ABD, 21. yüzyılın süper gücü olan Çini daha iyi öğrenmek için ana okullarında Çince eğitimine başlama kararı aldı ve bunun için 1.3 milyar dolar ayırdı (Bugün, 3 ocak 2006, 14. s.). Çin sadece ABD’nin değil, başta Rusya ve Japonya olmak üzere AB’nin de en büyük rakibidir ve 2005 yılındaki ticaret fazlası 101 milyar doları aşkındır.
Doğrusunu isterseniz süper devlet veya ileriyi gören devlet böyle olur. Rakibini veya düşmanını öğrenmek için para ayırır ve çalışır.
Bugün ABD’de yılda 100 bine yakın patent alındığı ve ABD’nin bilimsel araştırmalarda birinci sırada bulunduğu malumdur. Kimilerinin geçen asrı “Amerikan yüzyılının sonu” olarak lanse etmesinin en azından şimdilik doğru olmadığı görülüyor. ABD, bilimsel araştırmalara para ayırdığı müddetçe yeryüzünde birinciliğini koruyacaktır. Çünkü bilimde önde iseniz bütün sanayi mamullerinde de öndesiniz demektir ve bilimsel araştırma yapmayanlar sizi motamot takip etseler bile sizden yine bir adım geride olacaklardır.
ABD’nin bu kararı bize eskiden Türkiyenin Sovyetlere bakışını hatırlattı. Rus ve komünizma korkusu ve batı sevdası yüzünden Türkiye, ne Sovyetleri öğrenmeye cesaret edebildi, ne de oradaki Türkleri. Halbuki ABD ve Avrupa “Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüleri” kurmuş, oralarla ilgili harıl harıl çalışmalar yapmışlardı (Söz gelişi Kırghız Manual, İndiana üniversitesinde 1963’te basılmıştı). Sonra da Sovyetler yıkılınca parsayı kapan yine batılılar oldu. Çünkü tıpkı elektirik hususunda cahil olan birinin elektirik ampulünün veya kablosunun yanına yaklaşamaması gibi Türkiye, Sovyet kelimesinden bile marazi anlamda ürker ve korkar olmuştu.
Araştırma ve inceleme yapmayı bir tarafa bırakalım, yabancıların yaptığı çalışmaları bile tercüme etmek zahmetine katlanmadık (Bu tip eserlerin adını daha evvel defalarca yazdığımız için tekrar etmiyoruz). Zamanımızı lüzumlu lüzumsuz biçimsel meseleleri tartışmakla tüketip duruyoruz.
Bunlar bir yana. Bari geçen yıl AB’nin Türkiyeye tahsis ettiği 200 milyon yuroluk bilimsel araştırma parasını kullanabilseydik. Başbakanın açıklamasına göre bunun sadece yüzde altısını, yani 12 milyon yurosunu kullanabilmişiz. Yani hazır yemeyi dahi bilmiyoruz. Bu arada şunu da soralım: Geçen yıl hükümetin cumhuriyet tarihinde ilk defa olmak üzere ayırdığı 441 milyonluk ödenek nasıl harcandı? Bilgi veren olursa memnun oluruz.
NATO’nun Sovyetler sonrası pilanı
Elin oğlu araştırıyor, inceliyor, pilan puroğram yapıyor, puroje üretiyor ve hayata geçiriyor; Türkiye gibi şark ülkelerinde ise bunun adı komplo oluyor. Biz ise her şeyimizi AB’ye ve ABD’ye endeksliyor, eften püften şeylerle uğraşıyor, enerjimizi ve zamanımızı boşuna harcıyoruz.
