Evvelemirde, genellikle Kafkasya’da ovalardaki dere boylarında eğlenmek maksadıyla evlerinden uzaklaşan güzel Çerkez ve Gürcü kızları, insan avı yapan esirciler tarafından pusu kurularak kaçırılırmış. Bazılarıysa İstanbul’da parlak bir konuma ulaşabilmek umuduyla gönüllü olarak esircilerin peşinden koşarlarmış. Esir olmanın bir üçüncü türü de zengin Çerkez beylerinin sahip olduğu esir anne-babalardan doğan çocukları da, efendilerinin malı ve esiri olurdu.
Türkiye’de daha Osmanlı zamanında yasaklanarak tümüyle ortadan kaldırılan “Kadın Esirler” bana göre, Ankara'da AKP’ li Altındağ Belediyesi'nin evlenenlere dağıttığı "Nikâh ve Evlilik Rehberi"nde tekrar ortaya çıktı. Rehberden alıntıları okuduğum zaman dehşete düştüm. Özellikle “başka erkek yüzü görmemiş”, "Kadınla dört özelliği nedeniyle evlenilir; malı, soyu, güzelliği ve dini” satırlarını okuduğum zaman açıkçası çok şaşırdım. Bu sayılan beş nitelik bir kadın da toplanacak ve o evlenilecek kadın olacak! “Dini ve soyunu” anlarım ama diğerlerini anlamakta zorluk çektiğim gibi, kitapçıkta babasına en iyi notlarla dolu diplomasını getiren kıza, babanın verdiği;
-“Çok memnun oldum kızım. İnşallah yemek pişirmesini, çocuk bakımını, dikiş dikmesini, ev temizliğini iyi bilen bir kocaya düşersin de mutlu olursun." şeklindeki cevap kanımı dondurdu.
Demek ki bundan böyle, kızlarımız başka erkek yüzü görmesin diye okutulmayacak. Hele ki, iş güç sahibi asla olmayacaklar. Allah korusun o zaman bir değil birçok erkek yüzü göreceklerinden, onlarla iş hayatının kaçınılmaz zorunluluğu olan mesai arkadaşlığına gireceklerinden, bu kızlarımız “evlenilemez” olup, gelecekte “evde kalan kızlar” olarak yerlerini alacaklar demektir.
“Kaş yapayım derken göz çıkarmak” diye buna denir.
Evvelemirde, genellikle Kafkasya’da ovalardaki dere boylarında eğlenmek maksadıyla evlerinden uzaklaşan güzel Çerkez ve Gürcü kızları, insan avı yapan esirciler tarafından pusu kurularak kaçırılırmış. Bazılarıysa İstanbul’da parlak bir konuma ulaşabilmek umuduyla gönüllü olarak esircilerin peşinden koşarlarmış. Esir olmanın bir üçüncü türü de ( ki belki de bu en üzücü ve dayanılmaz olanıdır) zengin Çerkez beylerinin sahip olduğu esir anne-babalardan doğan çocukları da, efendilerinin malı ve esiri olurdu. Böylece, bu efendi doğan çocuklar arasından bir seçim yapar ve bunları satılmak üzere İstanbul’a yollardı.
Bu esirlerin özellikle kızların niteliklerini tanıtımı için o zamanlar kitapçıklar ve broşürler yoktu. Sanırım o zamanların şehreminleri bu kadar hayırsever değillerdi. Onların yerine bu kızları konak konak, saray saray dolaşarak tanıtan aracılar vardı. En büyük malikânelere dahi girebilen bu kadınlar çok güçlü idiler. Ellerinde kızları değerlendirmek yolunda olağanüstü bir güçle dil dökmesini bilirlerdi. Her esirci, konak sahibi hanımı yahut konağa kız alınacak kalfayı, satmaya çalıştığı kızın bedence sağlıklı olduğuna, fizik ve ahlak bakımından en ufak bir kusuru olmadığına, değil erkek yüzü gün yüzü dahi görmediğine, mükemmel bir güzelliğe sahip olduğuna, bîat etmesini bilen mutî bir esirleri olacağına, böyle bir kızı bulduklarına sevinmeleri gerektiğine inandırırken, pazarlamakta olduğu kızı da, böyle bir konağa kapılanmakla kadar talihli olduğu konusunda, ustaca övgülere boğarak kandırmayı çok iyi bilirlerdi.
Ama belediye başkanı dağıttığı kitapçığında “soyu ve malı da olacak” der, diyorsanız, o zaman devam edelim.
Satılan esirler arasında soyu köklü ve zengin aile kızları da vardı. Soylu ve zengin Çerkez kızlarını esirliği dilemeye, esir olmayı istemeye iten neden, genellikle aileleri tarafından, kendilerinden aşağı gördükleri bir adamla evlenmeye zorlanmaları ve böyle bir evliliği kabul zorunda kalmaktan duydukları tiksinti olurdu. Bu kızlar kendi ülkelerinde aşağılanmaktansa, yurtlarından kaçıp ayrılmayı ve talihlerini sınamak üzere İstanbul’a giderek orada kendilerine uygun bir eş bulmayı veya saraya girmek için çaba göstermeyi yeğ tutarlardı. Böylece esircilere kendi kendilerini önerirler ancak istedikleri kişiye satılmak koşuluyla esir olurlardı. Bu tür soylu Çerkez kızları, çevresi meşe palamudu biçiminde kordon püsküllü ufak gümüş başlıklardan ve kollarıyla göğsü gümüş şeritler ve düğmelerle bezenmiş giysilerinden tanınırdı.
Şimdi;
Yukarıda anlattıklarımızla kitapçıkta istenenler arasında ne fark var. Evlenenlere nasihat olarak dağıtılan kitapçığa uyan çiftlerde doğan kız çocuklarının çizeceği manzara bire bir budur. Unutmayalım ki, her sınıf kendi burjuvazisini yaratır. Bu kurallara uyan zengin aileler kızlarını gümüş şeritlerle süsleyerek evde tutarken, fakir veya yoksullar ne derseniz deyin, kızlarının başına Sultanhamam işi beyaz, payetli bir örtü koyarak görücüye çıkaracak. Bu kızlarımızın tanıtımı ise yukarıda bahsettiğimiz konaklara girip çıkan aracı kadınlar misali olacak. Tanıtımı yapılamayanlar ne mi olacak? Gazetelerin üçüncü sayfaları kız kaçırma vakaları ile dolu. Onlar sadece basına yansıyan gürültülü kaçırmalar. Zaman gelir vaka-i adiyane olur, onlar dahi bahse konu olmazlar.
Bütün bu dediklerim ne bir tahmin ne de öngörüştür.
Koskoca İstanbul’un göbeğinde son on yıldır gözlemlediğim ve hatta bire bir tanık olduğum bu tip evlenmeler o kadar çoğaldı ki…