Her yeni yıl, yeni bir umuttu çocukluğumuzda, tebrik kartları atardık büyüklerimize. “Yeni yılın başarı, huzur ve mutluluk getirmesini” dilerdik. Sanki gelen yıl, beraberinde bir şeyler alıp gelecekmiş gibi! Getirmezdi tabii. Aga marka radyoların devrinden bahsediyorum. Tek kanallı televizyonumuz bile daha ortalıkta yoktu. Ama her ne hikmetse ve nereden zuhur etmişse Yeni Yıl bekleniyordu.
O yıllarda Noel’leri, Kırıstmısları, çam ağaçlarını filan bilmezdik ama yine de yeni yıl akşamı hindili yemeğimizi yer, çaylar, meyveler, kuruyemişler eşliğinde radyolarımızın başına geçer, müzik ve eğlence programını dinler, Orhan Boran’ın bayat esprilerine güler, yeni yılın ilk dakikalarında açıklanan piyango sonuçlarına –sanki büyük ikramiyenin bize çıkması kesinmiş gibi- kulak kesilirdik, çünkü babamız mutlaka bir bilet almış olurdu. Nedense! Tabii ki biletimize bir şey çıkmaz, hayal kırıklığı yaşardık. Dedemin köyde yılbaşında satılmak üzere yetiştirdiği hindileri satmaya çalıştığımız o kabus gibi dondurucu kış günleri, yılbaşı arifeleri hala hatırımdan çıkmaz: Soğuk, çamur, durmadan türlü sesler çıkaran, sağa sola kaçan hindiler… Bizim evde de yılbaşında yine nedense hindi pişirilirdi. Biraz çağdaş ailelerde birkaç ailenin bir araya gelip hindi yiyerek rakı içtiklerini de duyardık. Bize her şeyiyle ters olan bu adetlerin evimize kadar nasıl girdiğini o zamanlar pek anlamazdık. Bazen bir köyün bazen konu komşunun, en azından büyük ailenin katıldığı bu akşamların hangi gelenekle bağdaşarak evimize girdiğini çözebilmiş değilim..
Televizyon evlerimize girdikten sonra da çoluk çocuk mebzul miktarda bol süslü, Noel Baba’lı, kiliseli, ayinli muhteşem hazırlanmış çizgi, dizi ve uzun metrajlı filmler seyretmeye başladık. Tabii gazetelerin, “Bu yılbaşında dansöz çıkacak mı?” teraneleri eşliğinde –onca denetim kademesine, Türk örf ve adetlerine uygunluk esasına rağmen dansözlü yılbaşı programları yayınlanmaya başladı. Bu yetmedi; dini bütün Hıristiyanlar olmamız, gerekli bilgilerle donatılmamız için “Küçük Ev” gibi dizileri seyrettirdiler. (Sonradan bu diziyi Kanal 7 de yayınladı. Hangi eksikliklere binaen tekrarına lüzum duyuldu bilmem!) Bu da yetmedi, toptan Hıristiyanlaşmamız mümkün görülmemiş olsa gerek, hiç olmazsa ahlâken iflas etmiş bir sürü haline getirilmemiz için Dallas, Şahin Tepesi gibi kimin eli kimin cebinde belli olmayan diziler seyrettirdiler. TRT, kandillere, bayramlara göstermediği dikkati yılbaşı ve Örövizyon programlarına gösterdi, stüdyolar, kameralar tahsis edildi. Ama hep dikkat ettim, bugüne kadar hiçbir kıristmıs gününü ihmal etmeden (31 Aralık yılbaşı günü değil!) o güne özel misyonerlik sırıtan filmler yayınlandı. Özel televizyonlar kurulduktan sonra bu misyonu onlar üstlendiler, tepe üstü gidesice Yahudi Soros Efendi de hepimizin büyük bir keyifle seyrettiği (?), ya da yine Soros kontrollü AGB şirketince seyrediyor gözüktürüldüğü gelin- kaynana-damat, star, dans, zayıflama vb. programları yaptırdı, yapanları destekledi.
