Sağlık sistemindeki baş döndürücü gelişme, elbette ki teknolojiye paralellik arz edecekti.Elbette tıp, bilgisayardan faydalanıp, bilgisayarlı tomografiye (bilgisayarlı kesityazar) geçecek, elbette elektron mikroskoplardan başlayan inceleme, gen kopyalama çılgınlığına kadar uzanacaktı.Oteller beş yıldızlı oluyorsa, hastaneler de beş yıldızlı olacaktı. Hizmetin kalitesi, sağlıklı ortam, teknolojik yenileşmeler hiç kaçırılmadan sağlık sistemine de uygulanacak böylece sağlıkta, teknolojiden sonuna kadar faydalanılacaktı...
Örneğin, riskli doğumlarda dünyaya gelen bebeklerin yaşama kazandırıldıkları bir ünite hazırlayıp, bu ünitede bebeklerin bakıma alındıkları özel kuvözler, taşıma kuvözü, vantilatörler, özel bakım yatağı, fototerapi cihazı gibi özel cihazlar olmalıydı.
Safra kesesi, Hemoroit (Basur), Meme hastalıkları, Guatr, Yemek borusu, Mide, Pankreas, On iki parmak bağırsağı, İnce ve kalın bağırsak, Apandisit, Fıtık, Kıl dönmesi, Kanser vb rahatsızlıklarda ameliyatlar teknik donanımla gerçekleştiriliyordu.
Hatta toplumun ancak % 5 - 10’unun gidebileceği kalitede personel ve teknik donanım düzeyi yüksek, 24 saat boyunca hizmet kalitesinde aynı standardı koruyabilen en gelişmiş acil sağlık hizmeti bölümüne sahip hastaneler de vardı.
Bu hastanelerde, aile hekimi yanında, haftada her gün, gece gündüz hastane içerisinde nöbet tutan Genel Cerrah, Kadın Doğum Uzmanı, Çocuk Hastalıkları Uzmanı, Kardiyolog, Anestezi Uzmanı, Kalp ve Damar Cerrahı, olacaktı.
Ne kadar geliştirilmişti sağlık.
Aynı anda, uzman Aile Hekimlerince değerlendirilen hastalar, gerek duyulduğunda, tedavi sürecinde görev alan; Ortopedi, Plastik Cerrahi, El ve Mikrocerrahi, Damar Cerrahisi, Kardiyolog, Nöroşirurji, Nöroloji, Üroloji, Kulak-Burun-Boğaz, Göz Hastalıkları, Çocuk Cerrahisi, Cilt Hastalıkları, Gastroenteroloji ve Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları alanlarında nöbetçi ekipler de her türlü acil duruma hazırlıklı olarak hastanede bulunmaktaydılar.
Cihaz ve malzemede kaliteden taviz olamazdı. 24 saat boyunca uzman radyolog yorumuyla birlikte MR görüntüleme, Spiral BT ve Doppler Ultrasonografi çekebilme imkânı bulunmaktaydı.
Bu tür ileri tetkiklerin gece dâhil yapılabilmesi erken teşhiste acil hekimine büyük kolaylıklar getirmekte hastalar için yaşam kurtarıcı özellik sağlamaktaydı.
Hatta kimi hastanelerde, hastaya yaklaşım global düşünülmüş olup, İngilizce, Almanca ve Fransızca bilen uzman aile hekimlerinin yabancı hastaların ve tıp çevrelerinin taleplerine daha kolay cevap verebilmeleri, sürekli internet bağlantısı ile yabancı bilgi kaynaklarına daha kolay erişebilmeleri, acil servise duyulan güveni daha da arttırmaya yönelikti.
Hastayı uzun süreli takip edebilmek ve muayenelerinin tekrarlanabilmesi için gözlem odalarının sayısı fazla tutulduğu gibi, ortalama bir saat içinde tamamlanabilecek tetkik ve değerlendirmelerin sonucunda, acil servis uzmanı, eğer gerekiyorsa, sizden ileri tetkik veya nöbetçi branş hekimi konsültasyonuyla ilgili onayınızı sorabilecekti. Her tetkikin ve tedavinin amacı yapılmadan önce ayrıntısıyla size açıklanacaktı.
