“Yunan ordusunun başarısı için dua edenler” mi ararsınız, “Milliyetçileri öldürenler gazi, bu yolda can verenler şehittir” diyenler mi?.. Bunlara bir de cepheden kaçanlar eklenir. Yoklardan, yoksulluklardan geçilmez: Yiyecek yoktur, içecek yoktur, giyecek yoktur. Daha da kötüsü: Silâh yoktur… Mehmetçik yalın ayak, başı kabaktır…
Bazı fikir ve ilim adamı sandıklarımız kitaplar tarafından doldurulmuş plâklara benzer.
Mahmut Nedim Güntel
Mâniler
Hoş mudur olmak bezgin
Senin de olsun ezgin
Bomba gibi kaleme
Sahiptir Nazan Sezgin…
*
Takılmadan çalıya
Gideceğiz yalıya
Fazilet Olcay hala
Geleceğiz Salıya…
*
Sözüm yok anlamaza
Çene yorma aymaza
Gönüllere sığmazdı
Sığdı Mahfesığmaz’a…*
(*Adana’da bir semt)
*
Hoyrat
Öz kişi öz kişi
Üvey kişi öz kişi
Gönüllerde köz kişi
Ne eserler bıraktı
Bahaeddin Özkişi…
Kendilerini dünyanın ve tarihin merkezi sananların aşk çocuklarının çıkarmadıkları rezalet, yapmadıkları kahpelik, işlemedikleri alçaklık, cinayet kalmaz. “Garbın cebîn-i zalimi”, “tek dişi kalmış canavar” canavarlıkların, barbarlıkların en pespayelerini gösterir. İblisin bile aklına gelmeyen alçaklıklar bunların aklına gelir. Cennet yurdumuz yangın yerine döner, çöle çevrilir. Mandacıların, ayrılıkçıların, emperyalizmin uşaklarının maşalarıyla, onları kullananlar el ele verir. Şanlı bayrağımıza saygısızlık yapanlar, cennetmekân Hünkârımın sandukasını tekmeleyen densizler bile görülür.
Bu felâket yağmurları altında memleket için, millet için mutluluk çiçekleri toplayanlar da vardır. “Feleğin her türlü esbâb-ı cefası”na karşı koyarlar. Sözlerini dudaktan, gözlerini budaktan sakınmazlar. Kadınıyla, kızıyla, kızanıyla, yaşlısıyla, genciyle, hastasıyla, sağlamıyla, askeriyle, siviliyle bütün bir millet ayaklanır. Memleket ufuklarını saran kara bulutlar, o hamiyetperver, o memleket severlerin himmetiyle, akıllara sığmayan fedakârlıklarıyla ve Mustafa Kemal’in dehasıyla dağılır. Aka Gündüz, Dikmen Yıldızı’nda şöyle der: “Topu yumrukla susturduk. Süngüyü tırpanla biçtik; otomobili kağnı ile geçtik.” Kahpe dölleri “vatanın harim-i ismetinde” boğulurlar veya “geldikleri gibi giderler”… “Milleti yine milletin azim ve kararı kurtarır”…
Bize bu satırları yazdıran Turgut Özakman’ın ŞU ÇILGIN TÜRKLER adlı belgesel eseri oldu. Güzel Türkçeye hasret kaldığımız günümüzde bu eser pırıl pırıl Türkçesiyle son derece rahat okunuyor. Zaman zaman gözlerimiz yaşardı; kimi zaman da göğsümüz kabardı. O ne sabır, o ne emektir ey Öz Ak Man!. Mustafa Kemal’e göre Albay İsmet’in önde olmasını; Triku pisin tutsak edilmesinde Dadaylı Halid Beğ (Akmansü)in adının geçmemesini; Enver Paşa ile Sultan Vahdeddin hakkındaki bazı sert ifadeleri yadırgamadık dersek yalan olur. Yaşlısıyla, genciyle her kesimden herkesin okuyacakları, dahası: Ders