaşayan, özellikle de isimleri bizler gibi olan ve yaşadıkları ortamları da çevremiz olarak kabul edeceğimiz bazı kişiler, Recep Tayyip Erdoğan gibi düşünüyor olabilirler. Onlar, başta Türk, Türklük ve de Atatürk gibi bazı değerleri de hazmedemeyebilirler. Bilakis, bizim bu çeşit şahıslara, bu değerleri benimsetme diye bir düşüncemiz olmamalıdır. Çünkü, böylesi önemli kavram ve değerleri kabul etmeyen insanları, özellikle baş tacı olarak kabul etmeme bilincine, Türk milletini sokmalıyız. Bu işin en önemli yönü ise, Türk milletinin ekonomik gücünün, olumlu bir noktaya doğru yönlendirilmesi gerçeği ile ilgilidir. Şurası kesinlikle unutulmamalıdır! Türk milletinin bu ülkedeki güçsüz duruma düşmesi, düşürülmesi ekonomik örgütlenmeyi bilmemesi, daha da acı olan yön, özellikle öğretilmemesi gerçeğinden geçer. Bizler bu işi, akılcı olarak düşünmeli ve o şekilde çözmenin zorunluluğunu anlamalı ve de Türk milletine anlatmalıyız. Peki niçin? Şimdi de, onu analiz edeceğiz. Yani, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türklük kelimesi üzerinde, kimlik bazında oyunlar oynatması gerçeğini anlamalıyız. Onun Türk milliyetçiliği konusuna bakış açısının ne 1993’te, ne 1997’de ne de 2006’te olumluluk anlamında değişmeyeceğini görmeliyiz. Onun kendisine, Türk diyememe gerçeğini, sadece “İslamcı” kavramıyla da çözemeyiz. Zira Peygamberin bile “Ben Arabım” dediğini söyleyenler olduğuna göre, bizler ve sizler gibi Müslümanların da, milliyetlerinizi kolayca beyan ettiğinize göre, demek ki Recep Tayyip’in İslamcı çizgisi de bunu kapsayamaz.. Kaldı ki, değiştiğini söyleyen Recep Tayyip Erdoğan ve onun medyada yalakalığını yapan, ona göbekten bağlı yeni liberaller, komprador kapitalistler, dönek komünistler ve kıronik ateyistlerden bazıları da, Tayyip’in döndüğünü, İslamcılığı bıraktığını söylemiyorlar mı? Demek ki Tayyip’in ‘Türk oğlu Türküm’ diyememesinde, İslamcılık anlayışı bu manada bir gerekçe teşkil edemez. Ya da etmemesi gerekir. Bu konuda Abdül Melik Fırat dahi, örnek verilebilir. Bu adam, Şeyh Sayit’in torunu değil midir? Aynı zamanda bu şahıs, İslami değerlere de uzak değildir. Fakat ne hikmetse, bu şahsın ülkemizdeki bütün yaklaşımları, Kürtlük ya da Kürtçülük üzerinde belirmektedir. Niçin? Üstelik kendisi, Müslüman olduğunu söylemiyor mu? Müslümanlık Abdülmelik Fırat’ın Kürt’üm demesini engellemiyorsa; Tayyip Efendinin kimliğini göğsünü gere gere, avazı çıktığı kadar ve delikanlıca söylemesini mi engelliyor. Ben bir Türk olarak bağırıyorum: “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”
Demek ki, Recep Tayyip Erdoğan Türk kavramına bakışını 1993,1997 ve 2006 sürecinde değiştirmemiştir. Kısaca ve özellikle Recep Tayyip, bu açıdan bakıldığından hiç ama hiç değişmemiştir. Öyleyse bu konuda, Tayyip Efendi niçin değişemiyor? Bu da gayet basit. Çünkü, yukarıda açıklamış olduğumuz, “değişmek” sözcüğünün, karşıtı olan “değişmez”lik boyutuyla, Recep Tayyip’in durumu izah edilebilir. Yukarıda kelimenin, diyalektik anlamda değişmezlik boyutunun, tarihsel süreci ve soylarla ilgili konumu içerdiğini söylemiştim. Bu durumda, Recep Tayyip Erdoğan, acaba soyu açısından mı bir endişe içersindedir? Çünkü, Recep Tayyip Erdoğan’ın orijini açısından bu ülkenin basınında söylenen sözler vardır.
Örneğin, ülkemizde yayınlanan “Haftalık”adlı derginin 23-29 Aralık 2005 tarihli ve 142 numaralı sayısının yirminci sayfasında, Recep Tayyip Erdoğan hakkında, şöyle bir bilgi verilmektedir: “Bu arada alt-üst kimlik tartışmalarını alevlendiren Başbakan Erdoğan da Gürcü asıllı olduğunu beyan etmişti.”
