19. yüzyıldan günümüze, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti’ ne devredilen Ermeni sorununda üçüncü aşamayı yaşıyoruz. Taşnak çetelerinin silaha sarılmasından önce 19. yüzyılın başından itibaren emperyalist devletlerin misyonerlik çalışmalarıyla Osmanlı uyruğu Ermenilerin düşünsel, duyusal, siyasal kopuşları başlar. Aslî unsur olan Türklerden çok daha iyi koşullarda yaşayan Ermeni toplumu, bu uzun çalışmalar sonucu ayrılıkçı temelde siyasal örgütlenme süreciyle birlikte silahlanmaya başlar.
19. yüzyılın sonlarındaki yerel ayaklanma denemelerinden sonra, 1.Dünya Savaşı sürecinde, Rus cephesindeki Osmanlı ordusunu arkadan vuracak ölçüde örgütlenmiştir.
Doğu ordusunun cephe gerisini güvenceye almak ve ayaklanmayı bastırmak için bildiğimiz Tehcir Kararı alınır. Ayaklanmaya katılan ve destekleyen Ermeniler yine Osmanlı toprağı olan başka yörelere zorunlu göçe tabi tutulurlar.
30 Ekim 1918 Mondros ateşkesiyle Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul eder. Ordusu silah bırakır. Bundan sonrasında hepimizin bildiği gelişmeler olur. Tehcire tabi tutulanların önemli bir kısmı geri dönerler.
İlk dalgada 1915-1922 yılları arası Ermeni Taşnak terör örgütü militanları Osmanlı devlet adamlarına yönelik suikastlar gerçekleştirirler. Bu suikastlar zincirinde İtthat ve Terakki iktidarının başbakanlarından Sait Halim Paşa ve Talat Paşa Roma ve Berlin’de katledilirler. Yine Bahriye Nazırı Cemal Paşa Tiflis’te öldürülür. İttihatçılardan Dr. Bahaettin Şakir, Polis Müdürü Azmi Bey ve diğerleri bu ilk dalganın kurbanlarıdır.
Bu ilk dalganın kurbanlarının kanı Kurtuluş Savaşı yıllarının daha büyük tehlikeleri ve tozu dumanı arasında kaynar gider. Suikastçılardan çoğu yakalanmaz, yakalananlar da adil olmayan yargılamalar sonucu serbest kalır. Suikastçıların cezalandırılması yerine Türklerin yargılanmasına ve mahkûmiyetine vesile olur. Suikastçılar birer milli kahraman olur ve Ermenistan’da heykelleri dikilir.
İkinci dalga 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra başlar. 1974 – 1983 arası kırka yakın Türk diplomatı dünyanın çeşitli ülkelerinde katledilir. İkinci dalgada yine suikastçıların bulunması, yargılanması yerine Türk tarihinin yargılanması ve mahkûmiyeti stratejisi uygulanır. Suikastlar zincirinin sorumlularının ortaya çıkarılması, cezalandırılması, yeni suikastların engellenmesi yerine bambaşka bir yöntem izlenir:
Her suikasttan sonra Ermeni tezlerinin haklılığı Türklerin ve Türkiye’nin haksızlığı teması işlenir. Soykırım savlarının çok trajik, teatral sunumları sonucu katiller kahraman, katledilen Türk diplomatları ise cezayı fazlasıyla hak etmiş lanetli bir geçmişin fatura ödemesi gereken simgeleri olarak dünya kamuoyuna algılatılır.
Üçüncü dalga halen yaşamakta olduğumuz süreçtir. 16 devletin meclisinden geçerek Ermeni soykırımının (!) yasalaştığı son süreç olarak da niteleyebiliriz. Diğer süreçlerden farklı boyutlarına kısaca değinelim:
Türk kamuoyu bu güne kadar Ermeni savlarına ve emperyalist kaynaklı uluslar arası kampanyaya karşı tek yürek, tek vücut oldu. İktidar ve muhalefet partileri, basın, üniversiteler, aydınlar, toplumun örgütlü güçleri, sendikalar bu kampanyaların içselleşmesini engelledi.
Üçüncü dalga Türk milletinde, kamuoyunda gedik açmaya yöneliktir. Basındaki Ermeni iddialarını destekleyen kampanyanın istikrarlı bir biçimde (!) sürmesi, bazı üniversitelerimizin Ermeni Konferansı için bilimsel alanda göstermedikleri bir gayretin içinde olması, kerameti kendilerinden menkul aydınlarımızın aynı doğrultuda yarışmaları, Erivan-İstanbul arasında gide gele ince yol etmeleri hep bu üçüncü dalganın bütünleyici parçalarıdır.
Kısacası üçüncü dalga Türk milletinin bilincine yöneliktir. Millî bilinci, Ermeni savlarını red refleksini çökertmek, toplumu bir teslimiyet psikozu içinde Ermeni tezleri dahil emperyalizmin her istemini kabule hazır, direnme gücü ve özgüveni tümüyle çökmüş bir sürüye dönüştürme kampanyası bütün hızıyla sürüyor.
Bizden söylemesi: Üçüncü dalgaya dikkat...