alacakları, ezberleyecekleri bir eser… Bu tür kitaplar, (bu arada Nurten Arslan’ın pek beğenilen, Atatürk’ün hayatını anlatan Küçük Anılarda BÜYÜK SIRLAR adlı 10 ciltlik takımının 3’üncü cildinin piyasaya verilmek üzere olduğunu da müjdeleyelim.) “İkinci cumhuriyet” hezeyanlarının savrulduğu. Karen Fogg veletlerinin yemedikleri nane kalmadığı, kiralık-satılık kalemlerin fink attığı, Arap-Acem hayranlıklarından geçilmediği; Türk’e, Türklüğe, Türk büyüklerine, Türk Ordusuna dil uzatıldığı; şehitlerimin kanlarıyla sulanmış bu aziz toprakların peşkeş çekilmeye, pazarlanmaya yeltenildiği; dünyanın şer güçlerinin üstümüze üstümüze geldiği günümüzde daha bir önem ve değer kazanmaktadır… Eseri ödüllendiren kuruluşları alkışlamak, dil uzatan yaratıklara da Allah şifa versin demek isteriz…
Turgut Özakman’ın kalemine, Ahmet Tevfik Küflü’nün Bilgi Yayınevi’ne nur yağsın demekten kendimizi alamıyoruz.
Bir Osmanlı Mucizesi
MİMAR SİNAN
Yalnız Türklerin değil, dünyanın da en büyük mimarı, bugüne değin aşılmamış, bundan sonra da aşılması mümkün olmayan Pîr-i Mîmârân Sinân 400 dolayında eser bırakır. Kaba bir hesaplamayla 6 aya bir eser düşer. Bunların arasında bir küçük çeşme de vardır, Şehzadebaşı Camisi de, Süleymaniye de, Selimiye de… (Onun ‘aşılamayacağını’ söylemek bir kehanet değil, gerçeğin ta kendisidir!..) İşin erbabı olanlar: “Edirnekapı Mihrimah Camisi son derecede cesur bir mimarlık denemesidir. Selimiye ise dünya taş işçiliğinde başta gelir. Üsküdar Şemsi Paşa (Kuşkonmaz) ve Azapkapıdaki Sokullu camileri aşağı yukarı suyun içinde olmalarına rağmen bunca zamandır en küçük bir kayma görülmemiştir.” derler.
“Kubbeyi zirveye taşıyan dâhi” sürekli arayış içindedir. Hiçbir zaman tekrar nedir bilmemiştir. (Eski yazılarını sık sık tekrarlayan kûşe yazarlarının kulakları çınlasın!..) Cami, mescit, han, hamam, imaret, su kemeri, kervansaray, köprü gibi her türde eseri İstanbul, Marmara Bölgesi, Anadolunun çeşitli yerleri, Irak, Suriye, Filistin, Suudî Arabistan, Kırım, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan gibi çeşitli ülkelerin şehirlerini süslemektedir. (Eee, kolay değil: ‘Bastığı yerde ot bitmeyen’ (!) bir milletin evlâdı olmak!..)
Mimarbaşı büyük mimar olduğu kadar da büyük şehircidir, büyük mühendistir. Büyük suyolcudur, büyük aydınlatmacıdır, büyük ses düzenleyicisidir, büyük ışıklandırmacı, büyük havalandırmacıdır, büyük zemin mekanikçisidir. (Halat bağlatıp minareyi düzelttirmesi gerçek ise halk pisikologu olduğu da söylenebilir.)
Koca Sinan, Türk kültür ve sanatındaki büyüklüğüne rağmen, hakkında ne yazık ki yeterli derecede bilgi mevcut değildir. Eserlerinin tam ve sağlıklı bir katalogu bile yapılmamıştır. Dünya mimarlık tarihinde lâyık olduğu yere oturtulmamasını anlamak mümkün değildir!..