Ama burada amaç toplumun geneline hizmet vermek miydi? Yoksa belirli kesimin müreffeh bir yaşam sürmesine yönelik VIP hastane sistemi miydi?
Öyleyse eğer amaç toplum geneline hizmet vermekse, devlet hastanelerinde olduğu gibi diğer özel hastanelerde de acil yanık, acil kırık, acil menenjit, tüberküloz, şeker gibi toplumun geneline ait rahatsızlıklar için de hizmet verilmiyordu?
Verilemediğine göre bugün bu hastaneler kendi amaçladıkları kesime verecekleri hizmetle Türkiye'deki sağlık sorunlarına ne çözüm sunmuş olacaktı?
Kısacası, Akşam Gazetesi’nde de yayınlanan makalemde de belirttiğim gibi, boş kovan türü yapılanmayla, değil bir grup, özel sektörün tamamı bu tarz yatırıma yönelse, sağlık sorunlarının % 20'si bile çözülemezdi.
Olması gereken, kendimiz ve yakınlarımız acil bir sağlık sorunuyla karşılaştığında, hastaneye gittiğimizde nasıl bir muamele bekliyorsak, hastanenin de halka öyle muamele edebilecek seviyede olmasıdır.
Bu tür bir gelişim için devletin bu sorunu ele alması ve yol su elektrikte olduğu gibi sübvanse etmesi gerekir.
Hastanelerde hastaların durumları incelenip, kullandıkları ilaç, bu ilaçların birbirini etkileyişi, fazla ilaç kullanımının ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirler alınmalıdır. Örneğin 60-65 yaşından sonra bir insana bir iki ilaçtan fazla ilaç verilmemeye dikkat edilmelidir. Çünkü bu insanlarda fazla ilaç verildiğinde vücutta böbrekler, karaciğer, mide, safra kesesi, kemik iliği vs etkilenmektedir. Örneğin
Digoksin eskiden kullanılırken şimdi niye kullanılmıyor? Şu sorunun sorulması lazım değil midir? Bu uygulama dün mü yanlıştı, bugün mü yanlış?
Hayır aslında yanlış olan bu değil. Yanlış olan her branş doktorunun hastaya kendi sahasıyla ilgili yaklaşıp kendince en uygun (!) ilacı veriyor olmasıdır.
Oysaki gerek hastalığın tedavisi gerek verilen ilaçlar multidisipliner şekilde gerçekleşmiş olsa veya buna azami gayret gösterilse hastanın üç dört ayrı branşta birer ikişer ilaç alıp, farkında bile olunmadan yedi sekiz ilaç kullanmasının önüne geçilmiş olur.
Bilerek bilmeyerek hastanın kullandığı bu ilaçlar, bazen kan sistemini, bazen kemik iliğini, bazen karaciğeri, bazen göz tansiyonunu vb etkileyebilmekte, hasta tedaviye kavuşayım derken sağlığını daha da kaybetmektedir.
Bu bakımdan hastaya ilaç verilirken de ana prensip vücudu azami korumak olmalıdır.
Yine insanlar, sonuç alınamayan birçok röntgen tahlil tektik ve ameliyatlar sebebiyle hem maddi hem manevi perişan olmaktalar.
Üstelik acil durumlarda nereye gideceklerini bilememekte, gittikleri yerden de, baştan savulma riskiyle karşı karşıya kalmaktalar.
Birçok hastanede, acil ve kritik vakalarda ki bu vakalarda ölümle sonuçlanma durumu da dahildir, sorumluluğu üzerine almamak ve imajını lekelememek için hastanın bir başka sağlık birimine mümkünse bir üniversite hastanesine sevkine bakılmaktadır.
Özet olarak hastaneler, vatandaş doktoruna gönül rahatlığıyla gidebileceği, eğer ilaç veriliyorsa onu gönül rahatlığıyla alabileceği, ameliyat isteniyorsa gönül rahatlığıyla ameliyata gidebileceği, acil durumlarda kendisinin ihtiyacına çözüm bulunacağına inandığı güvenli ortamlar haline getirilmeli.
Hekimlerimiz de sosyal durumları iyileştirilmiş, her türlü tıbbi yeniliği takip edebilecek durumda, kendi kişisel hayatını rahatlıkla sürdürebilecek seviyede olmalılar.
Sağlıkta birinci öncelik hastanın sağlığına kavuşması olmalıdır.