Başkanlığını merhum Muzaffer Özdağın yaptığı Türkiye-Azerbaycan Dostluk Derneği, 7 aralık 1996 günü Mecidiyeköy Kültür Merkezinde “Azerbaycan edebiyatında milli temalar” başlıklı bizim de konuştuğumuz bir toplantı düzenlemişti. Dernek başkanı merhum Muzaffer Özdağ açış konuşmasında şöyle bir hadise anlatmıştı (Okuyunca ne kadar ibret verici ve ilgi çekici olduğunu göreceksiniz ):
“1963’te NATO karargâhında kurmay albay Atıf Erçıkan’a (sonradan korgeneral) bir dosya verilir. Dosyada Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkacak Türk tehlikesiyle ilgili tahminler mevcuttur. Dosyanın verilmesinden hemen sonra iki NATO subayı Erçıkana gelerek ‘Dosya yanlış verildi, lütfen iade ediniz’ der ve Erçıkanı ölümle tehdit eder. Erçıkan, ‘Hayır! Okumadan iade edemem’ diye cevap verir ve dosyayı vermez. Okuduktan sonra iade eder.” (O zaman merhum Özdağın anlattığı bu hadiseyi kaydetmiştik).
Aynı hadiseden emekli general sayın Veli Küçük de 7 şubat 2004’te, Süleymaniyedeki konuşmasında bahsetmiş ve dosyada Sovyetlerin dağılmasından sonra 5 Türk cumhuriyetinin kurulacağı, bunlar birleştiği takdirde yeni bir Nazi imparatorluğunun meydana geleceği, bunun engellenmesi için gerekenin yazılı olduğunu söylemişti. Küçük, İngiliz ataşesinin Erçıkanı tehdit ettiğini de sözlerine ilave etmişti (Bunu da kaydetmiştik).
Bu sefer emekli tümgeneral İlhan Atabaş, Ankarada çıkan bir dergide hadiseyi yine Erçıkana istinaden daha mufassal şekilde anlatmıştır (İlhan Atabaş, “Milletler arası dostluk ve işbirliği üzerine”, Özkaynak, nisan 2005, 33. sayı, 3-6. s.).
Atabaş, olayın Vaşingtonda geçtiğini, dosyayı NATO karargâhı kurmay başkanı bir Fıransız tümgeneralinin verdiğini yazıyor. Dosya verildikten sonra biri Amerikalı, diğeri İngiliz iki albay Erçıkana gelir ve dosyayı geri ister. Erçıkan vermez. Ölümle tehdit edilir.
Dosyanın adı “Sovyetler Birliğine karşı uygulanacak pisikolojik harp harekatı”dır ve Sovyetleri pisikolojik olarak yıkmak için gayri Rus milletlerin hedef seçildiği yazılıdır. Sovyetler yıkıldığı takdirde 15-16 devletin meydana geleceği öngörülür. Yeni devletlerin 5-6’sı Türk cumhuriyeti olacaktır. Türk cumhuriyetlerinin yeraltı kaynakları zengin, coğrafi konumları sıtratejiktir. Bu cumhuriyetler batıdaki Türkiye ile birleşirse, Hitler Almanyasından ve Sıtalin Rusyasından daha büyük bir tehlike meydana gelecektir. Dosya “Türkiyle ile Doğu Türklerini birleştirmemek için alınacak tedbirler nelerdir?” sorusu ve cevabıyla sona erer.
Cevapta şunlar yazılıdır: 1. Türkiyenin kuvvetlenip lider devlet olmasına mani olacak siyasi ve ekonomik bütün tedbirlerin uygulanması 2. Türkiye ile Doğu Türklüğü arasında tampon, sözde devletler koymak (Ermenistan ve Kürdistan gibi) ve bu devletleri desteklemek. (Dosya 1950’lerde hazırlanmıştır ve 1960’larda da güncellenmiştir).