Drina köprüsünü benim Mimarbaşım yapar; el oğlu köprüyü romanlaştırıp Nobel ödülü alır. Akıl havsala alacak iş değildir: Burnundan kıl aldırmayan bizim yazar-bozarlar, boyarlar–yontarlar, araştırmacılar, şairler onu gereğince işlemezler. İş bununla da kalmaz: Bütün araştırmacılar, onun hatıralarını anlatan Tezkiretü’l-Bünyan’ın orijinal nüshalarını bir yana bırakıp Ahmed Cevdet’in neşrini esas alırlar… Bu baskıdaki “kara çamur”a da mal bulmuş Mağribî gibi sarılırlar… Şiirler bile yazarlar… Süleymaniyenin yapımı sırasında dedikodular yayılır: “Binayı ‘kara çamur’dan çıkarmaya kadir değildir.” “Kerkük’ün en velût ve en yılmaz kalemi” Mimar Sinan uzmanlarından Prof. Dr. Suphi Saatçi Topkapı Sarayındaki Revan nüshasını inceler. Kelimenin ‘kara çamur’ değil, ‘kara çav’ olduğunu tespit eder. Bu, ‘inşaat iskelesi’ demektir. Mesele böyle titiz bir çalışmayla aydınlığa, Tezkiretü’l-Bünyan da en sağlıklı yayına kavuşur. Kültür ordumuzun kahramanlarından ve kılı kırk yaran bir bilim adamı olan Prof. Dr. Suphi Saatçi’nin hazırlayıp Ötüken Neşriyat’ın yayımladığı Bir Osmanlı Mucizesi MİMAR SİNAN adlı eserin son derece güzel bir baskısı var. Pırıl pırıl sayfalar ve şık bir sayfa düzeni. Saatçi hocamızı, Ötüken’i ve emeği geçenleri kutlulayacak söz bulamıyoruz.
“Geçdi bu demde cihândan pîr-i mi’mârân
Ruhıyçün Fatiha ihsan ide pîr ü civân”
*
Hâmiş: Bu arada, 41’inci yaşına basan Ötüken Neşriyat’a da 41 kere maşallah, Mevlâ kem gözlerden esirgesin diyor, Türk kültürüne daha nice nice hizmetler etmesini diliyoruz
Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya hocamızın bütün eserlerini 12 cilt hâlinde yayımlayıp bugüne değin yapılan en güzel baskıyı gerçekleştiren Ötüken’e teşekkürler, tebrikler, minnetler. Sağ olasın Nurhan Alpay, sağ olasın Erol Kılınç…
Usta Bir Sesten
Münip Utandı’dan 3 Albüm
Günümüzde Klâsik Türk Musikisinin usta erkek seslerinden ve klâsik icradan taviz vermeyen sanatçılarından biri olan Münip Utandı 3 albümüyle (Boğaziçi, Seslenişler-Bekleyişler, Gidem Dedim) sanatseverlere sesleniyor. Onun için Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça gibi bir otorite şöyle konuşuyor:
“1976 yılında Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klâsik Türk Müziği Korosunun solistleri arasında bir genç, geniş ses sahasını, güzel üslûbuyla mükemmel bir şekilde bezeyerek Türk musikisi dinleyicilerine sergilemeye başladı. Bu ses kısa bir süre içinde herkesin hayranlığını kazanarak aranan vasıfları haiz bir ses sanatçısının gündeme geldiğini ortaya koydu. Güzel bir ahlâk taşıyan, araştırıcı bir sanat adamı olan, duygu donanımı yüksek ve mükemmel bir kişiliğe sahip bu genç, günümüzde Türk müziği elçisi Münip Utandı’dır.
Başlangıcından itibaren başarılarla dolu sanat hayatını yakından izlediğim Münip Utandı musikimizin geleceği için yaptığı çalışmalarla beni son derece mutlu etmiştir…”
Münip Utandı hakkında Birol Yayla-A. Şenol Filiz gibi iki saz sanatçısı da şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Üslûbu, tarzı, kişiliği ve duruşuyla bütünleşmiş bu usta yorumcunun icraları bugün olduğu gibi gelecekte de derin izler bırakmaya devam edecek… Bütün güzellikler ‘Boğaziçi’ kadar anlamlı ve bâkî kalsın…”