Recep Tayyip Erdoğan, bu haberi yalanlıyor mu? Ya da “ben “Gürcü” kökenli değilim”, diyebiliyor mu? Biz bu ülkede, Türklerin dışında da, elbette başka toplulukların var olduğunu biliyoruz. Bu ülke zaten, Osmanlı Devleti’nin bir kısım arazisi üzerinde kurulduğu için, değişik topluluklar ve kültürler de o anlayışın mirası olarak üzerimize kalmıştır. Fakat, Türk milletinin dünya üzerindeki sonsuz hoşgörüsü ve anlayışı, her zaman için Recep Tayyip Erdoğan ve benzerlerinin ülkemizin en üst makamlarına çıkmasına engel olmamıştır. Gidin bakalım Gürcistan’a kaç tane Türk benzer makamlara çıkabilmiştir? Bir araştırın! Sakın ha! Sanmayın ki Gürcistan’da Türk yoktur! Gerçi Ahıskalıları vatanlarına döndermiyorlar, ya Borçalılar oradaki Karapapaklar Türk değil mi? Elbette Türk! Bunlardan kaç kişi, Gürcistan yönetiminin hangi kademesinde yer almıştır? Var mı tanıdığınız, duyduğunuz? Varsa bize de söyleyin! Biz de öğrenelim!
Örneğin size basit bir demokrasi sorusu. Gürcistan Cumhuriyetinin en az yüzde onuna yakın bir nüfusu oluşturan Borçalı Türklerinden bir kişi, Gürcistan’da Başbakan olabilir mi? Niye olamıyor? Orada Gürcülerin Türklere hoş görüsü mü yok? Yoksa Gürcü devletinin derin devlet anlayışı mı bu şekildeki oluşumlara izin vermiyor? Ülkemizdeki bazı insanların da, farklı kümelerden gelip, görevler alması da, söz konusu olmuştur ve de olmaktadır. Fakat, farklı kökenden gelip de, bu devletin çoğunluk unsuru olan Türk milleti üzerinde oyunlar oynanması, elbette kabul edilecek şeyler değildir. Bu durumu bazılarınız da şöyle yorumlayabilir: “siz isteseniz de istemeseniz de, Türklük aleyhine olumsuzluklar gelişiyor”. Bu tespit, yakın geçmişimiz ve günümüz için doğru bir tespittir. Türklük aleyhine oluşan ya da kurgulanmış olan her türlü olumsuzluğu, benim gibi üç beş kişinin durdurması elbette şu an için, bu ortamda mümkün değildir. Oysa, bu ülkenin çoğunluğu Türk olduğuna göre, bu da bilindiğine göre, buradaki çıkmaz sokağın en önemli durumu, bazılarınca Türk milliyetçiliğinin yanlış algılanması, yanlış oyuncu ve kadrolarla sahalara sürülmesi ve yanlışlıkların da birikip, bu günlere gelinmesiyle orantılıdır. Biz yazılarımızda özellikle ve sadece, Türklüğün üzerine dış düşmanların çorap ördüğünü söylemiyoruz. Bilakis, örülen bu olumsuz çoraba, pek çok Türk de kanarak ya da kandırılarak alet olmuştur diyebiliriz. Bu konudaki en önemli örnek ise, Türk-ABD ilişkileridir. Yine konuya yönelik olarak şöyle bir örnek geliştirmek istiyorum. İstanbul’da Osmanlı döneminde tulumbacılar denilen ve yangınları söndürmekle görevli olan bir sınıf vardı. Varsayalım ki, kötü niyetli birisi şehrin bir semtinde yangın çıkarmış olsun. Diyelim ki, tulumbacılar da o bölgenin Eminönü semti olduğunu öğrenmiş bulunsunlar. Bölgedeki bazı tahta evler de tutuşmuş, şehirdeki tulumbacılar, yangını söndürmek için can havliyle bölgeye koşmuşlar. Yollar daracık, kargacık burgacık, gece zifiri karanlık ve de yüzlerce sokak ve binlerce evin arasından geçe geçe ilerlemişler. Bazen önlerine sözde iyiliksever birisi ya da birileri çıkıyor, dar olan sokaklardaki gidiş güzergahını, yanıltma boyutunda gösteriyorlar. Tulumbacılar yollarını uzata uzata, elbette eninde sonunda gerçek hedeflerine ne olursa olsun varacaklardır. Fakat, yangın tüm semti harap edecektir. Sonuçta, böylesi yangınlarda dönemin tahta evleri kül olur ve o evlerdeki değerler ve birikimler de aynen yok olur. Şimdi alınız bu yangını, günümüzün siyasi sürecine oturtunuz. Türk milliyetçilerini, yangını çıkaranları, yolu şaşırtanları, evleri ve evlerdeki değerleri ve muhakkak ki olay anında ölenleri de hesap edip, aritmetiğin dört işleminden birisi olan, bölme işlemini oluşturunuz. Buna göre, böylesi bir olayda, kimdir bölen? Kimdir bölüm? Kimdir bölünen? Nihayet açıkta kalan var mıdır? Eğer varsa bunlar kimdir ya da kimlerdir? Arkadaşlar! Yolun kolayını seçip, çözümü sürekli kendi dışınızdaki insanların üzerine yıkarak, çözdürmeye çalışmayınız ya da olayı basit bir şeymiş gibi geçiştirmeyiniz! Bu çeşit bölme işlemlerinde, kim kimdir? İyice düşününüz ve soruyu her yönüyle algılayınız! Elinizi, taşın altına koyunuz! Yanlış taşların altına koymayınız! Koyanları da, koyduranları da uyarınız! Yoksa, sadece eliniz kangren olmakla kalmayabilir. Bütün bir bedeniniz de, elden gidebilir. Şunu unutmayınız! Türküm, Türk oğlu Türküm diyorsanız; bizler artık bu ülkede, eğik değil dik, hatta diklikten de öte, dimdik olmalıyız... Bu ülke her şeyiyle milletimizindir, öyle olmalı ve öyle de kalmalıdır!