Saddam davasını izlerken kendimi hayali bir mahkemenin duruşma salonunda görüyorum. Kimi zaman sanık, kimi zaman müşteki, kimi zaman müdahil, kimi zaman da tanık… Çoğu kez müdahilim… Öyle ya, ülkesini, halkını, kendi evlatlarını bile ihtirasları uğruna kurban vermiş bir diktatörün bile söyleyecekleri var da, bizim mi yok? Herkesin sabah kalkıp, akşama dek bülbül gibi şakıdığı bir ülkede, gündüz söylenenlerin gece unutulduğu yerde, laftan ucuz sermaye mi olur?
Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’in yargılanma süreci, beni; adliye muhabirliği yaptığım yıllara götürüyor… Dram, trajedi, komedi ne ararsanız var o duruşma salonunda. Fazlası var, eksiği yok… Bir tiyatro sahnesi… Kimi zaman beş bıçak darbesiyle arkadaşını öldüren sanığın sözleri geliyor aklıma… Hakimin, “Oğlum nasıl oldu bu iş?” sorusuna “Efendim meyve soyuyordum, arkadaş bıçağın üstüne düştü” diye cevap verişini asla unutamam… “Bu nasıl düşüş beş bıçak yarası var” dendiğinde ise “Efendim düşerken, yuvarlanıyordu…” karşılığını vermişti aynı sanık…
Gazozla kandırılıp iğfal edilen bir kızın “Elini boynuma attı, saçımı okşadı, sonra öpmeye başladı…” diye detaylı ifadesine kızan yargıcın, “Kızım zevk dakikalarını geç, kendi rızanla mı gittin o eve” şeklinde çıkışması da bir başka unutulmaz duruşmaydı… Bir şişe şarap parası yüzünden tartıştığı arkadaşını öldüren balıkçının son duruşmada gözyaşları arasındaki itirafını da unutamam… O anda çözülmüş, bütün ifadelerinin yalan olduğunu ve vicdan azabı çektiğini belirterek, hıçkırıklar içinde cinayeti işlediğini söylemişti.
Saddam davasını izlerken kendimi hayali bir mahkemenin duruşma salonunda görüyorum. Kimi zaman sanık, kimi zaman müşteki, kimi zaman müdahil, kimi zaman da tanık… Çoğu kez müdahilim… Öyle ya, ülkesini, halkını, kendi evlatlarını bile ihtirasları uğruna kurban vermiş bir diktatörün bile söyleyecekleri var da, bizim mi yok? Herkesin sabah kalkıp, akşama dek bülbül gibi şakıdığı bir ülkede, gündüz söylenenlerin gece unutulduğu yerde, laftan ucuz sermaye mi olur?
Fakat öyle yapmıyorum… Ne konuşma ne de susma hakkımı kullanmak istiyorum… Biliyorum ki, pavyon fedailiğinin bile ‘dengeler’ adına meşru görülüp, ulufe olarak dağıtıldığı yerlerde artık ne sözün, ne suskunluğun hükmü vardır… ‘Bizdense yapsın’ denilerek hırsızlığın önünün açıldığı, akşam toplanılıp hasılatın paylaşıldığı yerlerde, söz de, saz da kuru gürültüden başka bir anlam ifade etmeyecektir…
Kahırlanıyorum, ağız dolusu suratlarını tüküresim geliyor, tükürüğüme yazık deyip, yutkunma hakkımı kullanıyorum…
‘Çaldı fakat iş yaptı’ sloganını 25 yıldır başlarına taç edenlerin, bir lokma ekmeğe muhtaç ettikleri çocukları görüyorum sokaklarda… Kimi tinerci, kimi dilenci… “Evladım…” diyorum, bakışıyoruz, kapkara gözlerindeki acıyı görünce boğazım düğümleniyor, sesimi kısıp, yutkunuyorum…
Ağzına attığı sakızla, naylon çorabı, yüksek topuklu ayakkabılarıyla Ankara Caddesi’ni turlayan ‘düşmüş’ kızları görüyorum. Dedeleri yaşındaki ‘kart’ para babalarıyla pazarlıklarına tanık oluyorum, midem kalkıyor tükürmek istiyorum, yanımdan geçip giden çocukları görüp utanıyorum… Ve yutkunuyorum.
Kanal kanal geziniyorum… Her biri bir şöhret tapınağı haline gelmiş televizyonların ne dediğini anlamaya çalışıyorum. Ellerine tutuşturulan pusulaları okuyup, porselen dişlerini göstererek ahkam kesişlerine içleniyorum… Ağız dolusu konuşasım geliyor, laf adama söylenir deyip vazgeçiyorum ve yutkunuyorum…
Evet… Yutkunma hakkımı kullanıyorum o hayali duruşma salonlarında.
“Niye Saddam’ın duruşması bunları çağrıştırıyor” diye soracak olursanız?..
Irak dediğiniz yer, tükürseniz ulaşacak mesafede. Elin oğlu gelip, Şemdinli’ye kadar çomak sokuyor. Karıştırıyor, vuruyor, kırıyor… Top yine bizim kucağımızda kalıyor. Başbakanın sabrını taşıran bölücü terör örgütünün yayın organı televizyona demeç verenlerin listesi bir açıklanıyor, insanın ağzı açık kalıyor.
Türkiye’yi bir ateş çemberi kuşatmış, bir vekil ‘Ordu Ankara’dan çıksın’ diyor.
Dedim ya, bu saatten sonra saz da, söz de kuru gürültüden ibaret.
Ben yutkunma hakkımı kullanmak istiyorum…
Tıpkı, bir şeyler yapması gerektiği halde, ‘ikbal biti’ olmaktan yakalarını kurtaramayıp da, ne dedikleri anlaşılamayanların yaptığı gibi…
Yutkunma hakkımı kullanmak istiyorum…