Türkiye ‘saç baş’ muhabbeti ile uğraşa dursun, Danimarka’da bir gazetede yayınlanan çirkin karikatür tüm dünyada Müslümanları ayağa kaldırdı. Eylemler, gösteriler, yakıp yıkmalar ve sağduyu çağrıları…Dikkat edilirse İslamiyet’e yönelik köklü projeler genelde Türkiye üzerinden yürütülüyor. O iğrenç karikatüre en az tepkinin Türkiye’de gösterilmesi ve ‘demokrasi cemaatleri’nin çıt çıkarmaması ise ne yazık ki, mayanın tuttuğunu gösteriyor…
Eski mahallemden Hacı Murat’ın büyük oğlunu televizyonculara cevap yetiştirmeye çalışırken görünce hayli heyecanlandım… Saçına sakalına aklar düşmüş… Demek 30 yıl önce kuzukulağı topladığımız, gölgesinde mevsimler değilse de çok vakitler dinlendiğimiz ‘O ağacın altı’na bitişik Subaşı Camisi’nin imamıymış… Oradaki çeşmeyi çok sonradan hatırladım… Şimdi talan edilmiş Çamlıca’nın o hali gözlerimin önüne gelince, daha neler neler takıldı belleğimin ağlarına… Aslında dünyanın ne denli küçüldüğünü, başka bir ifadeyle dünyanın başımıza çoraplar örmek için ne denli burnumuzun dibine kadar sokulduğunu hissettim… E, siz evham da diyebilirsiniz… Ben yine de Subaşı Cami vak’asına etliye sütlüye dokunmadan kuşbakışı bir göz atmak istiyorum…
Adı geçen camide kadınlı erkekli bir gurubun namaz kılması, memleketin gündemine bir anda düşüverdi. Başı açık, elleri belden bağlı hanımların künyesi ortaya saçılınca da insan ‘merak saikıyla’ da olsa kulak kabartıyor. İmamı, çocukluğumuz aynı semtte geçtiği için o yıllardan tanırım. Diğerlerine gelince…
En ünlüleri malum, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarından Cüneyt Zapsu’nun eşi Beyza Zapsu… Dolayısıyla onu eşinden dolayı tanıyoruz…
İlk şaşkınlığın ardından ortaya atılan ‘Melamilik’ kavramına ise kitaplardan aşinayız. Yanlız burada bir çelişkiye dikkat çekmek için, Şarkiyat biliminin usta kalemlerinden Abdulbaki Gölpınarlı’nın, ilk baskısı 1931’de yapılan ‘Melamilik ve Melamiler’ kitabına bir bakmak gerek. Kitabın tıpkıbasımına yapılan tanıtımda aynen şöyle deniliyor: ‘Melamilik, tasavvufa ve tarikata karşı, İslamiyet’in ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve yüzyılımıza kadar devam eden bir reaksiyon… Sufilerin bir kısmının ‘en yüksek makam’ saydığı, bir tür gizli inanç sistemi… ‘( Pan Yayınları –Gri Yayın Dizisi Tıpkıbasım: Ekim 1992)
Evet, ‘Melamilik’ bir tür gizli inanç sistemi… Bu gizliliği deşifre etmelerini grubun paniğine mi yormalı, yoksa başka bir neden mi aramalı?