Burada bir kaç laf edelim: Birinci madde zaten açıktır. Esas mühimi ikinci maddedir. Bilindiği gibi son senelerde ABD ve müttefikleri İran üzerinde çeşitli pilanlar yapmakta, bu meyanda Güney Azerbaycan Türklerini kıyama hazırlamakta ve bağımsızlık vermeyi vadetmektedir. Böyle bir şey olduğu takdirde Türkiyenin doğuda Azerbaycan adlı bir devletle sınırdaş olacağını düşünüyorsanız, aldanıyorsuz demektir. Çünkü senaryoyu yazan, rejiyi elinde bulunduran ve baş rolde oynayanlar hiç bir zaman böyle bir şey yapmayacaklardır. Türkiye ile Güney Azerbaycan arasına Kürdistan adlı tampon bir devlet koyacak ve ucunu Ermenistan hududuna dayayacaklardır. Bunu 1945-46’da Molla Mustafa Barzaninin Mahabad (eski adı Türkçe Soğukbulak idi ve bir Türk şehriydi) Kürt cumhuriyeti ile zaten yapmışlardı. Şimdi de yapacaklarından hiç şüpheniz olmasın.
Lenin-Sıtalin Rusyası, daha 1920’de Türkiye ile Azerbaycan arasına Ermenistan adlı bir devlet yerleştirerek Türkiye ile Azerbaycanın arasını kesmişti. Böylece “hiç ibret almayı bilmediğimiz için tarih tekrar tekrar tekerrür etmiş olacaktır.”
Yazmakta fayda gördük.
Bu insanlarla bir arada yaşanır mı?
Kıbrıs Türkiyenin milli davası olarak görülür. Bizimse adeta özel ve şahsi davamızdır. Bu hususta tek düşünce eseri tarafımızdan ortaya konulmuştur. Referandum öncesi ve sonrasında Kıbrıs konusunda Kemal Çapraz ile onlarca konferans verdik, radyo televizyon konuşması yaptık, makale yazdık. Bu sebeple Kıbrısla ilgili hadiseleri yakından takip ederiz.
Referandum sonrasında ABD’nin Kıbrısla alakalı faaliyetlerini de dikkatle takip ettik. Direkt uçuş yapacaklarını söylediler, fakat direkt uçuş bir türlü yapılmıyordu. “Yok efendim hava alanını ölçüyoruz, pistlerini yokluyoruz ve saire.” (Bir şey yapmayacaklarını biliyoruz ama insanın içinde umut diye bir şey var ya, umut edip duruyoruz).
Nihayet İstanbuldan (Vaşingtondan değil) bir direkt uçuş yapıldı, bir kaç ABD’li parlamenter Kıbrısa gitti. Son derece yavaş ve cılız hareketler.
Bir müddet sonra ABD’nin Kıbrıs Rum yönetimini “Annan pilanını kabul etmezseniz, KKTC tanınır” şantajıyla tehdit ettiğini anladık. Maksatları Rumları Annan pilanını kabule mecbur bırakmaktı. Daha sonra ABD dış bakanlığı sözcüsü Adam Ereli, “Talatı Türk toplumu lideri olarak davet ettik, politikamız değişmedi” diyerek baklayı ağzından çıkardı (NTV, 26 ekim 2005, saat 9 haberleri).
Talat bu ziyaretinde KKTC’ye “muz cumhuriyeti” dedi. 1 kasım 2005 günü Rum millet vekili Matsakis sınırdaki Türk bayrağını çaldı. Kimse müdahale etmedi, belki görmedi bile. Böylece Talat, “muz cumhuriyetinin lideri” olduğunu ispatladı.
Türkiye 24 ocak 2006 günü Kıbrıs müzakerelerinde ilerleme sağlamak için yeni bir paket açıkladı. Paket açıklanır açıklanmaz Rumlar tarafından reddedildi. Papadopulos ve meclis başkanı Hristofyas aynı gün adaya inen İngiliz dış işleri bakanı Straw ile görüşmeyi reddetti. BM’nin Straw’un ziyaretini desteklemesi Rumları daha da kızdırdı, çileden çıkardı. ABPM Kıbrıs raporcusu Macar parlamenter, müteaddit taleplerine rağmen adaya gitmesine izin verilmediği için istifa etti.
Straw, ayın 25’inde Talatla makamında görüştükten sonra Ankara ve Atinaya gidecek.
