Türkiye’nin, Cumhuriyet tarihi boyunca kendine yaptığı en büyük kötülük, her hal ve şartta AB’ye girme politikasıdır.
Bu tutum ve davranış bir kere Türk’ün karakterine terstir. “İstenmeyen yere gidilmez” atasözü bize aittir.
Türkiye’nin inisiyatif kullanıp, “Arkadaş, ben de ortak olacağım!” diyebilecek bir yaptırımı varsa girsin. Ama Türkiye’nin adeta yalvarması, millete layık mıdır?
Bu, geçmişimize, tarihimize, kendimize ve geleceğimize saygısızlık değil midir?
Ondan daha da kötüsü, AB’nin istediği dayatmaları, “AB değil biz istediğimiz için yapıyoruz” diyen siyasiler yok mu? Çileden çıkartıyor insanı. Neymiş efendim, biz kendimiz çağdaşlaşma yolunda yapmamız gerektiği için yapıyormuşuz.
-Yani?
-Yani AB dayatmıyor.
-Yalan, külliyen yalan… Yıllar boyu temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen Ermeni soykırımı saçmalığı AB’ye girebilmenin şartları arasında değilse çağdaşlaşmanın şartı olarak mı kabul edilecektir.
Bu sözlerin birer yalan olduğunu ortaya koyacak iki örnek yeter de artar sanırız.
Bebek katilinin idamına karar verilmişken, devletin idamı kaldırması memleketin çağdaşlaşmasıyla mı ilgilidir?
Öyleyse bebek katilinin yeniden yargılanması da çağdaşlaşmayla ilgili. Türk milletine her zeminde hem de ağzınızı yaya yaya söylediğiniz “laik ve hukuk devletinin” verdiği hukuki kararı AB istediği için değil (!) tamamen çağdaşlaşma için, siz istediğiniz için bir kenara bırakın. Hukukun yara almasını önemsemeyin. Çünkü yargıladığınızda çağdaş olacaksınız. Hatta bir de serbest bırakırsanız daha da çağdaş (!) olacaksınız. O kadar çağdaş ki, ardınızdan çağ bile yetişemeyecek.
***
Yine geçen ay İngiltere’de yayımlanan Financial Times gazetesine demeç veren Dışişleri Bakanı Gül, ''Orhan Pamuk'un hapse girmeyeceğinden eminim'' demişti.
Abdullah Gül; Orhan Pamuk davası ve ifade özgürlüğüyle ilgili bir soru üzerine, yapılan reformların Türk yargı sistemi tarafından özümsenmesinin zaman alacağını ifade etmiş ve demişti ki: “Türkiye’de yargı sistemi tutucu, savcılar ise ondan daha tutucu.”
Ardından da eklemişti:
“Eminim sayın Pamuk'un davasına bakan mahkeme de doğru kararı verecektir.”
Ne demişti Pamuk bir İsviçre gazetesine?
"Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi."
Bu açıklamada bulunmuş, bunun üzerine Pamuk hakkında ‘Türklüğe hakaret’ davası açılmıştı. Pamuk’un davanın duruşmasına gelmemesi halinde ‘polis zoruyla’ getirilmesi için de karar çıkarılmıştı. Üç yıla kadar hapsi istenen Pamuk savcılık ifadesinde, "Ben Türküm ve bununla da gurur duyuyorum" demişti. [CNNTÜRK])
***
Fırtınaya karşı durabilmek için önce, çelik gibi bir irade, vazgeçilmez bir haysiyet gerekmektedir. Sonra da içinde yaşadığı toplumun realitesini görmek.
Eğer bir çağdaşlaşma olacaksa, toplumun arzu ve isteklerine paralel kararlar almak gerekmektedir.
Gerisi lâf ü güzaftır…
Yapılan değişiklikler, milletin istediği değişiklikler değil, başkalarının istediği değişikliklerdir.
Millet menfaatiymiş, ekonomik sebeplermiş, dünyanın globalleşmesiymiş…
Geçiniz bunu…
Hiçbiri Türk toplumunun ilgi alanındaki konular değil.
Türk toplumu hâlâ çağın elli sene yüz sene gerisinde yaşamaya mecbur bırakılmış halde.
***
Sizin kriterleriniz, adı isterse Kopenhag olsun, bu toplumu değil çağdaş medeniyete taşımak, bir sene ileriye bile taşıyamaz.
Bu kriterler olsa olsa ülkeyi bölmeye gayret gösterenlerin daha rahat hareket etmesine, kapkaççı, hırsız, dolandırıcının gözaltına alınamadan salınmasına yönelik dayatmalardır.
Bunların Türk toplumuyla alakası yoktur.
Siz emir almaya devam ettiğiniz sürece, size verilecek emirlerin de sonu gelmeyecektir.
Dolayısıyla millet adına, milletin reyini alarak, milletle alakası olmayan konuları, millete dayatmak için AB’den emir almak ne politikadır, ne siyaset.