Kasım 2008

Ö T E S İ

 

4.12.2024 



Sözün Özü

 
Alptekin Cevherli

Anadolu’nun anahtarı nerede?


İnsanlık tarihinin Ortadoğu'dan sonra en kanlı coğrafyasını Balkanlar teşkil eder. Anadolu'nun hemen batısından başlayan bu bölge Türklerin gözünde ancak Viyana önünde son bulur. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Rumeli Beylerbeyi'nce idare edilen Balkanlar, Türk tarihinde aşınmaz izler bırakmış; hatta Türk kültür dünyası içinde kendine özgü bir yer edinmiştir.

Önce Afganistan, ardından Irak derken; sonra Suriye mi yoksa İran veya Kuzey Kore mi Amerikan işgaline uğrayacak diye ahkâm kesen Türk strateji uzmanları bu bölgelerle ilgili Türkiye'nin millî menfaatlerini dillendirirlerken istemeden de olsa gündemin gerisinden takip eden, önlerine hazır olarak sunulan haritaları yorumlayan bir acziyet içine girmişlerdir. Oysa Türk aydını, kendi tarihinin omuzlarına yüklediği 'Tarih yaratan millet' özelliğinin hakkını vermek ve Türkiye'nin millî menfaatlerinin; gündemi takip ederek değil, gündemi oluşturarak gerçekleşebileceğini idrak etmek mecburiyetindedir.
Bu bakımdan Türk Milleti uyanık olmak ve sadece Orta Asya'da veya Ortadoğu'da değil, Kafkasya ve Balkanlar'da da var olduğunun idrakine varmak zorundadır.
İnsanlık tarihinin Ortadoğu'dan sonra en kanlı coğrafyasını Balkanlar teşkil eder. Anadolu'nun hemen batısından başlayan bu bölge Türklerin gözünde ancak Viyana önünde son bulur. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Rumeli Beylerbeyi'nce idare edilen Balkanlar, Türk tarihinde aşınmaz izler bırakmış; hatta Türk kültür dünyası içinde kendine özgü bir yer edinmiştir.
Osmanlı Devleti'nin 1353'te Çimpe Kalesini alması ile resmen Avrupa topraklarına adım atan Türkler, 650 yıl boyunca Balkanlar'da yurt tutmuş, coğrafyaya şekil vermiştir. Bazı kesinti dönemlerini saymazsak 1683 tarihli 2'nci Viyana kuşatmasına kadar süren Türk ilerleyişi bu olaydan sonra duraklama ve gerileme sürecine geçmiştir. 1699 Karlofça Antlaşması neticesi ile de, ilk kez Türk toprakları resmen yabancı bir devlete bırakılmak zorunda kalmıştır. Balkanlarda başlayan bu gerileme tedricen tüm Osmanlı topraklarında sürmeye devam etmiştir. Ancak bu yavaş gerileme 93 Harbi ve özellikle de Birinci Balkan Savaşı ile tam bir bozgun ve Balkan Türklüğü açısından vahşi soykırıma dönüşmüştür...