Kişisel hiçbir takıntım olamayan gruptakilerin ikinci savunmaları ise ‘Atatürkçü’ oldukları yolundaki açıklamalarıydı… Ki bu da artık bir ‘savunma’ refleksi’ni ortaya koymaktan, kendilerine sığınacak bir yer aramaktan başka bir şey ifade etmiyor olsa gerek… Ne gariptir ki, Bayan Zapsu da, grubun liderinin kızı da ABD ile pek içli dışlı bir görüntü veriyor. Örneğin şahsın kızı bir Amerikalı ile evli. Bayan Zapsu’ya gelince… Çamlıca Subaşı Camii’nde kadınlı erkekli namaz kılan gruptan imama gidip ‘Cuma’yı ben kıldırayım. Türkiye’de bir ilk olsun’ diyen Beyza Zapsu’nun Sağlık ve Eğitim Vakfı’na ait (SEV) olduğu öne sürülen Üsküdar Amerikan Koleji’nden mezun olduğu belirtiliyor. Kolejin adı geçtiğimiz aylarda yayınlanan MİT raporunda geçiyor. Raporda okul, Protestanlık propagandası yaptığı ileri sürülen Amerikan Bord Heyeti’nin misyoner faaliyetlerde bulunulduğu iddia edilen kuruluşu Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV)’nın sahibi olduğu okullardan biri olarak yer alıyor. Dünya Kiliseler Birliği’nin Türkiye’deki kolu olduğu ileri sürülen Amerikan Bord Heyeti, MİT raporuna göre Protestanlığı yaymak için SEV’i kullanıyor.(http://www.haber10.com)
Olay yakın tarihte geçtiği için birkaç tanıdık sima daha çıkıyor karşımıza… Adnan Odabaş ve Türkan Saylan bu simalardan ikisi. Adnan Odabaş, yaz boyunca tonlarca kitabı şehir şehir gezip bedava dağıtan ve misyonerliğin ülkemizde kat ettiği merhaleye dikkat çeken bir gazeteci. Üsküdar Gazetesi’nin sahibi…
‘‘Odabaş, Sağlık Eğitim Vakfı’nın (SEV) aleyhine açtığı 30 bin yeni liralık tazminat davasından Milli İstihbarat Teşkilatı raporu sayesinde kurtuldu. Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, Odabaş’ın SEV’in ‘misyonerlik yaptığı’ yönündeki iddialarını MİT’e sordu. Kurum gazetecinin iddialarını doğrulayınca mahkeme tazminat talebini reddetti. Adnan Odabaş, SEV’in Çağdaş Eğitim Vakfı ve başkanlığını Türkan Saylan’ın yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile işbirliği içinde olduğunu savunmuştu. Gazetenin haberinde, SEV’in Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlı Amerikan Board’la ilişkili olduğu, aynı binada çalıştıkları, bünyesindeki Protestan kilisesi ile 1830’dan bu yana Türkiye’de faaliyet gösterdiği, emrindeki Biblehouse şirketi ile misyonerlik faaliyeti yaptıkları ve okul mezunu 12 bin kişinin vakfın kayıtlı üyesi olduğu iddialarında bulunulmuştu. (http://www.bayzan.net)
Adnan Odabaş’ın gazetesindeki yabancı vakıfların özellikle Bağlarbaşı civarında yoğun bir şekilde gayrimenkul alımı yaptıkları da çarşaf çarşaf yayınlandı.
Bunu niye mi yazıyorum, birincisi ulusal medya işin üstüne ‘gönderilmeden’ kimse bu ülkede bazı şeylerin cereyan ettiğine inanmak istemiyor. İkincisi, Türkiye’de bir takım kavramlar öylesine iç içe geçmiş durumda ki, bir olayı çözmeye çalıştığınızda ipin ucu hiç umulmadık noktalara kadar gidebiliyor.
Bir bakıyorsunuz, ‘irticaya’ karşı söylemleri ile tanınan bir ‘prof’ ile ABD’nin ‘Ilımlı İslam’ına zemin hazırlayan bir başka kişi bir noktada buluşuyor. Ardından o kişilerden birinin eşi, ‘din profesyonelleri’ ile kol kola arz-ı endam ediyor. Bir başkası onlarla karşı karşıya geliyor… Ortak noktaları nedir o halde?
En azından şimdilik görünen ortak nokta, belli bir ekonomik güce erişmiş ve inanç altyapısı ne olursa olsun, ‘Batılı’ hayat tarzını benimsemiş insanların bu ‘ucube’ olguda bir araya gelmeleridir…
Türkiye ‘saç baş’ muhabbeti ile uğraşa dursun, Danimarka’da bir gazetede yayınlanan çirkin karikatür tüm dünyada Müslümanları ayağa kaldırdı. Eylemler, gösteriler, yakıp yıkmalar ve sağduyu çağrıları…
Dikkat edilirse İslamiyet’e yönelik köklü projeler genelde Türkiye üzerinden yürütülüyor. O iğrenç karikatüre en az tepkinin Türkiye’de gösterilmesi ve ‘demokrasi cemaatleri’nin çıt çıkarmaması ise ne yazık ki, mayanın tuttuğunu gösteriyor… Bunun sağduyuyla, itidalle bir ilgisi de yok.
Ve Türk yine uyutuluyor… Ortada bir ‘Karikatürk’ utancı, o bize biz ona bakarak zaman geçiriyoruz…