2006 ocak ayının ilk on günündeki gazetelerde Rumlarla ilgili bir haber vardı. Mehmet adlı bir Türk, Rum kesiminde bir Rum kızıyla evlenmiş, lakin Rumlar kızı “yardım ve yataklık” suçlamasıyla bin Kıbrıs lirası cezaya mahkum etmiş, Mehmeti de sınır dışı etmişlerdi.
Uygarlık dediğiniz böyle olur.
Bu bir şey değil. Daha 2002’nin 27 nisanına kadar Kıbrısta bir Türkle bir Rumun evlenmesi kanunen yasaktı. 23 nisan 2003 kararlarından sonra sırf Türk tarafından getirildiği için bir köpeği yakmışlardı? Türk medyasında kimse insan ve hayvan haklarından bahsetmedi.
Bütün bunlara rağmen Kıbrıs Türkleri ve Türkiye, Rumlarla beraber yaşamayı kafasına koymuş. Aslında biz de birleşmelerini istiyoruz (İstemiyoruz ama istiyoruz). Hele bir birleşsinler de görsünler Kıbrısın puroleterlerinin kim olacağını.
Eskiden Bulgarlar pirimitif milliyetçilikleriyle dikkati çekerlerdi. Ama onların bir mazereti vardı. Komünist rejimde yaşıyorlardı. Bu günlerde iki millet, Kıbrıs Rumları ile Ermeniler pirimitif, aşırı milliyetçi, şövenist ve hatta narsist milliyetçilik anlayışlarıyla dikkati çekiyor. Ama bunların mazereti yok. Böyle insanlarla, devletlerle, milletlerle nasıl yaşanır?
Fakat Rumları takdir etmemek de elde değil. BM’yi, ABD’yi ve İngiltereyi bir tarafa bırakın, AB’nin ve Yunanistanın baskılarına bile boyun eğmediler. Politikaları kendi açılarından yanlış ama devlet gibi devlet olduklarını da gösterdiler ve gösteriyorlar.
Pakistanın Türkiyeleşmesi
ABD ordusu 14 ocak 2006 günü Pakistan-Afganistan sınırındaki Damadola köyüne terörist faaliyet olduğu gerekçesiyle füze taarruzu düzenledi. 20 civarında insan hayatını kaybetti. Ölenlerin içinde ABD’lilerin hedef seçtiği terörist Zehravi yoktu.
Müşerreften sonra Pakistan, gittikçe Amerikan etkisi altına girmeye ve bu durum dost ve kardeş Pakistanın itibarını sarsmaya başladı. Pakistan, Müşerrefin Afganistan savaşında Amerikaya verdiği destekle zaten itibar kaybına uğramıştı. Son saldırı ise “sen bu işi bilmiyorsun, zaten memleketinden haberin yok, biz hallederiz” demekten başka bir manaya gelmiyor. Yani ABD, Pakistanı hiç kaale almıyor. Benzer davranışlar bizde de pek çok kez uygulanmıştı.
Müşerref, Ankarada bulunduğunu belli ediyor ve bu durum Pakistanın Türkiyeleştiğini gösteriyor. Türkiyenin itibarı da bilhassa 1957-59 yıllarında dünyada en alt seviyeye inmişti. Çünkü Türkiye Suriye, Irak, Mısır, Hindistan ve öbür Asya-Afrika ülkeleriyle batı adına takışarak itibarını tüketmişti. Sosyolog Niyazi Berkes bir eserinde bundan esefle bahseder.
Ama hiç olmazsa Türkiye 20 mart 2003’teki Irak savaşında Amerikaya yardımı reddederek itibarını biraz olsun yükseltti. Pakistanda ise aksine düşüş gözleniyor (Şayet Amerikalılara izin verseydik, savaştan sonra Irakta ölen 100 bin kişinin katlinde payımız olacaktı).