BALKAN TÜRKLERİNİN KÖKENİ
Tarihin çok eski çağlarından beri Türkler sürekli olarak batıya doğru bir göç hareketi içinde olmuşlardır. Ancak bilindiği gibi bu Türk akınları belirli mevzii başarılar göstermişse de kalıcı bir etki bırakamamıştır. Bunda bölgeye gelen Türk boylarının yerli kavimlerle karışarak erimesi ve millî benliğini kaybetmesi en temel etkendir. Hunlar, Bulgarlar, Macarlar, Finler, Peçenekler, Kumanlar, Kıpçaklar vb. Türk toplulukları buna örnek gösterilebilir. Dolayısıyla Avrupa milletleri bu akınlardan etkilenerek bazı yeni oluşumlara yer açmışlarsa da Batı'nın medeni gelişimi dışında bu Türk göçlerinin Avrupa'ya ciddi bir faydası olmamıştır. Her gelen Türk boyu, beraberinde Batıya medeni hayat gereklerini de götürmüş ancak zaman içinde kendileri de barbar kavimlerin içinde eriyip gitmiştir.
Oysa Müslüman Türklerin Avrupa'ya girişi çok farklı olmuştur. Bu kez Türkler sadece insanca yaşam için gerekli olan asgari bilgileri değil (temizlik, tuvalet alışkanlığı, teknoloji vs) yepyeni bir inanç sistemi de getirmişlerdir. Bu ise Batı'nın içinde bulunduğu ortaçağ karanlıklarına ve kilise taassubuna karşı büyük bir uyanışı temsil edecektir. Üstelik Müslümanlığı benimseyen çeşitli Batılı kavimler sayesinde Türklük ve İslamiyet Avrupa topraklarında ilelebet kalacak bir yer de edinmiştir. İşte yaratılan bu ortamı anlamak için Osmanlı İmparatorluğu'nun gerçekleştirdiği iskân politikasını yakından bilmek gerekir.
Osmanlılar, Türkistan'dan gelen Türkmenleri Anadolu'da Bizans'tan aldıkları kalelerde iskân etmelerine rağmen, yine de devam eden yoğun göç dalgası karşısında yeni fethettikleri yerlere söz konusu Türkmen aşiretlerini yerleştirmişlerdir. Bunun ötesinde, kendisini Selçuklu Devleti'nin devamı kabul eden Karamanoğulları ile çetin bir mücadeleye girişen Osmanoğulları, Anadolu Türk Birliği'ni tam manasıyla tesis edebilmek için bu beyliği bir daha kurulamayacak şekilde ortadan kaldırmak zorunda kalmışlardır. Bu amaçla da Karamanoğulları'nın tebaası olan devlet geleneğine sahip ve iyi yetişmiş Türkmen boyları, Balkanlar'da yeni fethedilen bölgelere iskân edilmişlerdir.
Bu yerleşim politikasında meslek sahibi ailelerin, o mesleğe ihtiyaç duyulan kentlere göç ettirilmesi, devletine ve milletine gönülden bağlı asil Türk ailelerinin serhat boyları olan Rumeli’ne güvenlik gerekçesiyle mevzilendirilmesi gibi kıstaslar üzerinde elbette önemle durulmuştur. Örnek aileler yeni fethedilen topraklara gönderilerek bölgenin yerli halkının bunlardan etkilenmesi ile Türklük ve İslamiyet'e ısınması özendirilmiştir. Bunun neticesi olarak Türkler, çok kısa bir sürede bütün Balkan coğrafyasına hâkim olmuşlardır. Pek çok şehrin halkı Türk akıncılarına kale kapılarını kendileri açmış, hatta davet etmiştir. Sonuçta Balkanlar'da pek çok kavim kendiliğinden Müslüman olmuş ve Türkleşmiştir. Tabii bunların ötesinde bir de daha evvelden Karadeniz'in kuzeyinden gelip yerli halk arasında millî benliğini kaybeden antropolojik olarak Türk asıllı; fakat yaşam kalitesi olarak Türklükten uzaklaşmış çeşitli boylar da zamanla tekrar asıllarına rücu etmeye başlamışlardır. Bunlara örnek olarak Arnavutları, Boşnakları ve Pomakları gösterebiliriz. Bu grupların içinden de pek çok insan Türkmenlerin içine karışarak özüne dönmüştür. Böylece 14'üncü asrın ortalarından 17'nci asra gelindiğinde Balkanların nüfusunun yarıdan fazlasının Türk ve Müslümanlardan teşekkül etmiş olduğu tarihi kayıtlara geçmiştir. Bu konuda gerek Türk, gerekse Avrupalı gezginlerin tutukları notlar birbirlerini doğrular niteliktedir. Hatta Evliya Çelebi'nin ünlü Seyahatnamesi bu hususta çok ayrıntılı bilgiler içermektedir. Bunun ötesinde tam bir devlet geleneği sürdüren Osmanlı İmparatorluğu'nun resmi kayıtları incelendiğinde de Balkanlardaki Türk Müslüman nüfusun Hıristiyan azınlığa nazaran üstünlük gösterdiği açıkça görülür.