Bizim milletimizin yılbaşı 21 Mart idi, Nevruz günü idi. Bu milli günümüzü, bize hiç fark ettirmeden unutturduklarını ve yerine önce ufaktan kuruyemiş, eğlence, rakı, hindi, dansöz, ağaç, hediye kuluçkalarını, sonra büyük şehirlerin ana meydanlarında düzenlenen anlamsız yılbaşı kutlamalarına uzanan bir dizi yanlış, bizim hiçbir şeyimize uymayan yabancı âdet ve hurafeleri, gözümüzün içine baka baka milletimizin evine, barkına, şehrine soktular. 1983 yılı yılbaşına yakın günlerde, Ankara’da Kızılay’da, Yeni Karamürsel’in önünde Noel Baba kıyafeti giydiği için bir piyango biletçisi az daha dövülüyordu. O yıllarda Noel Ağacı evlerde gizli gizli kullanılıyordu. O da Hıristiyan evlerinde! Şimdi neredeyse her sokak ve dükkanda Noel Ağacı, Noel Baba kıyafeti var, niye biliyor musunuz, bizim üç kuruş daha fazla kazanalım diye düşünen, arkasından gelecek olanı merak etmeyen cahil insanımız yüzünden! O gün Noel Baba kıyafeti giydi diye bir adamı dövmeye kalkışanların çocukları, bu gün eş değiştirilen özel yılbaşı partilerine katılamıyorlarsa eğer, sular seller gibi içki tüketilen meydanlarda (herhalde halkımızın bu mühim günün faziletlerinden istifade edebilmesi için büyüklerimizce icat edilen) tuhaf kutlamalara katılır oldular. Bundan yirmi beş, otuz sene önce hayretle seyrettiğimiz Dallas dizisindeki pislikleri, bugün, televizyonlarımızın da büyük teşvikleriyle aynen yaşıyor hale geldik. Gazetelerin üçüncü sayfaları bunlarla dolu. Bugün Hürriyet Gazetesi “Her derde deva kiliseler” diye başlıklar atıp halkımızın arasında henüz Hıristiyanlaşmamış olanlara mesaj verebiliyorsa merak etmeyin yirmi beş otuz sene sonra bu memlekette istenilen değişim gerçekleşemese bile bir sığır sürüsünden farksız, her türlü sömürüye açık bir toplum oluşturulmuş olacaktır.
“Kula bela gelmez hak yazmayınca, Hak bela yazmaz kul azmayınca” derler. Biz okumadıkça, düşünmedikçe, aydınlanmadıkça, yazmadıkça kurtuluşumuzun, kalkınmamızın, huzurun ve refahın yalnız kendi çalışmamız ve Allah’ın rızası ile olacağına inanmadıkça bu sefaletimiz sürecektir. Ayrıca ifade etmeliyiz ki cep telefonlarıyla binlerce mesajın resmi, dini, milli bayramlarda manasızca gidip gelmesine bakınız. Biz bu milli ve dini günlerin kıymetini bilip, hayatımızın her anını değerlendirmedikçe, çalışmadıkça, inanıp ibadetimizi yapmadıkça yapılan iyi dileklerin yerine ulaşacağını mı düşünüyoruz?
Türk Dünyası kendini toplamalı. Çeki düzen vermeli. Kendisinin adetlerini, geleneklerini, kendisine yayan, anlatan televizyonları, gazeteleri, radyoları, sinemaları, çizgi filmleri, oyuncakları, müzik evleri, yayınevleri vb. kurulmadıkça, yayınlanmadıkça biz çok yara almaya devam edeceğiz demektir.
Hoş geldin yeni yıl, yeni yıl bize mutluluk getir! Çok bekleriz! Allah bu millete akıl fikir versin.