Hatayda Fıransaya tazminat davası
Hataylı iki öğretmen, tarih öğretmeni Y. Menderes Canbolat ile edebiyat öğretmeni Osman Özay, Fıransayı Hatayı işgal etmek ve işgal esnasında verdiği zarardan dolayı AİHM’ye şikâyet etti. İki öğretmen Fıransadan 1 milyar yuro maddi, 1 milyar yuro da manevi tazminat talep ediyor. AİHM, davayı kabul etti (Bugün, 3 ocak 2006, 1., 12. s.).
Öğretmenlerimizin iyi niyetinden şüphemiz yok. Fakat AİHM’nin davayı kabul etmesinde bir bit yeniği olsa gerek. Zira mahkeme muhtemelen davada Fıransayı haksız bulacak ve 1 yuroluk sembolik tazminata mahkum edecek. Buraya kadar her şey iyi. Fakat mahkemeyi muhatap kabul ettiğiniz ve mahkemenin yetkisini tanıdığınız için yarın bir Ermeni, bir Rum da mahkemeye başvurursa, tabiatiyle o da kabul edilecek ve size 1 yuroluk değil, milyarlarca yuroluk tazminat cezası gelecek. O zaman ayıklayın pirincin taşını. Bildiğimiz gibi Amerikadaki sigorta şirketleri Ermenilerin 1. Dünya harbi öncesinde yaptırdıkları sigortaları geçerli kabul edip paralarını ödemeye başlamışlardı.
Hulasa her iki öğretmenden davalarını gözden geçirmelerini bekliyoruz.
Yamerin toplantısı
Kısa adıyla Yamer, uzun adıyla Yarın Araştırmaları Merkezi, Dr. Muhsin Kadıoğlunun genellikle akademisyenlerden oluşturduğu bir guruptur ve yakında tüzel kişilik kazanacaktır.
Yamer mutat olarak iki haftada bir perşembe günleri toplantılar düzenler. Zaman zaman gurup içinden ve dışından ilgi çekici ve aktüel konularda konferanslar verilir.
Yamerin 5 ocak 2006 günkü oturumunda Eminönü belediye başkanı avukat sayın Nevzat Er konuştu.
Sayın Nevzat Er, Eminönünün puroblemlerini, yapılması gerekenleri, yaptıklarını anlattı. Seyyar satıcıları kaldırdığından ve kaldıracağından, turizme destek vermeye devam edeceğinden, Gedikpaşayı taşıma pilanından bahsetti. Bazı ilgi çekici sözler de söyledi. “Paranız varsa Eminönünden mülk alın” dedi. 30 sene evvel Kudüsün Yahudilerin eline geçeceğini içeren bildiriler dağıtıldığını, 30 sene sonra bunun gerçek olduğunu belirtti.
Sıra soru-cevap faslına gelince söz alıp şöyle dedik: “Sizi seçim puropagandası esnasında Yazarlar Birliğinde yaptığınız konuşmada sırf ‘ecdat yadigârı eski eserlerimizi koruyacağız ve tamir edeceğiz’ dediğiniz için alkışlamıştık. Fakat Veznecilerdeki en az 250 yıllık Acemoğlu hamamı 2004 tarihinde yok edildi, sadece kubbesi lütfen bırakıldı. İkincisi 500 senelik İkinci Beyazıt hamamı, öbür adıyla Patrona Halil hamamı niçin onarılmıyor?”
Başkan, Acemoğlu hamamının yıkıldığından haberi olmadığını söyledi. Tabii ki o ortamda “nasıl haberiniz olmaz?” demek gayri nazik olurdu. İkinci Beyazıt hamamı hususunda ise sevindirici bir haber verdi. Hamamın restore edileceğini bildirdi.
Şayet bu doğruysa yaptıranlar ve yapanlar için büyük hizmet olacak. Okuyucularımız bu mevzuda birçok kez yazdığımızı hatırlarlar.
Başka bir sevindirici olgu da Eminönü belediyesi acil yardım minibüsünün ambulans değil “cankurtaran” adını taşımasıdır.