Fıkrayı fukara hâline getiren bu harikalar harikası fıkracı, İmralıdan nakledilenlerin törenini anlatırken de şöyle cevherler saçmıştı: “İstanbul, İstanbul olalı böyle cenaze merasimi görmedi”!!! Acemleri, Marsilyalıları gölgede bırakan bu lâfları okuyanlar da kasıklarını tutarak, gözlerinden yaş gelesiye gülmüşler ve sormuşlardı: “Yahu bu oğlan, Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenaze törenini duymamış mı?..”
İt ürür, kervan yürür.
Türk ata sözü
“Ömer Seyfettin, Fuat (doğrusu: ‘Fuad’) Köprülü, Hüseyinzade Ali (Turan), Ali Fuat Başgil” ve daha başkaları, “dar akademik ve entelektüel çevreler dışında gündemde değil”… miş!!! Bunları kim mi söylüyor?.. Kim olacak canım, meslek hayatında hiçbir dava kazanamamış bir avukat eskisi; yolu ak mı kara mı olduğu yıllardır anlaşılamayan ve bilinemeyen; zekâ ve dehasına dünyada kendisinden başka hiçbir kimse inanmayan, selis Fransızcasına ‘herkeşleri’ hayran bırakan, Tercüman’ın tirajını 400 binden 70 bine indiren, Çekiç Güç şakşakçısı, “estet ve tarihçi dostlarına danıştığı” hâlde Bekir Sıdkı Sezgin ile Refik Fersan’ı birbirine karıştıran (Milliyet, 26.9.1996), (bu da az marifet değildir!!!) bir harika çocuk ve harikalar harikası bir kûşe ‘raytırı’…
“Objektiv”itesi kendinden menkul bu dünya, gezegenler ve galaksiler harikası ‘raytır’, Ömer Seyfettin’in eserlerini Bilgi Yayınevi’nden Ötüken Neşriyat’a varana dek yayınlamayan yayınevi ve okumayan kimse kalmadığını nasıl olur da bilmezler?!! Dünya Palavralar Tarihi acaba bundan daha büyüğünü kaydetti mi?!! Guinness Rekorlar Kitabına girse yeridir… İşkembeden atmakla Objektif olmak nasıl bağdaştırılabilir, merak etmemek elde mi?!! Ömer Seyfettin’in gördüğü ilgi kaç yazara nasip olmuştur?..
Fıkrayı fukara hâline getiren bu harikalar harikası fıkracı, İmralıdan nakledilenlerin törenini anlatırken de şöyle cevherler saçmıştı: “İstanbul, İstanbul olalı böyle cenaze merasimi görmedi”!!! Acemleri, Marsilyalıları gölgede bırakan bu lâfları okuyanlar da kasıklarını tutarak, gözlerinden yaş gelesiye gülmüşler ve sormuşlardı: “Yahu bu oğlan, Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenaze törenini duymamış mı?..”
Bölükbaşı-zâde Başgil’e gelince… “Halide Edip’in hatırı için Nazım Hikmet’in affına imza veren”, (prof’un kendi sözüdür) “Dönersem kahpeyim millet yolunda bir dem azimetten” deyip cumhurbaşkanı olmak sevdalarıyla Ankaralara giden, bir iki öksürükten korkup soluğu İsviçre’de alan, “Fransız şaraplarının bir numaralı uzmanı” olduğu yazılan (Akis) bu mukaddesatçı prof. dünya hukuk tarihinin ender kaydettiği (belki de hiç görmediği) bir anayasa hukuku allamesi olabilir. Bu çok sayın baya sorsak ve desek ki: “Başgil hocanız lâikliği savunuyor (Din ve Lâiklik) … Bu kavramla mukaddes atçılık kabil-i te’lif midir?!!
