Kimi Ermeni’nin ve kimi Kürt’ün nedir bu Atatürk kompleksi?.. Bu adam ırk ayırımı mı yaptı? Tersine, tüm ırkları aynı toprakta kaynaştırmanın savaşımını vermedi mi? “Değerbilmezlik” denen şey bu olmalı! Bir de “kuyruk acısı” denen şey var: Büyük bir isyan çıkarıp (1925) binlerce insanımızın ölümüne yol açan ve asılan Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat, hâlâ dedesinin intikamı peşinde...
İbrahim Güçlü diye bir adam çıkıyor ve “Benim başbakanım barzani’dir” (Büyük harfe bile değmez) diyebiliyor... Kimsede “tık” yok!.. Daha önce de Atatürk’e “İşgalci” demişti ve daha neler neler... Bu ülkede yasalar yalnızca vatansever ve Atatürk ilkelerine bağlı kişiler için mi işliyor? Öte yanda, yaşadığı ülkeye iftira atan, aklı başında herkesin “hain”likle suçlayabileceği bir Orhan Pamuk suçlanmıyor da; -demokratik yollarla- bu “iftira”ya karşı çıkan yurtseverler suçlanıyorsa, “ters” giden bir şeyler var demektir ve bu “ters”lik pek “hayırlı” bir “ters”lik değildir!
Bir tarihte, Agos gazetesine köşe yazarlığına başladığımda, Hırant Dink sevinmişti... İki hafta sonra, bir “sorun”u olduğunu belli-belirsiz yansıtmaya başladı... Dört yazımdan sonra, her zamanki saygılılığıyla “Reyman abiciğim” dedi, “Biz o kadar da Atatürkçü değiliz! “Hani, yazılarında biraz...”
Oysa yazılarım Ermeni yurttaşlarımızı onore edici nitelikteydi... Atatürk’ün, Türk Dil Kurumu’nun başına Agop Dilaçar’ı getirmiş olduğunu; “Türkçe”yi bir Ermeni yurttaşımıza “emanet” edecek denli adil ve sağduyulu olduğunu anlatmıştım... Galiba yazıda “Atatürk” adı geçmemeliydi...Gazetelerde insanlara “Kovuldun!” denmez genelde... Yazılarınız girmemeye başlar, “Tüh! Çekmecede unutulmuş. Pardon!” vb denir; anlarsınız, gidersiniz! Beni de kovan olmamıştı ama, beşinci yazımı görmek için haftalarca Agos almıştım... Reyman kulunuz “klasik usul”le kapıya konmuştu...
Kimi Ermeni’nin ve kimi Kürt’ün nedir bu Atatürk kompleksi?.. Bu adam ırk ayırımı mı yaptı? Tersine, tüm ırkları aynı toprakta kaynaştırmanın savaşımını vermedi mi? “Değerbilmezlik” denen şey bu olmalı! Bir de “kuyruk acısı” denen şey var: Büyük bir isyan çıkarıp (1925) binlerce insanımızın ölümüne yol açan ve asılan Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat, hâlâ dedesinin intikamı peşinde... Bu gibiler, emperyalist (yayılımcı) ülkelerin “maşa”sı olmaktan başka bir işe yaramayacağından, tam da bununla görevlendirilmişlerdir...
Topraklarımızda gözü olanlara “servis” veren “tescilli ulusal hain”lerimiz, yakın geçmişe dek yalnızca Avrupa tarafından korunup kollanırdı. Şimdilerdeyse, çoğu maaşa bağlanmış “aydın”larımız (!) tarafından da korunup kollanmakta... Bu da onları giderek daha küstah, daha densiz, daha saldırgan kılmakta... Bu “cüret”i kimlerden aldıkları belli: Lagendijk denen herif utanmadan “ordumuzun, PKK varlığını sevdiği”ni söyleyebiliyor... Öyle ya! Erlerinin-subaylarının-astsubaylarının bir bir öldürülmesini çok sever ordumuz (!)... Kolu-bacağı kopmuş TSK mensuplarına sahip olmayı çok sever. Şehit cenazelerinde gözyaşı dökmeye bayılır. Salt “AB’yi engellemiş” durumuna düşmemek için en kahredici olgular karşısında bile tavır koyamamanın, ödün üstüne ödün vermenin zevkine doyum olmaz (!)
Sorbonne Üniversitesi İslam Tarihi Profesörü Claude Cahen, “Osmanlı’dan Önce Anadolu’da Türkler” (E Yayınları 1979) adlı kitabında “Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesi ve Türkiye diye bir ülke haline gelmesi, Avrupalılara her zaman, kavranamayacak, kabul edilemeyecek, sindirilemeyecek bir durum olarak gözükmüştür.” der. Bugün karşı karşıya bırakıldığımız tüm olguların altında bu “sindirimsizlik” yatmaktadır. Gerisi hikâye!
Dönelim küçük “b”li barzani’ye: Hazret’i eleştirmenin bedeli 30 yıl hapismiş... Ba ba ba!.. Bir an için kendimi Irak vatandaşı sayıyorum ve şunları söylüyorum: Ey havlu kafalı çöl bedevisi! Her “yanlış saltanat”ın düzeltildiği bir gün vardır ve senin o günün fazla uzakta değildir!
Eleştiriye “30 yıl”sa, ben artık bi zahmet 150 yıl falan yatarım.
Yüzüne bunları haykırmanın zevki 300 yıla bile değer doğrusu!