Kasım 2008

Ö T E S İ

 

29.03.2024 



-

 
Ahmet Özdemir

30. Ölüm yılında Nihâl Atsız’ın şiirleri


Savaş, yalnız cephelerde, süngü süngüye, kılıç kılıca, tüfek tüfeğe, bomba ile, füze ile kellerden kuleler yaparak, kanlardan nehirler akıtarak yapılır sanmayınız. Nihâl Atsız’a göre ulusları savaşa hazır bulunduran iki araç vardır. Biri maddidir ki buna teknik diyoruz, diğeri ruhîdir. Bunun adı “ülkü”dür. Eşit teknik imkanlarla yapılan savaşlarda ülküsü kuvvetli olanlar kazanmıştır. Türk ülküsü için hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşenlerdir.

Nihâl Atsız diyor ki:
“..Bir ülkünün çevresinde toplanmak ve onun için ölümü göze alarak savaşmak ne güzel şeydir. İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar. Millî bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvanlardan ne farkı kalır? Hayvan ölümden ve ıstıraptan kaçar, kuvvetliden korkar. Ölümden korkmayan, ıstıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık, ancak ülkücü insandır.”
Şiirin kanatlarında yaptığımız bu yolculukta otuz yıl önce maddî varlığı aramızdan ayrılan Büyük Türkçü Hüseyin Nihâl Atsız’ın şiir dünyasına ulaşmak istiyorum.
Hüseyin Nihâl Atsız, romanları, incelemeleri, makaleleri ile olduğu gibi şiirleriyle de edebiyatımıza ve Türklük ülküsüne, davasına hizmet etti. Şiirleri ilk defa 1946 yılında “Yolların Sonu” adlı kitabında toplanmıştı. Yeni şiirlerin eklenmesiyle bu kitap 1963 yılında yeniden düzenlendi.
Ülküsünü şiirleri aracılığı ile anlattı. Gençlere düşüncelerini, öğütlerini şiirleriyle de ulaştırdı.
Nihâl Atsız, çoğunlukla millî veznimiz olan “hece vezni”ni kullandı. Koşma varsağı gibi türlerde şiirler söyledi. Felsefeye yönelen duygulu bazı şiirlerini aruz vezniyle yazdı. Hecenin değişim kalıplarını ve farklı mısra sayılı kıtalar deneyerek şiirini monotonluktan kurtardı.
Atsız’a göre, Türklük ülküsüne bağlanmanın şartı kahramanlıktı. Ülkü konusunu işlerken, kuru ders veren hoca durumunda değildi. Onun için şiirleri didaktik olmaktan çok epiktir:
“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık, saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlarsa da gönüller düşenlerin yasından,
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.....”

Atsızın şiirlerinde epik unsurlarla lirik unsurları aynı anda bulabilirsiniz. Lirizminin kaynağı ülküsüne olan aşkıydı. Kara sevdaya tutulmuş bir âşık gibi veya ilâhi aşka tutulmuş bir mutasavvıf gibi ülküsüne sevdalıydı. Bu yolda yaşadığı yalnızlıklar, çektiği acılar, içine işleyen gurbet ve hasret duyguları lirizmini besleyen unsurlardandı.

Yalnızım, ne kadar aranıp dursam
Baş ucumda seni bulamıyorum.
Güneşten vazgeçip susuz olsam da
Seninle olmadan olamıyorum.

Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Sen götür, ben haber salamıyorum.

Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum.

Acaba yaşlı mı kara gözlerin?
İçimde bir derin yara gözlerin...
Daldı mı uzak bir yere gözlerin?
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum.

Günleri sayarım, geceler iner;
Beklerim geceyi, yıldızlar söner;
Gizli bir yaram var, durmayıp kanar;
Neresi? Bulup da silemiyorum.

Ulaşsa da sana yolların ucu
Varmağa yetmiyor Atsız’ın gücü.
İçimde dururken bu kadar acı
Hâlâ yaşıyorum, ölemiyorum.

Sunduğumuz bu mısralar, Mayıs 1944’te yazılmıştır. 3 Mayıs 1944’te Ankara’da bir gençlik gösterisi gerekçesiyle zindana atılan tabutlukta gün yüzü gösterilmeyen şairin içli seslenişidir.
Ama onun bedbinliği sürekli değildir. Der ki: “Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez! / Atsız yere düşse de bu bayrak yere inmez!”
O ülküsünün türküsünü söyleyen şairdir:

Biz Turfanı yarattık uyku uyurken Batı,
Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı.
Sorsan şöyle diyecek gök denilen şu çatı:
Türk gücü bir yıldırım, Türk bilgisi bir deniz.

Adalar Denizinden Altayların daha ötesine kadar bütün Türk gençliğine seslenir:

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Iztırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme... Gerilmekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.
.......
III
Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını “Paris”e, “Moskova”ya satanlar
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş!.. Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim
Ölümüne, gamına, tipisine, karına...

IV
Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara;
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara.
Kazanmanın sırrın bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.
........
V
“Üç ömre bedel kırk yedi yıl gün gibi geçti
Dünyadaki her zevke dedim: “Yok kadar azmış”
Bir başka hayat, başka cihan özlüyorum ben,
Bildim ki ölümden öte gerçek olmazmış.”

Atsız Beğin şiirlerinde yalnızlık ve ölüm temaları sıkça işlenir. Ona göre yalnızlık kaderdir. Ölüm ise, hayatın gerçeğidir. “Yurt için ölümdür en güzeli ölümün; / Ölümler yaşatır bir ırkın vatanını” der Macar İhtilalcileri şiirinde. Yine bu şiirde, “Ölmek yenilmek değil, yüceltmektir şanını” der. Atsız’a göre, yurt için ölmek, ölümlerin en yücesidir.
Kitabının ilk şiiri olan Yakarış’ta:

“Anlamayız hayatı felsefeyle ilimle
Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı.
Rahat yatakta ölmek acap olmaz mı çile?
Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı.”

der. O, hareketsiz ve yalnızca felsefe üretmenin adamı değildir. Kahramanlar, rahat bir yatakta ölmeyi kabullenemezler. Kahraman, ülküsüne erişmek için gerekirse canını vermelidir. Çünkü, vatan için ölen kişi, görünüşte ölmüştür, ama sonsuza kadar “ırkının şeref taşan efsanesinde” yaşar.
Büyük Türkçü Hüseyin Nihâl Atsız, 11 Aralık 1975’te ebediyete intikal etti. İnşaallah şu dileğine de kavuşmuştur:

Ey doğunun serinleten rüzgârı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları,
Düştüğü yer uzakta “dilek” adlı bir saray.

O sarayda bulunca tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da Kür Şad uzatarak elini:
“Hoş geldin oğlum Atsız, kutlu olsun!” diyecek.

Ruhu şad olsun.


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002