“Biz Türkiye Türkleri, muhtelif din, dil, tarih ve ırktan bir çok millet elemanlarının asırlar içinde ve İslâm kültürü kazanında kaynayıp hallü hamur olmasından meydana gelmiş mürekkep bir milletiz… Gerçi dil elemanlarımız bakımından Orta Asya ile yakın bir hısımlığımız var. Fakat biz ne beden ve ne ruh yapımız itibariyle Orta Asyalı değiliz. Biz bilâkis İslâm çemberiyle çevrilmiş bir ülkede, ırklar sentezi hâlinde, kendi başına yaşayan, nev’i şahsına münhasır bir milletiz.” (Son Havadis,7 Ekim 1961)
Bunları yumurtlayan mozaikçibaşı bu memlekette okunmuyorsa, gece gündüz Allah’a şükredelim. Demek ki “halk bilinçlenmiş”…
Gelelim “göçebeliği (göçebelik meselesi de Batı’nın yutturduğu dolmalardandır a benim sosyolog biraderim!..) idealize eden” (Acaba hangi yazısında ve nerede?!!) Atsız’ın, “milliyetçilerin savunduğu entelektüel değerleri aşağılayan bir ırk efsanesi yaratmış” olmasına… Dünyanın en ileri geri zekâlıları bile bilir: Türk milleti ABD halkı değildir ki, “efsane yaratılmaya” ihtiyacı olsun!..
“Türkler hiçbir zaman millet olamamış, amorf bir topluluktur.” buyuran hangi sosyolog bilim adamı prof’tur?.. Bu Mümtaz bilim adamını kendilerini saçmalamakla yükümlü sayan biraderimiz bilmeseler de biz, adımız gibi biliriz.
Mücadele Birliği’nden MHP Genel Yönetim Kurulu üyeliğine, AB şakşakçılığına; Hergün gazetesinden Tercüman’a, Milliyet’e atlamaya, Meydan’cılığa soyunmaya kadar büyük bir kıvraklıkla uyum sağlayan Objektifçi, Atsız’ın okunur olmasından niçin rahatsız oluyorlar??? Bir bilen anlatsa da öğrensek!!! Bu millet, 70 yıllık ömrünü Türklük uğrunda vakıf çeşme gibi sebil eden, CHP despotizmine tek başına kafa tutan, birinci sınıf bir bilim adamı, seçkin bir yazar ve eşi bulunmayan bir aydın, şair, romancı, karakter abidesi, nezaket timsali, Türklük bilimi (Türkçesini anlamayabilirler: ‘Türkoloji’) alanında herkesin saygıyla andığı, Türk tarihinin ve edebiyatının tartışmasız otoritesi Atsız’ı okumayacak da kimi okuyacak?..
“Çerkes Bekirlerin” (Beşir Ayvazoğlu, Sîretler ve Sûretler) mahdumları olan biraderimizin Başgil’e düşkünlüğünü, Atsız’a şaşı bakışını anlamak mümkün olmuyor… Teorisyen, ideolog, sosyolog ve dahi sosyolojist biraderimizin bu işlere aklı galiba Baskın Oran kadar bile ermiyor: “Bozkurtlar, okuyanı muazzam etki altında bırakan bir edebiyat şaheseridir.” (Baskın Oran “İç ve Dış Politika Açısından II. Dünya Savaşında Türkiye’de Siyasal Hayat ve Sağ-Sol Akımlar”, AÜSBF dergisi, No:3 Ankara 1969, 227-275. s.)
Kadının biri hocaya gider. Hocam, hani… diye başlayıp yalan yanlış bir şeyler sıralar… Sabırla dinleyen hoca, “Be hey kadıncağız bir kere dişi değil erkek, düşman değil kardeş, veli değil nebi, mağara değil kuyu… Yanlışlarının hangi birini düzelteyim?...” O fıkrayı bile gölgede bırakan, İstanbulun trafiğini fersah fersah geçen bu yanlışlıklar komedyasının öyle bir kafadan nasıl fırladığına akıl erdirmek mümkün değil! Yazılacak çok pek çok şey olmasına rağmen, bu harika çocuğun “estet dostu” Beşir Ayvazoğlu’nun bir parçasıyla yazımıza nokta koymak istiyoruz:
“İçinde soluk alıp verdiği camiadan kopmuş gibi görünmesinin sebebi, bana öyle geliyor ki, birçoğumuz gibi üzerinden hiçbir zaman bütünüyle atamadığı taşralılık yüzünden beşerî ilişkilerde gösterdiği zaaftır. Kolay ilişki kurar, fakat bu ilişkiyi devam ettirmekte zorlanır, ısrar da etmez. Bu yüzden bir çok insanı istemeden kırdığının farkında bile değildir.”