BU İNSANLARA NE OLDU?
Peki, şu anda Balkanlar’da nüfus oranları nasıldır? Size 2000 yılının ilgili ülkelere ait resmi rakamları ile sunalım:
2000 yılı verileriyle Bosna-Hersek'te nüfusun yüzde 50'sini Müslümanlar oluşturmaktadır. Bu ise yaklaşık 2 milyon insana tekabül eder. Bosna'da bu gün için kendini 'Türk” olarak tanımlayanlar nüfusun sadece yüzde 2'sini oluşturur. Arnavutluk'ta ise nüfusun yüzde yüzde 70'ini Müslümanlar oluştururken, bunlar içinde Türk nüfus hiç gözükmemektedir. Yunanistan'da ise nüfusun yüzde 98'ini Yunanlılar oluştururken, Türkler Batı Trakya'da yaklaşık 200 bin kişi ile yüzde 2'lik bir kesimi oluştururlar. Bulgaristan'da ise ilgi çekici veriler mevcuttur. Bulgar makamlarına göre nüfusun yüzde 12'sini Müslüman unsurlar oluştururken, Türkler genel nüfus içinde yüzde 10'luk paya sahiptir. Diğer yüzde 2'yi çingene ve diğer unsurlar oluşturur. Oysa bugün için bilmekteyiz ki, Bulgaristan nüfusunun yüzde 30'dan fazlasını Türkler oluşturmaktadır. Yani Türk nüfus 3 milyon civarındadır. Romanya'da ise nüfusun binde 4'ü Müslüman olup, Türkler ise binde 2'yi oluşturur (Oysa Romanya'da 500 binden fazla Türk yaşadığı bilinmektedir). Makedonya'da ise nüfusun yüzde 30'u Müslüman olup, Türkler ise yüzde 4'ü teşkil eder. Sırbistan'da nüfusun yüzde 19'u Müslüman olup, kendini Türk olarak tanımlayanların oranı yüzde 2'yi geçmemektedir. (Burada sunduğumuz veriler resmi rakam olup, devletlerin işlerine geldiği gibi üzerinde oynama yaptıkları rakamlardır, dolayısıyla bazı düzeltme bilgilerini yanlarında verdik. Ancak yine de bu yanlış rakamların bazı ipuçları vereceği kanaatindeyim)
Evet sorun çok nettir. Balkan yarım adasında çoğunluğu elinde tutan Türkler, 150 yıl içinde ne olmuştur da bindelerle ifade edilen azınlık durumuna düşmüşlerdir?
Bu sorunun birbiriyle ilişkili iki cevabı vardır:
a) Türklere karşı uzunca bir süredir acımasız bir soykırım ve asimilasyon politikası uygulanmış ve uygulanmaktadır.
b) Türkiye bu insanlara öz vatanlarında sahip çıkmak yerine Anadolu'ya göçlerini teşvik eden bir politika izlemiştir. Bunun sonucunda Balkanlar boşaltılmıştır.

YA TÜRKİYE'NİN STRATEJİK ÇIKARLARI?
Peki şu andaki bu mevcut durum Türkiye'nin stratejik çıkarlarını korumak için yeterli midir? Başka bir deyişle, en azından bugünkü Türk nüfusun korunması için neler yapılmaktadır?
Batı Avrupa'da uyanmaya başlayan milliyetçilik hareketinin etkisi Balkanlarda kendisini 'Komitacılık' şeklinde göstermiştir. Sırp, Bulgar ve diğer komitacı eşkıya grupları Balkanlarda onlarca yıl Türk kasabalarını yağmalamış, Türklere karşı çok şiddetli soykırımlar düzenlemişlerdir. Bu dönem zarfında Türkler Anadolu'ya göçe zorlanmıştır. Göç etmeye kalkanlar yolda çapulcuların saldırılarına maruz kalmışlar ve şehit olmuşlar, yurtlarını savunmaya kalkanlar ise anayurttan gerekli desteği göremedikleri için azgın canavar sürülerinin önüne atılmış birer koyun gibi boğazlanmışlardır. Bu açıdan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin kısa fakat etkin tarihi ibret verici gerçeklerle doludur.
Türklere karşı yapılan etnik soykırıma örnek olarak şunu vermek yeterlidir. Yunan krallığı Mora yarımadasında bağımsızlığını 1829 yılında ilan ettiğinde yarımadada Türk ve Yunan nüfusun eşit olduğu bilinir. Ancak "Her Yunanlı ailenin komşusu olan bir Türk aileyi ortadan kaldırması" tezi üzerine harekete geçen komitacılar, bir gece içinde yarımadanın tamamını Yunanlaştırmışlardır. Paskalya gecesine gelen bu olay tarihteki en vahşi soykırımlardan biri olarak yerini almıştır. (Bu vahşette bir gecede 500 bin Türk'ün katledildiğini bazı tarih kitapları yazmaktadır)

ŞU ANDAKİ TEHLİKELER
Bilindiği gibi ABD'nin Ortadoğu'da giriştiği harekât Türkiye'nin dikkatini bu bölgeye çekmiştir. Oysa Türkiye'nin doğu sınırları olduğu gibi batı sınırları da mevcuttur ve buradaki sorunlar da doğudakileri aratmayacak cinstendir. Özellikle Kıbrıs sorunu ile yeniden gündeme gelen Avrupa-Türkiye ilişkileri veya başka bir deyişle mücadelesi; ülkenin batı sınırlarını da en az doğudaki kadar tehlikeli bir noktaya getirmiştir. Yarın AB orduları ile Türkiye'nin Kıbrıs, Batı Trakya yahut diğer Balkan ülkelerinden biri nedeniyle karşı karşıya gelmeyeceğini kim garanti edebilir?


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002